muhabbetdarane baktıklarından, elbette onlara karşı senin bu maddî elemin pek ucuz düşer. Hem sen müftehirane hizmet
sh: » (L:206)
ettiğin ve iltifatlarını kazanmasına çalıştığın zatlar, hastalığın hükmüyle sana merhametkârane hizmetkârlık ettiklerinden, efendilerine efendi oldun. Hem insanlardaki rikkat-i cinsiyeyi ve şefkat-i nev'iyeyi kendine celbettiğinden, hiçten çok yardımcı ahbab ve şefkatli dost buldun. Hem çok meşakkatli hizmetlerden paydos emrini yine hastalıktan aldın, istirahat ediyorsun. Elbette senin cüz'î elemin, bu mânevî lezzetlere karşı seni şekvaya değil, teşekküre sevketmelidir.
YİRMİİKİNCİ DEVA: Ey nüzul gibi ağır hastalıklara mübtela olan kardeş! Evvelâ sana müjde ediyorum ki; mü'min için nüzul mübarek sayılıyor. Bunu çoktan ehl-i velayetten işitiyordum. Sırrını bilmezdim. Bir sırrı şöyle kalbime geliyor ki: Ehlullah, Cenab-ı Hakk'a vâsıl olmak ve dünyanın azîm mânevî tehlikelerinden kurtulmak ve saadet-i ebediyeyi temin etmek için, iki esası ihtiyaren takib etmişler:
Birisi: Rabıta-i mevttir. Yâni: Dünya fâni olduğu gibi, kendisi de içinde vazifedar fâni bir misafir olduğunu düşünmekle, hayat-ı ebedîsine o suretle çalışmışlar.
İkincisi: Nefs-i emmarenin ve kör hissiyatın tehlikelerinden kurtulmak için, çilleler ile, riyazetlerle nefs-i emmarenin öldürülmesine çalışmışlar. Sizler ey yarı vücudunun sıhhatını kaybeden kardeş! Sen ihtiyarsız kısa ve kolay ve sebeb-i saadet olan iki esas sana verilmiş ki; daima senin vücudunun vaziyeti, dünyanın zevalini ve insanın fâni olduğunu ihtar ediyor. Daha dünya seni boğamıyor, gaflet senin gözünü kapayamıyor. Ve yarım insan vaziyetinde bir zata, nefs-i emmare elbette hevesat-ı rezile ile ve nefsanî müştehiyat ile onu aldatamaz, çabuk o nefsin belâsından kurtulur.
İşte mü'min sırr-ı îman ile ve teslimiyet ve tevekkül ile, o ağır nüzul gibi hastalıktan az bir zamanda, ehl-i velayetin çilleleri gibi istifade edebilir. O vakit o ağır hastalık çok ucuz düşer.
YİRMİÜÇÜNCÜ DEVA: Ey kimsesiz, garib, bîçare hasta! Hastalığınla beraber kimsesizlik ve gurbet, sana karşı en katı kalbleri rikkate getirirse ve nazar-ı şefkati celbederse; acaba Kur'anın bütün surelerinin başlarında kendini Rahmân-ir Rahîm sıfatıyla bize takdim eden ve bir lem'a-i şefkatıyla umum yavrulara karşı umum valideleri, o harika şefkatıyla terbiye ettiren ve her baharda bir cilve-i Rahmetiyle zemin yüzünü nimetlerle dolduran ve ebedî bir hayattaki Cennet, bütün mehâsiniyle bir cilve-i Rahmeti olan senin Hâlık-ı Rahîmine îman ile intisabın ve onu tanıyıp hastalığın lisan-ı acziyle niyazın, elbette senin bu gurbetteki kimsesizlik hastalığın, herşeye bedel onun nazar-ı Rahmetini sana
sh: » (L:207)
celbeder. Madem o var, sana bakar, sana herşey var. Asıl gurbette, kimsesizlikte kalan odur ki; îman ve teslimiyetle ona intisab etmesin veya intisabına ehemmiyet vermesin.
YİRMİDÖRDÜNCÜ DEVA: Ey masum hasta çocuklara ve masum çocuklar hükmünde olan ihtiyarlara hizmet eden hasta bakıcılar! Sizin önünüzde mühim bir ticaret-i uhreviye var. Şevk ve gayret ile o ticareti kazanınız. Masum çocukların hastalıklarını, o nazik vücudlara bir idman, bir riyazet ve ileride dünyanın dağdağalarına mukavemet verdirmek için bir şırınga ve bir terbiye-i Rabbaniye gibi, çocuğun hayat-ı dünyeviyesine ait çok hikmetlerle beraber ve hayat-ı ruhiyesine ve tasaffi-i hayatına medâr olacak büyüklerdeki keffaret-üz zünub yerine, mânevî ve ileride veyahud âhirette terakkiyat-ı maneviyesine medâr şırıngalar nev'indeki hastalıklardan gelen sevab, peder ve validelerinin defter-i a'mâline, bilhassa sırr-ı şefkatle çocuğun sıhhatını kendi sıhhatına tercih eden validesinin sahife-i hasenatına girdiği, ehl-i hakikatça sabittir. İhtiyarlara bakmak ise; hem azîm sevab almakla beraber, o ihtiyarların ve bilhassa peder ve valide ise, dualarını almak ve kalplerini hoşnud etmek ve vefakârane hizmet etmek, hem bu dünyadaki saadete, hem âhiretin saadetine medâr olduğu rivayat-ı sahiha ile ve çok vukuat-ı tarihiye ile sabittir. İhtiyar peder ve validesine tam itaat eden bahtiyar bir veled, evlâdından aynı vaziyeti gördüğü gibi; bedbaht bir veled eğer ebeveynini rencide etse, azab-ı uhrevîden başka, dünyada çok felâketlerle cezasını gördüğü, çok vukuatla sabittir. Evet ihtiyarlara, masumlara, yalnız akrabasına bakmak değil; belki ehl-i îman (madem sırr-ı îmanla uhuvvet-i hakikiye var) onlara rastgelse, muhterem hasta ihtiyar ona muhtaç olsa, ruh u canla ona hizmet etmek İslâmiyetin muktezasıdır.
YİRMİBEŞİNCİ DEVA: Ey hasta kardeşler! Siz gâyet nafi ve her derde deva ve hakikî lezzetli kudsî bir tiryak isterseniz, îmanınızı inkişaf ettiriniz. Yâni tövbe ve istiğfar ile ve namaz ve ubûdiyetle, o tiryak-ı kudsî olan îmanı ve îmandan gelen ilâcı istimal ediniz. Evet dünyaya muhabbet ve alâka yüzünden güya âdeta ehl-i gafletin dünya gibi büyük, hasta, mânevî bir vücudu vardır. İman ise, o dünya gibi zeval ve firak darbelerine, yara ve bere içinde olan o mânevî vücuduna birden şifa verip; yaralardan kurtarıp, hakikî şifa verdiğini pek çok Risalelerde kat'î isbat etmişiz.
Başınızı ağrıtmamak için kısa kesiyorum. İman ilâcı ise, feraizi mümkün oldukça yerine getirmekle tesirini gösteriyor. Gaflet ve sefahet ve hevesat-ı nefsaniye ve lehviyat-ı gayr-ı meşrua, o tiryakın tesirini meneder. Hastalık madem gafleti kaldırıyor, iştihayı kesiyor, gayr-ı meşru
sh: » (L:208)
keyflere gitmeye mani oluyor; ondan istifade ediniz. Hakikî îmanın kudsî ilâçlarından ve nurlarından tövbe ve istiğfar ile, dua ve niyaz ile istimal ediniz. Cenab-ı Hak sizlere şifa versin, hastalıklarınızı keffaret-üz zünub yapsın. Âmîn âmîn âmîn...
رَبِّنَا بِاْلحَقِوَقَالُوا اْلحَمْدُ لِلّهِ الَّذِى هَدَينَا لِهذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِىَ لَوْلاَ اَنْ هَدَينَا اللّهُ لَقَدْ جَاءَتْ رُسُلُ
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ طِبِّ الْقُلُوبِ وَ دَوَائِهَا وَ عَافِيَةِ اْلاَبْدَانِ وَ شِفَائِهَا وَ نُورِاْلاَبْصَارِ وَ ضِيَائِهَا وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ وَ سَلِّمْ
وَهُوَ لِكُلِّ دَاءٍ دَوَاءٌ Meali: "Bu kitab her derde dermandır." Tevâfukat-ı lâtifedendir ki; Re'fet Bey'in birinci tesvidden gâyet sür'atle yazdığı nüsha ile beraber, Hüsrev'in yazdığı diğer bir nüshada, ihtiyarsız hiç düşünmeden, satır başlarında gelen elifleri saydık; aynen bu وَهُوَلِكُلِّدَاءٍدَوَاءٌ cümlesine tevâfuk ediyor. (Haşiye-1) Hem bu Risalenin müellifinin Said ismine, bir tek fark ile yine tevâfuk ediyor. (Haşiye-2) Yalnız Risalenin ünvanına ait yazıdaki bir elif hesaba dâhil edilmemiştir.
Cây-ı hayrettir ki: Süleyman Rüşdü'nün yazdığı nüsha, hiç elif hatıra gelmeden ve düşünmeden, yüz ondört elif, yüz ondört şifa-yı kudsiyeyi tazammun eden, yüz ondört suver-i Kur'aniyenin adedine tevâfukla beraber وَهُوَلِكُلِّدَاءٍدَوَاءٌ şeddeli lâm bir sayılmak cihetiyle, yüz ondört harfine tamtamına tevâfuk ediyor.
* * *
Yirmibeşinci Lem'anın Zeyli
Onyedinci Mektub olup, Mektubat Mecmûasına idhal edildiğinden buraya dercedilmedi.
* * *
______________________________ ____
(Haşiye-1): Sonradan yazılan ihtarın iki elifi bu hesaba dâhil olamayacağı için dâhil edilmemiştir.
(Haşiye-2): Madem Keramet-i Aleviyede ve Gavsiye'de, Said'in âhirinde nida için vaz'edilmiş bir elif var, Saida olmuş; belki fazla olan bu elif, o elife bakıyor.