***
DIŞARDA
Points: 47.246, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 75,0%
Achievements


Dava Adamı Dünyayı Aşmış Adamdır.
Hayatlarını bir davaya vakfedenlerin hareket noktaları idealleridir. Dava ruhuna sahip olanlar hayatlarını ideallerine göre program altına alır, his ve düşüncelerini, ideallerinin istikametinde disipline eder, arzu ve isteklerine yine bu çerçeve içinde gem vururlar.
Onların yaşadıkları hayat, kendi hayatları değil, ideallerinin gerektirdiği hayattır. Onların ruh, kalb ve kafaları bu hayat tarzına göre şekillenir. Bizim dilimizde onların ifadesi “idealist”, daha ciddi sesiyle “Dava Adamı”, daha samimi söyleyişiyle de "Dertliler” dir.
Davaların ardına yığın yığın insanların takıldığı görülür. Ama o yığınlar içinde hayatını "ideali eksenine" oturtmuş az insan gösterilebilir. O anlamdaki kalabalık kitleleri en iyi tarif eden kelime "sempatizan" dır.
Dava Adamları ile sempatizanlar arasındaki fark, dava adamlarının "gündelik ve dünyalık" işlerini "boş vakitlerinde" yapması, sempatizanlarınsa davalarını "boş vakitlerini değerlendirme " olarak mülahaza etmeleridir... .
Kedi, aslangiller familyasındandır. Ama kırk tane kedi bir araya gelse, bir tane aslan etmez. İşte dava adamı bu demektir.
Bu dertlilerden birisi son nefesinde, "Bu iman davası kadar azametli bir dava yeryüzüne bir daha gelmeyecek ve bu dava uğruna ölenlerin şerefine denk bir şeref daha dünyada vücud bulmayacaktır." diyerek, dertli bir ruhun fedakarlıktaki nihai ufkunun tercümanı oluyordu. Çünkü bir davâ adamının, üzerine düşen vazifeyi yerine getirmesi, davâsına olan inancı nispetindedir.
Günümüzde, Cumhurbaşkanlığı Kupası, Başbakanlık Kupası gibi isimler altında kupa maçları yapılıyor. İslâm davâsının müntesipleri öyle bir kupa için yarışıyorlar ki, bu yarışın sonunda verilecek olan kupanın bir kulpunu onlar, diğer kulpunu ise Allah (c.c) tutacaktır. Doğrusu böyle bir kupaya canlar fedâ edilse değer!..
Dâva adamı, güldürmek için ağlar... Yedirmek için, yemez. Dünyaya karşı daima oruçludur. Yaşatmak için ölür. Döverler, bu uğurda niyaz eder; söverler, dua eder; başını yararlarsa Hakkın Habibi gibi ellerini kaldırır: "Hidayet nasip et bu insanlara Allah’ım! Bunlar beni bilmiyorlar." der, niyaz eder, af diler.
Üstadımız da, “Kurânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül - gülistan olur.” demiştir.
Dâva Adamının lügatinde kırılma, darılma kelimeleri yoktur. Hem nasıl kırılır ve darılır ki bir an rahmetli tecelliden dûr olmayan Hakk, merhamet ettiklerine onu mücessem bir rahmet olarak göndermiştir. Konu ile alakalı iki misal:
1. Üstadımız “İşte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle, felâket ve musibetle geçti. Cemiyetin imanı, saadet ve selâmeti yolunda nefsimi, dünyamı feda ettim. Helâl olsun. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünkü, bu sayede Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüz bin, yahut birkaç milyon kişinin -adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon Savcısı beş yüz bin demişti. Belki daha ziyade- imanını kurtarmaya vesile oldu. Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım; fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammül ile bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim. Allah’a bin kere hamd olsun.”
2. “Madem ki Nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor; bir Said değil, bin Said fedâ olsun. Yirmi sekiz sene çektiğim ezâ ve cefalar ve mâruz kaldığım işkenceler ve katlandığım musibetler hep helâl olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ittihamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helâl ettim.”
Bazı ağabey ve kardeşlerimizin küçük sıkıntı ve tıkanmalarda hizmeti ve cemaati bırakmaları, bu zaviyeden ciddi değerlendirilmesi gerekir.
İman ve Kur’ân hizmeti, fedakâr insanlar ister. Fedailerin zamana, mekana ve ortama göre fedakarlıkları değişiyor. Mustafa Sabri Efendi “ İslam bugün öyle fedakarlar ister ki, değil dünyasını ahiretini feda etmeye hazır olsun.” Bu hususta duyguyu düşünceyi döve döve inceltmek ve eritmek lâzımdır. İnsan incelip erimelidir ki, hizmet düşüncesine herhangi bir tortu karışmasın. Karışınca ne olur? Dünya ağırlıklı bir din ihtiyar etmiş oluruz. Bu mes’ele çoğumuzun gözünden kaçıyor.
Meselâ, baba ister ki, oğlu dine hizmet etsin. Ama bir işi olsun, hatta evi barkı da olsun. Ancak, dinini de terk etmesin. Bu çok masum gözükebilir. Halbuki Kur’ân-ı Kerîm diyor ki: “Hayır, hayır siz dünyayı arzuluyor, ahireti geriye bırakıyorsunuz.” Yani dünyanız ağır basıyor. Ahirete gelince, onu ikinci plâna atıyorsunuz diyor.
Öyleyse her şeyden önce, bu mevzuda yapılacak tek şey, nefsimizde ve neslimizde iman ve Kur’ân hizmeti işlene işlene bir ruh haline getirilmesidir. Evet, öyle ki, hepimiz ve herkes iman ve Kur’ân hizmetinin delisi haline gelmelidir. Aksine, din ve ukba düşüncesi böyle olmaz ve bu seviyede yakalanamazsa dünya ağır basacak ve ahiret de ikinci plânda kalacaktır. Bu konuda üç misal verilebilir:
1. Varlıkların varlık sebebi Hz. Peygamber (a.s.m), "Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseler, ben yine bu davadan vazgeçmem." ifadesiyle; ayni gerçegi, dertlilerin anlayış ufkunda "gönül verilen davanın" dünyadan ve dünya üstündeki her seyden daha ulvi olduğunu haykırmış ve meselenin bu perspektiften en parlak misali olmuştur.
2. Yermük Savaşında, Haris b. Hişam, İkrime b. Ebi Cehil ve Süheyl b. Amr ağır yaralar alarak yere düştüler. Haris b. Hişam içmek için su istedi. Askerlerden biri ona su götürdü. İkrime'nin kendisine baktığını görünce "Bu suyu İkrime'ye götür" dedi. İkrime suyu alırken, Süheyl'in kendine baktığını gördü, suyu içmeyerek "Bunu götür Süheyl'e ver" dedi. Fakat su Süheyl'e yetişmeden Süheyl şehid olmuştu. Bunun üzerine sucu İkrime’ye koştu. Fakat İkrime’de şehid düştü. Hemen Haris’in yanına koştu. Haris'te şehadet şerbetini içmişti.
3. Mus'ab bin Umeyr, Uhud Savaşı’nda bir kılıç darbesiyle sağ kolunu kaybetmesinin ardından sancağı sol koluna almış, ikinci bir kılıç yarasıyla sol kolunu da kaybedince bu haliyle kendisini Peygamberimiz (sav)'e siper yapmıştır. Peygamberimiz (sav)'i korurken vücuduna saplanan bir mızrak ile şehit olmuştur.
Dava adamı dünyayı aşmış adamdır. Üstadımız “Ben iki elime iki dünyamı almışım. Tek dünyalı olanlar karşıma çıkmasın.” diyerek dünyayı aşmanın muvaffakiyetin sebebi olacağını göstermiştir. Aşamayanlar dava adamı olamazlar. Dindar olurlar, inanç ve akidelerinde tam olurlar ama, dava adamı olamazlar. Dava adamı İslâm’a ve Kur’ân’a hizmetten bir an dûr olsa, kendini büyük günah işlemiş sayar.
Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
13.Asrın Müceddidi
BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ