YILDIZLARIN AYAKLARI değiyordu yerlere.
Gö­ğün kapıları açılıyordu.
Sesler arşa uzanıyordu "Allah" diye.
Biz mesafelerin çok gerisindeydik.
Geç kalınmış zamanların yasaklıları.
Yaşadığı zamanın za­vallılarıydık.
Yetişememiştik.
Yetişememiştik o çöl diyarın­da yetişen gülü görmeye.
Nasipsiz zamanların tiryakiliğine aldanmışlardık. "Yazık"lı ve "eyvah"lı kavgaların kıskacında, kendini kaybetmişler arasındaydık.

Yıldızlar geceye selama durduğunda. Göğün kapılan açıl­dığında. Sesler arşa "Allah" lafzıyla ulaştığında. Bizler, daha doğmamıştık.

Yeryüzü berekete kanmıştı. Hz. Âmine, âminler arasında Muhammed'in sancısındaydı. Ve Hz. Âmine evladına yan­mıştı. O gelmeden daha, adı İncil ve Tevrata yazılmıştı. Bilen­ler gelenin sevincinde, gelmesini istemeyenler yalanların esaretindeydi.

Köleler bekliyordu O'nu. Diri diri toprağa gömülen kız çocukları bekliyordu. Malları talan edilenler. Hakkı elinden alınan yetimler bekliyordu. Şefkati tatmamışlar, okşanmamış başlar bekliyordu O'nu. "Gelse, ah bir gelse" diyen diller sükutta. Gönül yangın ortasında. Zaman ise güle varmaktay­dı.
Merhamet katarları geçiyordu yüreklerin içinden. İlmek ilmek yankılara, yumak yumak muştular değiyordu. Uyku­suzlara kutlu seherler, ölümü uyku sananlara kutlu bir dire­niş dinliyordu.

Zincirleri kırılası kalplerin gül kokan sabahlara kansarı nefesi yetişiyordu bu bekleyişe.

İfritlerin aldanışına, Ahuramazda'nın yok oluşuna, putların kırılmasına sadece anlar kalmıştı. Bedene küsmüş ruha, sabaha yakın düşe, söze hüküm veren manaya sadece vuslat kalmıştı.

Güneşin şahitliğine, yıldızların secdeye duruşuna, ayın ikiye ayrılmasına sadece bir sürür kalmıştı.

Cılız yalanlar örselemişti dünyayı. Deseni kaybolmuş iz­be kentlerin alnına yağmalanmış bir hüzün değmişti. Zembe­reğinden boşalmıştı zaman. Ve akşamlar, güneşe talip ol­muştu.

Şairlerin tükenmişti ilhamı. Kralların bölünmüştü hülya­sı. Adına adanmıştı kâinat. Adına aydınlanmıştı nurlar.

Sen geldiğinde ahval öğrenecekti muhayyileyi. Sen geldi­ğinde kalemler saf tutacaktı. Geldiğinde sen, amansız kalaba­lıklar kaskatı kalacaktı.

Yıldızların ayakları yere değiyordu. Gökyüzü başına yıldırımları çekiyordu. Güneş gölgeye düşman kesiliyordu. Fırtı­nalar kopmaya direniyordu. Sen geliyordun çünkü.

Sen geldiğinde senin gülüşüne vurulanlar, eğreti tutkuları fırlatıp atıyordu. Tutsağı oldukları medeniyetsizliğin kapısına asma kilitler vuruluyordu.

Sen, yalnızlıkları kalabalıklarda çoğalttın. Ateşi suya sev­dirdin. Suya ateşi. Dikene gülü öğrettin, bülbüle gülü. Fa­niye ebedî söyledin, ebede ezelî. Ölümlüye firakı sevdirdin, firaka visali.

Bizim bahtımıza sensiz nisanlar düştü. Sureti gül koku­sunda hissetmeye çalışmak düştü. Mesul olduğumuz günle­rin ağır yüküyle, günahların tehdit ediciliğiyle şefaatini dile­mek düştü. Yarı yolda kalmışlığın ezikliğiyle en başa dönüp avuçlarımızdaki kirlerden önce arınmak düştü. Vehimlerin ve vesveselerin zincirlerinden kurtulmak düştü önce bize.

Ve sonra.

Tekbirler geçen gönlümüze "sena"n değdi. Gözümüze hüsnün erdi. Çilemiz nar olup yandığında, sabrımıza "seda"n değdi. Yanılgının hicabına gül çehrenin canı değdi.

Sensizlik içimizde niyaza dönüştü bir gün. Kabul olunmuş dualarda bulduk seni. Seni istemek, istemeyi bilmekti. Umutlarımızın kaçamak yaptığı zamanlan bir duaya değiştik. Atan nabzımızın ritmi değişti. İçimizdeki küllerin rengi de­ğişti. Ve titreyen gecelerimizin rüyası değişti sonra.

Seni bulmak için yattık en derin uykularımıza. Sana varmak için çıktık en kutlu yolculuğumuza. Bîmarhaneye dönen günlerimizi, viraneye dönen sermayemizi, hapishane­ye dönen yağmalanmış bu şehri bırakıp geldik bir gün kapı­na. Ve dönüşlerimiz hep ağlamaklı. Yine geleceğimizin umuduyla.

Sen geldin. Ve yıldızlar dile geldi. Tekbirler getirdiler sa­baha karşı. Sen geldin, baharlara gül değdi.

Ellerimize elle­rin. Ve hanemize Medine'nin ıtırları değdi.

Yüreğimizin ta ortasına elif ve mim yazıldığından beri öz­lemekteyiz seni. Seni ve bize hayat vereni.

Sözümüze ses değdi.
Günümüze selamın.

AYŞE NUR MENEKŞE