Ey bîçareler! Mezaristana göçtüğünüz zaman, ''Eyvah! malımız harab olup, sa'yimiz hebâ oldu; şu güzel ve geniş dünyadan gidip, dar bir toprağa girdik.'' demeyiniz.. feryad edip me'yus olmayınız... Çünki: Sizin herşey'iniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Bediüzzaman …
Vücudumuz, devamlı akan bir nehir gibi değil midir?
Uzun zamandır gördüğümüz nehir belki yine aynı nehirdir, ama sular yerinde durmazki değişir, akıp giderler. ''Üst üste aynı suda iki defa yıkanamayız'' diyen Heraklit haksız olmasa gerek.
Çünkü kâinatta olduğu gibi duran ve kendi varlığını değişmeden muhafaza eden ne var ki?..
Şu anda vücudumuzdaki binlerce hücre ölmekte, yerine yenileri imâl edilmektedir. Ceset elbisemiz hayatımız boyunca devamlı yenilenmektedir. 40-50 sene yaşayan bir insanın, bu kısa hayatında en az beş sefer vücut hücreleri (beyin ve sinir hücrelerimiz hariç) tamamen yenilenmiştir. Dağılmak ve bozulmak bir araya gelmiş şeylerin özelliği olduğundan, elementlerden ve topraktan meydana gelen cesed, bir zaman sonra yine geldiği toprağa dönecek. Fakat ruh ise, kendine has özelliklere sahip olduğundan ve topraktan yaratılmadığından yolculuğunun sadece dünya durağındaki kısmını tamamlayıp âhiret menzillerine doğru uzanan mecburî istikâmetine devam edecektir.
Ampul kırılınca ceryanın yok olmayacağı; evin ve elbisenin, girenlerin çıkmasıyla değişmeyeceği bir gerçektir. İşte bir bakıma ölüm de çok zengin gardrobu bulunan birisinin bir elbisesini çıkarıp başka birini giymesi gibidir. Yani bedenimiz için elbiseler ne ise, ruhumuz için de beden odur. Aslında, hayat olmazsa vücud vücud değildir. Yokluktan farkı olmaz denilebilir. Çünkü hayat ruhun ışığıdır. Hayat ve ruh ise, herşeyin başı ve esasıdır. Bununla beraber mânâ maddeye tâbi değildir.
Bilâkis madde mânânın emrinde ve hizmetinde olduğu için, ruh, dünya hayatı safhasında cesed elbisesinin misafiridir. Ruh sonsuzluk diyarı için maddî bedenimizden daha elverişli bir yapıya sahiptir. Bu konuyla alâkalı olarak Bediüzzaman şu misâli (meâlen) veriyor: ''Bir incir ağacı, ölse dağılsa; onun ruhu hükmünde olan teşekkülât kanunu, zerre gibi bir çekirdeğinde ölmeyerek bâki kalır. İşte, madem en adi ve zaif emrî kanunlar böyle bekâ ve devam ile alâkadardırlar. Elbette, insan ruhu, değil yanlız bekâ ile belki ebed-ül-abad ile alâkadar olmak lâzım gelir.” (Sözler, s. 518 )
Bir de Racin'i dinleyelim: ''Ey kendini herşey yapabilirim sayan koca kimyager! Sanatında ne kadar mahir olursan ol; ne yaparsan yap; her neden yardım istersen iste, yine de hiç bir şeyi yok etmeyi başaramazsın! Meselâ, bir parça tuzu eritebilirsin, süzebilirsin, buhara çevirebilirsin. Fakat bunu tamamen yok etmek elinden gelmez. Onu, herşeyi bilen, herşeyi yapan, bir daha yokluğa dönmemek üzere var eylemiştir. Öyle, mucitlikten dem vurup durma! Hiç bir varlığın yok olmasına çare bulamamakta olduğunu gör de, aczini bil! İçindeki mahsulleri saklamakta mahir olan tabiat, görmekte olduğumuz bin değişiklik içinde bir zerreyi bile yitirmiyor.
Zaman geçer, ceset dıştan, ruh içten gelen zorluklarla yıpranınca, ruh cisime veda eder. Müthiş tehlikeler, bir cesedin düzenini bozarak, onun parçalarını perişan edebilir. Ama Allah'ın bir lütfu olan ruh, öyle birbirinden kolayca kopabilen parçalardan biraraya gelmemiştir ki, cesetle birlikte o da yok olup gitsin! Çünkü ruh yekpâredir. Ölümsüzdür. “Öyleyse ölüm nedir mi diyorsunuz?” “Ölüm; ruhun, cisimden ilgisini kesmesidir. Cisim topraktır yine toprağa dönüyor; ruh ise göklerindir, yine göklere uçup gidiyor.”
Rahmetli Ayhan Songar hocamızın tesbitleriyle yazımıza son verelim: ''Beynin ötesinde'' başka bir kuvvetin ''tıpkı piyanoyu çalabilmek için piyanistin mevcudiyeti gibi, var olduğunu kabulden başka çere yoktur. Bu halde ve şartta ise beyin ''Herşeyin başlangıcı olma sıfatını ve kendi kendine yeter bulunma vasfını kaybeder. O da bir âlet, bir vasıtadır ki, tıpkı kendi kendine çalamayan piyano gibi... Onu harekete geçiren, ona hükmeden, ister beynin içinde ve materyalistlerin iddia ettikleri gibi kimyasal veya fizik tabiatta bir enerji, isterse onun arkasında ve dışında bir ruh olsun, bugünkü araştırma metodlarımızla “erişilemeyen” bir kuvveti görmemezlikten gelemeyiz.
Ruhun ''ne olduğunu bilmemiz'' başka, onu ''yok farz etmemiz'' ise bambaşka şeylerdir. Mademki beynimizi idare eden bir kuvvet vardır. (Tekrar edelim, ona inancınıza bağlı olarak, ister ruh deyin, ister enerji deyin) ve biz düşünebilmek için beyne muhtacız. O halde beyinle ondan üstün olan ve onu idare eden bir kuvveti idrak edemeyiz. Beyin hiç bir zaman kendi kendini aşamayacak ve ruh meselesini insanoğlu çözemeyecek, halledemeyecektir. Bir âletin kendisini aşarak onu idare eden güce erişmesi mümkün değildir. Âyeti Kerime: ''Sana ruh'tan soracaklar. De ki, o Allah'ın bir emridir ve insanlar ondan çok az şey bileceklerdir'' (İsrâ Sûresi 85).

Selim Güzdüzalp