***
DIŞARDA
Points: 47.246, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 75,0%
Achievements


LAHİKALAR (Emirdağ. İfademin Kısacık bir tetimmesi )
Sh:»(Em:364)
ünsiyet almağa ihtiyacım içinde acib tecrid ve yalnızlık vahşeti beni sıktı. Böyle bir nevi şekva kalbe geldi: "Neden bu tâzib oluyor, hizmetimize fâidesi nedir?"
Birden, bu sabah kalbe ihtâr edildi ki: Siz bu şiddetli imtihana girmek ve inceden inceye sizi kaç def'a "altun mu, bakır mı?" diye mehenge vurmak ve her cihetde sizi insafsızca tecrübe etmek ve "nefislerinizin hisseleri ve desiseleri var mı yok mu?" üç-dört eleklerle elenmek; hâlisâne, sırf hak ve hakikat namına olan hizmetinize pekçok lüzumu vardı ki; kader-i İlâhî ve inâyet-i Rabbâniye müsaade ediyor. Çünki, böyle meydan-ı imtihanda inatçı ve bahaneci insafsız muârızların karşısında teşhir edilmesinden herkes anladı ki; hiç bir hile, hiç bir enâniyet, hiç bir garaz, hiç bir dünyevî, uhrevî ve şahsî menfaat karışmayarak, tam hâlis, hak ve hakikattan geliyor. Eğer perde altında kalsaydı çok mânalar verilebilirdi. Daha avâm-ı ehl-i îtimad etmezdi. "Belki bizi kandırırlar." der ve havas kısmı mdahi vesvese ederdi. Belki bâzı ehl-i makamat gibi kendilerin satmak, îtimad kazanmak için böyle yapıyorlar diye daha tam kanâat etmezlerdi. Şimdi imtihandan sonra, en muannid vesveseli dahi teslime mecbur oluyor. Zahmetiniz bir kârınız bindir. İnşâallah.
Said Nursî
***
-293-
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Esâretimdeki hâdisenin gazete ile ilânı, şiddetli yasaklarla ahâliyi her tarafta bizden kaçırmağa çalışmakla beraber teveccüh-ü âmmeyi ziyâdeleştirmiş. Bize, hususan şahsıma ihanet etmeğe tarafdar üç resmî adam dün avluda demişler." Said pencereden göründüğü vakit ahali toplanıp ona bakıyor, pencerede durmasın. Yoksa koğuşunu değiştiriniz." diye baş gardiyan söyledi. Hiç merak etmeyiniz. Ben her sıkıntıya tahammüle karar vermişim. Duânız bereketiyle inşâallah sıkıntılar sevinçlere dönecekler.
O esâret hâdisesi aslı doğrudur. Fakat, şâhidim olmadığından tafsîlen beyan etmemiştim. Yalnız bir manga beni idam etmek için geldiğini bilmiyordum, sonra anladım. Ve Rus kumandanı tarziye için Ruşça bir şeyler söyledi, ben bilmedim. Demek hazır bulunan ve bu hâdiseyi gazeteye ihbar eden müslüman yüzbaşı anlamış ki, kumandan tekrar tekrar "affet!" demiş.
Sh:»(Em:365)
Kardeşlerim, ben Nurlarla meşgul oldukça sıkıntılar azalıyor. Demek vazifemiz Nurlarla iştigaldir ve geçici şeylere ehemmiyet vermemek ve sabır ve şükretmektir.
Said Nursî
***
-294-
BEDİÜZZAMAN'IN AKILLARA HAYRET VEREN BİR
SECİYESİ
(Ehl-i Sünnet mecmuasının 15 Teşrin-i evvel 948 tarihli nüshasında neşredilmiştir. Ehl-i Sünnet gazetesi sahibi avukat bir zâtın makalesidir.)
Ben Birinci Cihan Harbinde Bitlis mevkiinde yaralı olarak eser olurken, Bediüzzaman da o gün esir düşmüştü. O Sibirya'ya gönderilmiş, en büyük esirler kampında idi. Ben Bakû'nun Nangün adasında idim. Günün birinde esirleri teftişe gelen ve kampı gezerken Bediüzzasman'ın önünden geçen Nikola Nikolaviç'e o hiç ehemmiyet vermiyor ve yerinden kımıldanmıyor. Baş kumandanın nazar-ı dikkatini çekiyor. Tekrar bir bahâne ile önünden geçiyor. Yine kımıldanmıyor. Üçüncü def'asında önünde duruyor, tercüman vâsıtasiyle aralarında şöyle bir muhâvere geçiyor:
---- "Beni tanımadılar mı?"
---- "Evet tanıdım. Nikola Nikolaviç, Çar'ın dayısıdır, Kafkas cephesi başkumandanıdır."
---- "O halde ne için hakaret ettiler?"
----"Hayır, affetsinler ben kendilerine hakaret etmiş değilim. Ben mukaddesatımın emrettiğini yaptım"
----"Ben müslüman âlimiyim. Kalbimde îman vardır. Kendisinde îman olan bir şahıs, îmanı olmayan şahısdan efdaldir. Ben ona kıyâm etseydim, mukaddesatıma hürmetsizlik yapmış olurdum. Onun için ben kıyâm etmedim"
----"Şu halde, bana îmansız demekle benim şahsımı, hem ordumu hem de milletimi ve çarı tahkir etmiş oluyor. Derhal divan-ı harb kurulunda isticvab edilsin."
Bu emir üzerine divan-ı harb kuruluyor, karargâhdaki Türk,
Sh:»(Em:366)
Alman ve Avusturya zabitleri, ayrı ayrı Bediüzzaman'a rica ederek başkumandana tarziye vermesi için ısrar ediyorlar. Verdiği cevap bu oluyor:
----"Ben âhiret diyarına göçmek ve huzur-u Resûlûllah'a varmak istiyorum. Bana bir pasaport lâzımdır. Ben îmanıma muhalif hareket edemem."
Buna karşı kimse sesini çıkarmıyor, neticeyi bekliyor. İsticvab bitiyor. Rus çarını ve Rus ordusunu tahkir maddesinden îdam kararını veriyorlar. Kararı infaz için gelen bir manga askerin başındaki subaya kemal-i şetâretle:"Müsâade ediniz, onbeş dakika vazifemi ifa edeyim." diye abdest alıp iki rek'at namaz kılarken, Nikola Nikolaviç geliyor, kendisine hitaben:
-"Beni affediniz! Sizin beni tahkir için bu hareketi yaptığınızı zannediyordum. Hakkınızda kanunî muâmele yaptım. Fakat şimdi anlıyorum ki, siz bu hareketinizi îmanınızdan alıyorsunuz ve mukaddesatın emirlerini îfa ediyorsunz. Hükmünüz iptal edilmiş, dinî salâhatinizden (sâlihliğinizden) dolayı şâyân-ı takdirsiniz; sizi rahatsız ettim; tekrar tekrar rica ediyorum beni affediniz."
Bütün Müslümanlar için şâyân-ı misâl olan bu salâbet-i dîniye ve yüksek seciyeyi, arkadaşlarından bir yüzbaşı, müşahedesine müsteniden anlatıyordu. Bunu duydukça, ihtiyarsız olarak gözlerim yaşla doldu.
Abdurrahim
Gazetenin bu fıkrasının yazılmasını Üstadımız emretmedikleri hâlde, hem çok merakâver, hem çok ibret, hem çok heyecan verici olmasından buraya yazılmıştır.
Hüsrev
***
-295-
Kardeşlerim!
Hem benim iştahim kesildiği, hem hediye bana dokunduğu için benim hisseme düşen üç parça yağ ve bir sepet üzüm ve bir kise elma ve iki paket çay ve şekeri size gönderdim. Ben sizlere teberrük verecektim. Fakat sordum, sizinki de var. Hem ben onların fiatiyle yoğurt, yumurta, ekmek gibi şeyleri alacağım, tâ Medreset-üz-Zehra benden gücenmesin, "Teberrükümü yemedi." Hem
Sh:»(Em:367)
muhtâc, hem bir parça ucuz, hem lâyıklara satınız ki; iki cihetle Medreset-üz Zehra ve şubelerinin hediyeleri tam mübarek, hem bana, hem alanlara ilâçlı bir teberrük olsun. Husrev nezaretçi ve Ceylân, Hıfzı satıcı olsun.
Said Nursî
***
-296-
Evvelâ: Hakkımda gazete münâsebetiyle şimdi ihtâr edildi ki: Rus'un cebbar bir kumandanı, gösterdiği izzet-i îmaniye karşısında hiddetini bırakıp tarziye verdiği halde... Risâle-i Nur'un gayet kuvvetli, şahsımın yüz derece fevkında hâlisâne salâbet-i îmaniye derslerini gören resmî me'murlar kalben insaefa gelmezler ve inâdında devam etseler; elbette cehennemden başka hiç bir ceza onları temizlemez. Muvakkat bir ömürde bu azîm hatânın cezası yerleşmez. Çünki, bir yağ bozulsa, daha yenilmez. Süt, yoğurt gibi değil. İnşâallah Nurlar onların çoğunu bozulmadan kurtarmış.
Sâniyen: Mehmed Feyzi Bedriye'ye yazsın ki, ben onun mektubunda bulunan bütünleri duâma dâhil ediyorum, onlar da bana duâ etsinler.
Said Nursî
***
-297-
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Evvellâ: Medâr-ı ibret ve hayret iki esaretimde şahsıma karşı bir muameleyi beyân etmek ihtar edildi. Şöyle ki:
Rusya'da Kosturma'da doksan esir zabitlerimizle beraber bir koğuşta idik. Ben o zabitlerimize ara sıra ders veriyordum. Bir gün Rus kumandanı geldi, gördü, dedi: "Bu Kürd, gönüllü alay kumandanı olup çok askerimizi kesmiş. Şimdi de burada siyasî ders veriyor. Ben yasak ediyorum, ders vermesin." İki gün sonra geldi, dedi: "Mâdem dersiniz siyasî değil, belki dinîdir, ahlâkîdir; dersine devam eyle." izin verdi.
İkinci esaretimde: Bu hapiste iken yirmi sene derslerimi dinle
Sh:»(Em:368)
miş ve benden daha güzel ders veren bir has kardeşimin ve zarurî hizmetimi gören hizmetçilerimin benim yanıma gelmeleri adliye memuru tarafından yasak edildi, tâ benden ders almasınlar. Halbuki Nur Risaleleri başka derslere hiç ihtiyaç bırakmıyor ve hiçbir dersimiz kalmamış ve hiç bir sırrımız gizli kalmamış. Her ne ise bu uzun kıssayı kısa kesmeye bir hal sebeb oldu.
***
-298-
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Çok Aziz, Çok Sevgili, çok Kıymetdar, Çok Mübârek Üstadımız Efendimiz Hazretleri:
Arz-ı tâzimat ve takdîm-i ihtirâmât ile istifsâr-ı hâtır edip, sıhhat ve âfiyetinize duâlar ederek dâmenlerinizden, el ve ayaklarınızdan öpüyoruz.
Müşfik üstadımız efendimiz" Siz sevgili üstadımızdan bize gönderilen ve müdâfaâtın sonuna ilâve edilen üç kıymetdar mektubunuzla (# Hüve) nüktesini nasıl bulduğumuzu siz sevgili üstadımıza arzetmemizi, bir mübârek kardeşimizle siz sevgili üstadımız emretmişler.
Sevgili üstadımız, efendimiz! Birinci mektubunuz, yirmi seneden beri tarassutlar ve nezâretlerle beraber altı vilâyet ve üç mahkemenin bulamayın berâet verdikleri cemiyetçilikten sizde hiç bir eser görülmediği halde, hiç bir cemiyette ve hiç bir komitede görülmiyen Nurculardaki hârika alâka, ehemmiyetli bir tarafdan bir suâl ile siz sevgili üstadımızdan sorulmuş olup, şehadet mertebesini kazanmak için ruhlarını feda eden milyonlar İslâm fedâilerinin ahfadları ve evlâdları, o fedâiliği ecdadlarından irsiyet aldıkları içindir ki: Siz sevgili üstadımıza mahkemeleri hayret ettirip susturan: "Milyonlar kahraman başlar fedâ oldukları bir hakikata başımız dahi fedâ olsun." diye acib cümleyi söyletmeye vesile olan talebelerinizde gördüğünüz hakikî, hâlis, sırf rızâ-yı İlâhî ve müsbet ve uhrevî fedakârlığın karşısında, menfî cemaat ve komitelerin ağlûb oldukları, hem Nurcuları dağıtmak isteyenlerin inşâallah muvaffak olamayacakları ve hem Nur'un ve îmanın fedâilerini çoğaltmaya sebebiyet verecekleri izah edilmekle cevap verilmiştir.
İkinci mübarek mektubunuzda: Siz sevgili üstadımızın Van, Bitlis'de tedrisde bulunduğunuz talebelerinizle birlikte etraf
Sh:»(Em:369)
larında bulunan ehl-i îmanı titreten Ermeni, Taşnak fedâilerine karşı çıkıp o fedâileri durdurup dağıtmağa mecbur eden siz sevgili üstadımızdaki ve talebelerinizdeki hârika kuvvet; küçücük, fâni dünya hayatı ile menfî milliyetin muvakkat menfaati ve selâmeti için Ermeni fedâilerinde görülen hârika fedakârlığa mukabil, hayat-ı bâkiyeye ve İslâm millet-i kudsiyesinin müsbet menfaatlerine çalışan ve ecel birdir îtikad eden ve üstadlarına olan şiddet-i râbıtaları fedâilik derecesine varan talebelerinizin birkaç sene mevhum ömürlerini milyonlar sene bir ömre ve milyarlar dindaşların selâmetine ve menfaatine müftehirane fedâ etmelerinden mütevellid olduğu kırk sene evvel siz segili üstadımızdan sorulan bir suâle cevab olarak bildirilmektedir.
Üçüncü mübârek mektubunuz: Dokuz aydan beri temâdi eden pek acib tecridinizle beraber, teselli ve ünsiyet ihtiyacını tevlid eden hastalığınız içinde neden bu tâzib oluyor... diye siz sevgili üstadımızın kalb-i mübâreketlerine gelen şekvâya bir ihtar olup inatçı, bahaneci insafsız muârızlar karşısında girdiğimiz bu şiddetli imtihanda altun olanlar bakır olanlardan ayrılmak için mehenge vurulmak ve insafsız bir tecrübe ile nefislerini hisseleri olup olmadığı bilinmek için eleklerle elenmek, sırf hak ve hakikat namına olan hâlisane hizmetimize pek çok lüzumu olduğu için kader-i İlâhînin ve inâyet-i Rabbâniyenin bu dehşetli tazyika verdiği müsaade, hiç bir hile, hiç bir enâniyet, hiç bir garaz, hiç bir dünyevî ve uhrevî menfaat karışmayarak yapılan ve tam hâlis ve hak ve hakikattan gelen ve şimdi en muannid ve vesveseli olanları dahi teslime mecbur eden ve bir zahmete mukabil inşâallah bin kâr bırakan bu hizmetimiz eğer perde altında kalsaydı, çok mânalar verilmekle beraber avâm-ı ehl-i îman ile havas kısmı birer bahâne ile tam kanâat etmeyeceklerinden olduğu bildirilmektedir.
Dördüncü Mektub olan هُوَ nüktesi ile لآ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ ve قُلْ هُوَ اللَّهُ اَحَدٌ kelime-i kudsiyeleriyle maddî cihetinde هُوَ lâfzında siz sevgili üstadımızın bir seyahat-ı hayâliye-i fikriyelerinde, hava sahifesinin mütalâalariyle görülen zarif bir nükte-i tevhidde îman mesleğindeki gayet derecede kolaylık ile meslek-i dalâletteki nihayetsiz müşkülât, kısa bir işaretle beyân edilmiş. Kudret-i İlâhiyyenin bir arşı olan bir avuç toprakta konulan muhtelif tohumların mahiyetlerinde ve emir ve irâdenin diğer bir arşı olan havanın bir parçasında neşvü nemâ bulan هُوَ lâfzında görülen hârikalar, esbaba verildikçe, dehşetli müşkülâtın zuhuru ve Vâhid-i Ehade verildikçe fevkalâde suhûletin vücudu, hem
Sh:»(Em:370)
ehl-i dalâletin hususan maddiyyun ve tabiyyun meslek erbabına, hem ehl-i îmana gayet şirin, gayet güzel, gayet hoş, hem gayet mukni ve müskit bir şekilde isbat edilerek bir risâle kadar kıymeti bulunan hususan tahavvülât-ı zerrat hakkındaki Otuzuncu Söz'le Tabiat Risâlesi olan Yirmiüçüncü Lem'a'nın bir nevi hulâsası olabilir kanâatını bize veren bu kıymatdar yazılarınızla Risâle-i Nur baştan başa her okuyanı hem tenvir edip yükseltiyor, hem sevgili üstadımıza nihayetsiz minnetdarlıklara vesile oluyor.
Hüsrev
***
-299-
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, Sıddık Varislerim!
İki-üç def'adır ehemmiyetli bir hâlet-i ruhiye bana ârız oluyor. Aynı otuz sene evvel İstanbul'da beni Yûşa Dağı'na çıkarıp İstanbul'un, Dâr-ül Hikmet'in câzibedar hayat-ı içtimaiyesini bıraktırıp hattâ İstanbul'da bulunan Nur 'un birinci şâkirdi ve kahramanı olan merhum Abdurrahman'ı dahi zarurî hizmetimi görmek için de yanıma almağa müsaade etmiyen ve Yeni Said mahiyetini gösteren acib inkılâbat-ı ruhînin bir misli, şimdi mukaddemâtı bende başlamış. Üçüncü bir Said ve bütün bütün târik-i dünya olarak zuhuruna bir işaret tahmin ediyorum. Demek Nurlar ve kahraman şâkirdleri benim vazifelerimi yapacaklar, daha bana hiç ihtiyaç kalmamış. Zâten Nur'un her bir câmi ' cüz'ü ve sarsılmayan hâlis şâkirdlerinin her birisi, benden daha mükemmel ders verir.
Said Nursî
***
-300-
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Evvelâ: Ben bâzı emarelerle tahmin ederim ki, neşredilen mecmualarımızdan en ziyade Rehber'e ehemmiyet veriyorlar. Hattâ iki rehberi birleştirip Ceylân'a vererek, dâvasını kubbeye yapıp, o yaralanan adamı bir sene sükûttan sonra, onu da hapse sevkettiler. Ben zannederim ki: "Hüve Nüktesi" gizli zındık düşmanlarımızın bellerini kırmış, onların istinadgâhı olan tabiat tâğûtunu dağıtmış, kesif toprakta bir derece saklayabilirkekn, şeffaf havada -"Hüve Nüktesi"nden sonra - hiç bir cihetle o tâğûtu saklamak imkânı kalmamış ki, küfr-ü inâdî ve temerrüd-ü irtidâdî sebebiyle adliyeyi
Sh:»(Em:371)
aldatıp aleyhimize sevkediyorlar. İnşâallah Nurlar adliyeleri lehine çevirip onların bu hücumunu dahi akim bırakacaklar.
Sâniyen: Bu sırada, hem Ehl-i Sünnet gazetesi, hem buranın gazetesi, hem Zübeyir'in hararetli mukabelesi, Nurlarla iştigalleri güzel bir ilânat hükmüne geçtiler. Benim bedelime, benim hoşuma giden bize dâir bahislerine bakınız, bana bildiriniz.
Said Nursî
***
-301-
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, Sıddık Kardeşlerim, Mehmed, Mustafa, İbrahim, Ceylan!
Evvelâ: Dün döndünüzün harâretli sohbetini gördüm, çok sevindim, memnun oldum. Ben de yanınızda bulunuyorum gibi ferahla dinledim. Birden baktım ki, iki tarafınızda sizi dinliyenler var. Yarım saat devam etti. Merak ettim, kalben dedim. Habbeyi kubbe yapan ve yanlış mâna veren bir casus, dinliyenler içinde bulunmak ihtimali var ki, dikkatle kulak veriyor ve konuşan kardeşler ihtiyatsızlıklarından ve sohbetin keyfinden hiç onlara bakmıyorlar, dikkat etmiyorlar diye size cevap gönderdim. Elhamdülillâh bir zararlı konuşma olmadığını bildim. Bu nazik sırada ihtiyat lâzımdır.
Sâniyen: Hoca Hasan'ın haddimden yüz derece ziyâde bir hüsn-ü zan ile yazdığı bir mektubundan bildim ki, aynen Denizli kahramanı merhum Hasan Feyzi sisteminde bir Nur nâşiri olacak İnşâallah onun gibi Afyon'da dahi Hasan Feyziler çıkacaklar. Afyon Denizli'den geri kalmayacak, zahmetimizi rahmete çevirecek.
Said Nursî
***
-302-
Kardeşlerim!
Ben gazeteleri merak etmezdim. Fakat bu sırada hem Ehl-i Sünnet, hem Sebir-ür-Reşad'ın lehimizdeki yazıları her halde aleyhimizdeki kıskançları ve gizli düşman zındıkları şaşırtmış. Bunlar o dostları susturmak için çalışmak ihtimâli beni meraklsandırdı.
Said Nursî
***
Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
13.Asrın Müceddidi
BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ