"Hût" namı ve o tarlaya izn-i İlâhî ile nezaret eden melâikeye "Sevr" ismi ne kadar yakıştığı zâhirdir.
sh: » (L:86)
demiş. Nev-i insanînin hayatı, ne kadar cins-i hayvanînin hayatiyle alâkadar olduğuna dair geniş bir hakikatı, iki kelime ile ders vermiş.
Üçüncü Vecih: Eski Kozmoğrafya nazarında Güneş gezer. Güneş'in her otuz derecesini, bir burç tabîr etmişler. O burçlardaki yıldızların aralarında birbirine rabtedecek farazî hatlar çekilse, birtek vaziyet hasıl olduğu vakit, bazı esed (yâni arslan) suretini, bazı terazi mânâsına olarak mîzan suretini, bazı öküz mânâsına sevr suretini, bazı balık mânâsına hût suretini göstermişler. O münasebete binaen o burçlara o isimler verilmiş. Şu asrın Kozmoğrafyası nazarında ise, Güneş gezmiyor. O burçlar boş ve muattal ve işsiz kalmışlar. Güneş'in bedeline Küre-i Arz geziyor. Öyle ise o boş, işsiz burçlar ve yukarıdaki muattal daireler yerine, yerde Arz'ın medâr-ı senevîsinde küçük mikyasta o daireleri teşkil etmek gerektir. Şu halde burûc-u semaviye, Arzın medâr-ı senevîsinden temessül edecek. Ve o halde Küre-i Arz her ayda burûc-u semaviyenin birinin gölgesinde ve misalindedir. Güya Arz'ın medâr-ı senevîsi bir âyine hükmünde olarak semavî burçlar, onda temessül ediyor.
İşte bu veçhile Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, sabıkan zikrettiğimiz gibi bir defa عَلَى الثَّوْرِ, bir defa عَلَى الْحُوتِ demiş. Evet mu'ciz-ül beyan olan lisan-ı Nübüvvete yakışır bir tarzda gâyet derin ve çok asır sonra anlaşılacak bir hakikata işareten bir defa عَلَى الثَّوْرِ demiş. Çünki Küre-i Arz, o sualin zamanında Sevr Burcu'nun misalinde idi. Bir ay sonra yine sorulmuş, عَلَى الْحُوتِ demiş. Çünki o vakit Küre-i Arz, Hût Burcu'nun gölgesinde imiş.
İşte istikbalde anlaşılacak bu ulvî hakikata işareten ve Küre-i Arz'ın vazifesindeki hareketine ve seyahatına îmaen ve semavî burçlar, Güneş itibariyle muattal ve misafirsiz olduklarına ve hakiki işliyen burçlar ise, Küre-i Arz'ın medâr-ı senevîsinde bulunduğuna ve o burçlarda vazife gören ve seyahat eden Küre-i Arz olduğuna remzen عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ demiştir. وَاللّهُ اَعْلَمُ بِالصَّوَابِ
Bazı kütüb-ü İslâmiyede sevr ve hûta dair acib ve hâric-i akıl hikâyeler, ya İsrailiyattır veya temsilâttır veya bazı muhaddislerin te'vilâtıdır ki, bazı dikkatsizler tarafından Hadîs zannedilerek Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a isnad edilmiş.
رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
sh: » (L:87)
İKİNCİ SUAL: Âl-i Abâ hakkındadır.
Kardeşim; Âl-i Abâ hakkındaki cevapsız kalan sualinizin çok hikmetlerinden yalnız bir tek hikmeti söylenecek. Şöyle ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, giydiği mübarek abâsını, Hazret-i Ali (R.A.) ve Hazret-i Fâtıma (R.A.) ve Hazret-i Hasan ve Hüseyn'in (R.A.) üstlerine örtmesi ve onlara bu suretle لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا âyetiyle dua etmesinin esrarı ve hikmetleri var. Sırlarından bahsetmeyeceğiz. Yalnız vazife-i Risalete taallûk eden bir hikmeti şudur ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âşina ve istikbal-bîn nazar-ı Nübüvvetle otuz kırk sene sonra Sahabeler ve Tâbiînler içinde mühim fitneler olup kan döküleceğini görmüş. İçinde en mümtaz şahsiyetler, abâsı altında olan o üç şahsiyet olduğunu müşahede etmiş. Hazret-i Ali'yi (R.A.) ümmet nazarında tathir ve tebrie etmek ve Hazret-i Hüseyn'i (R.A.) ta'ziye ve teselli etmek ve Hazret-i Hasan'ı (R.A.) tebrik etmek ve Musâlâha ile mühim bir fitneyi kaldırmakla şerefini ve ümmete azim faidesini ilân etmek ve Hazret-i Fatıma'nın zürriyetinin tâhir ve müşerref olacağını ve Ehl-i Beyt ünvan-ı âlisine lâyık olacaklarını ilân etmek için o dört şahsa kendisiyle beraber "Hamse-i Âl-i Abâ" ünvanını bahşeden o abâyı örtmüştür. Evet çendan Hazret-i Ali (R.A.) halife-i bilhak idi. Fakat dökülen kanlar çok ehemmiyetli olduğundan ümmet nazarında tebriesi ve beraeti, vazife-i Risalet hasebiyle ehemmiyetli olduğundan, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o suretle onu tebrie ediyor. Onu tenkid ve tahtie ve tadlîl eden Hâricîleri ve Emevîlerin mütecâviz tarafdarlarını sükûta davet ediyor. Evet Hâricîler ve Emevîlerin müfrit tarafdarları Hazret-i Ali (R.A.) hakkındaki tefritleri ve tadlilleri ve Hazret-i Hüseyn'in (R.A.) gâyet feci ciğer-sûz hâdisesiyle Şîaların ifratları ve bid'aları ve Şeyheyn'den teberrileri, ehl-i İslâma çok zararlı düşmüştür.
İşte bu abâ ve dua ile Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali (R.A.) ve Hazret-i Hüseyn'i (R.A.) mes'uliyetten ve ittihamdan ve ümmetini onlar hakkında sû-i zandan kurtardığı gibi, Hazret-i Hasan'ı (R.A.) yaptığı Musalâha ile ümmete ettiği iyiliğini vazife-i Risalet noktasında tebrik ediyor ve Hazret-i Fâtıma'nın (R.A.) zürriyetinin nesl-i mübareki, Âlem-i İslâmda Ehl-i Beyt ünvanını alarak âlî bir şeref kazanacaklarını ve Hazret-i Fâtıma (R.A.) وَاِنّىِ اُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
sh: » (L:88)
diyen Hazret-i Meryem'in vâlidesi gibi zürriyetçe çok müşerref olacağını ilân ediyor.
اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ اْلاَبْرَارِ وَعَلَى اَصْحَابِهِ الْمُجَاهِدِينَ الْمُكْرَمِينَ اْلاَخْيَارِ آمِينَ
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ in binler esrarından altı sırrına dairdir.
İhtar : Besmelenin Rahmet noktasında parlak bir nuru, sönük aklıma uzaktan göründü. Onu, kendi nefsim için nota suretinde kaydetmek istedim. Ve yirmi-otuz kadar sırlar ile, o nurun etrafında bir daire çevirmek ile avlamak ve zabtetmek arzu ettim. Fakat maatteessüf şimdilik o arzuma tam muvaffak olamadım. Yirmiotuzdan, beşaltıya indi.
"Ey insan!" dediğim vakit, nefsimi murad ediyorum. Bu ders kendi nefsime has iken, ruhan benimle münasebetdar ve nefsi nefsimden daha hüşyar zatlara belki medâr-ı istifâde olur niyetiyle, "Ondördüncü Lem'anın İkinci Makamı" olarak müdakkik kardeşlerimin tasviblerine havâle ediyorum. Bu ders akıldan ziyade kalbe bakar, delilden ziyade zevke nâzırdır.
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
قَالَتْ يَا اَيُّهَا اْلَمَلَؤُ اِنِّى اُلْقِىَ اِلَىَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمنَ وَ اِنَّهُ بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ