"Hırs, hasâret ve muvaffakıyetsizliğin sebebidir." olan darb-ı mesele mâsadak olur. Hırs ve kanaatın tesiratı, zîhayat âleminde gâyet geniş bir düstur ile cereyan ediyor. Ezcümle: Rızka muhtaç ağaçların fıtrî kanaatları, onların rızkını onlara koşturduğu gibi; hayvanatın hırs ile meşakkat ve noksaniyet içinde rızka koşmaları, hırsın büyük zararını ve kanaatın azîm menfaatını gösterir. Hem zaîf umum yavruların lisan-ı halleriyle kanaatleri, süt gibi lâtif bir gıdanın ummadığı bir yerden onlara akması ve canavarların hırs ile noksan ve mülevves rızıklarına saldırması; dâvâmızı parlak bir surette isbat ediyor. Hem semiz balıkların vaziyet-i kanaatkârânesi, mükemmel rızıklarına medâr olması; ve tilki ve maymun gibi zeki hayvanların hırs ile rızıkları peşinde dolaşmakla beraber kâfi derecede bulmamalarından cılız ve zayıf kalmaları, yine hırs ne derece sebeb-i meşakkat ve kanaat ne derece medâr-ı rahat olduğunu gösterir. Hem Yahudi milleti hırs ile, ribâ ile, hile dolabı ile rızıklarını zilletli ve sefâletli, gayr-i meşrû ve ancak yaşayacak kadar rızıklarını bulması.. ve sahranîşinlerin (yâni bedevîlerin) kanaatkârane vaziyetleri, izzetle yaşaması ve kâfi rızkı bulması; yine mezkûr dâvâmızı kat'î isbat eder. Hem çok âlimlerin (Hâşiye-1) ve ediplerin (Hâşiye-2) zekâvetlerinin verdiği bir hırs sebebiyle fakr-ı hâle düşmeleri ve çok aptal ve iktidarsızların, fıtrî kanaatkârâne vaziyetleri ile zenginleşmeleri kat'î bir surette isbat eder ki: Rızk-ı helâl, acz ve iftikara göre gelir; iktidar ve ihtiyar ile değil. Belki o rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mü
_____________________________
(Hâşiye): İktisadsızlık yüzünden müstehlikler çoğalır, müstahsiller azalır. Herkes gözünü hükûmet kapısına diker. O vakit hayat-ı içtimaiyenin medârı olan "san'at, ticaret, ziraat" tenakus eder. O millet de tedenni edip sukut eder, fakir düşer...
(Hâşiye-1): İrân'ın âdil padişahlarından Nûşirevân-ı Âdil'in veziri, akılca meşhur âlim olan Büzürcümehr'den (Büzürg-Mihr) sormuşlar: "Neden ulemâ, ümerâ kapısında görünüyor da; ümerâ ulemâ kapısında görünmüyor. Halbuki; ilim, emâretin fevkındedir?" Cevapen demiş ki: "Ulemânın ilminden, ümerânın cehlindendir." Yâni; ümerâ, cehlinden ilmin kıymetini bilmiyorlar ki, ulemânın kapısına gidip ilmi arasınlar. Ulemâ ise; mârifetlerinden mallarının kıymetini dahi bildikleri için ümerâ kapısında arıyorlar. İşte Büzürcümehr, ulemânın arasında fakr ve zilletlerine sebeb olan zekâvetlerinin neticesi bulunan hırslarını zarif bir surette tevil ederek nâzikâne cevap vermiştir.
(Hâşiye-2): Bunu teyid eden bir hâdise: Fransa'da ediplere, iyi dilencilik yaptıkları için dilencilik vesikası veriliyor.
sh: » (L:136)
tenâsibdir. Çünki: Çocukların iktidar ve ihtiyarı geldikçe rızkı azalır, uzaklaşır, sakilleşir. اَلْقَنَاعَةُكَنْزٌلاَيَفْنَى Hadîsinin sırriyle; kanaat, bir define-i hüsn-ü mâişet ve rahat-ı hayattır. Hırs ise, bir mâden-i hasâret ve sefâlettir.
Üçüncü Netice: Hırs ihlâsı kırar... Amel-i Uhreviyeyi zedeler. Çünki: Bir ehl-i takvânın hırsı varsa, teveccüh-ü nâsı ister. Teveccüh-ü nâsı müraat eden, ihlâs-ı tâmmı bulamaz. Bu netice çok ehemmiyetli, çok cây-ı dikkattir. Elhâsıl: İsraf, kanaatsizliği intaç eder. Kanaatsizlik ise: Çalışmanın şevkini kırar, tenbelliğe atar; hayatından şekvâ kapısını açar, mütemâdiyen şekvâ ettirir. (Hâşiye) Hem ihlâsı kırar, riya kapısını açar. Hem izzetini kırar, dilencilik yolunu gösterir. İktisad ise, kanaati intac eder. عَزَّمَنْقَنَعَذَلَّمَنْطَمَعَ Hadîsin sırriyle; kanaat, izzeti intac eder. Hem sa'ye ve çalışmaya teşci eder. Şevkini ziyâdeleştirir, çalıştırır. Çünki: Meselâ bir gün çalıştı. Akşamda aldığı cüz'î bir ücrete kanaat sırriyle, ikinci gün yine çalışır. Müsrif ise; kanaat etmediği için, ikinci gün daha çalışmaz. Çalışsa da şevksiz çalışır. Hem iktisaddan gelen kanaat; şükür kapısını açar, şekva kapısını kapatır. Hayatında daima şâkir olur. Hem kanaat vasıtasiyle insanlardan istiğna etmek cihetinde teveccühlerini aramaz. İhlâs kapısı açılır, riya kapısı kapanır...
İktisadsızlık ve israfın dehşetli zararlarını geniş bir dairede müşâhede ettim. Şöyle ki: Ben, dokuz sene evvel mübârek bir şehre geldim. Kış münasebetiyle o şehrin menâbi-i servetini göremedim. -Allah Rahmet etsin- oranın müftüsü birkaç defa bana dedi: "Ahalimiz fakirdir." Bu söz benim rikkatime dokundu. Beş altı sene sonraya kadar daima o şehir ahalisine acıyordum. Sekiz sene sonra yazın yine o şehre geldim. Bağlarına baktım. Merhum müftünün sözü hatırıma geldi. Fesübhanallah dedim, bu bağların mahsulâtı şehrin hâcetinin pek fevkındedir. Bu şehir ahalisi pek çok zengin olmak lâzımgelir. Hayret ettim. Beni aldatmayan ve hakikatların derkinde bir rehberim olan bir hâtıra-i hakikatla anladım: İktisadsızlık ve israf yüzünden bereket kalkmış ki, o kadar menâbi-i servetle beraber o merhum müftü "Ahalimiz fakirdir" diyordu. Evet zekat vermek ve iktisad etmek, malda bittecrübe sebeb-i bereket olduğu gibi; israf etmek ile zekât vermemek, sebeb-i ref'-i bereket olduğuna hadsiz vâkıât vardır.
______________________________ __
(Hâşiye): Evet, hangi müsrif ile görüşsen şekvâlar işiteceksin. Ne kadar zengin olsa da, yine dili şekva edecektir. En fakir, fakat kanaatkâr bir adamla görüşsen; şükür işiteceksin.
sh: » (L:137)
İslâm Hükemâsının Eflatunu ve hekimlerin şeyhi ve feylesofların üstadı, dâhî-i meşhur Ebu Ali İbn-i Sinâ, yalnız tıb noktasında كُلُواوَاشْرَبُواوَلاَتُسْرِفُوا Âyetini şöyle tefsir etmiş. Demiş:
جَمَعْتُ الطِّبَّ فِى الْبَيْتَيْنِ جَمْعًا وَ حُسْنُ الْقَوْلِ فِى قَصْرِ الْكَلاَمِ فَقَلِّلْ اِنْ اَكَلْتَ وَ بَعْدَ اَكْلٍ تَجَنَّبْ وَ الشِّفَاءُ فِى اْلاِنْهِضَامِ وَ لَيْسَ عَلَى النُّفُوسِ اَشَدُّ حَالاً مِنْ اِدْخَالِ الطَّعَامِ عَلَى الطَّعَامِ
Yâni: "İlm-i Tıbb'ı iki satırla topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındadır. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört-beş saat kadar daha yeme. Şifa, hazımdadır. Yâni, kolayca hazmedeceğin miktarı ye. Nefse ve mîdeye en ağır ve yorucu hal, taam taam üstüne yemektir." (Hâşiye)
Cây-ı hayret ve medâr-ı ibret bir tevâfuk: İktisad Risalesini, üçü acemi olarak beş-altı ayrı ayrı müstensih, ayrı ayrı yerde, ayrı ayrı nüshadan yazıp birbirinden uzak, hatları birbirinden ayrı, hiç elifleri düşünmiyerek yazdıkları her bir nüshânın elifleri; duasız ellibir, dua ile beraber elliüçte tevâfuk etmekle beraber; İktisad Risalesi'nin tarih-i te'lif ve istinsâhı olan Rûmîce ellibir ve Arabî elliüç tarihinde tevâfuku ise, şübhesiz tesadüf olamaz. İktisaddaki bereketin keramet derecesine çıktığına bir işarettir. Ve bu seneye, "Sene-i İktisad" tesmiyesi lâyıktır.
Evet zaman iki sene sonra bu kerâmet-i iktisâdiyeyi, İkinci Harb-i Umumiyede her taraftaki açlık ve tahribat ve israfatla ve nev-i beşer ve herkes iktisada mecbur olmasiyle isbat etti.
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
(Hâşiye): Yâni vücuda en muzır, dört beş saat fasıla vermeden yemek yemek veyahût telezzüz için mütenevvi yemekleri birbiri üstüne mîdeye doldurmaktır.
* * *