mükâfatın va'di, makamca lâzım geldiği halde, مَغْفِرَةً kelimesiyle işaret ediyor ki: İstikbalde Sahabeler içinde fitneler vasıtasıyla mühim kusurlar olacak. Çünki mağfiret, kusurun vukuuna delâlet eder. Ve o zamanda Sahabeler nazarında en mühim matlub ve en yüksek ihsan, "mağfiret" olacak ve en büyük mükâfat ise; afv ile, mücazat etmemektir. مَغْفِرَةً kelimesi, nasıl bu lâtif imayı gösteriyor. Öyle de Surenin başındaki لِيَغْفِرَلَكَ اللّهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ cümlesiyle münasebetdardır. Surenin başı, hakikî günahlardan mağfiret değil; çünki ismet var, günah yok. Belki makam-ı Nübüvvete lâyık bir mânâ ile Peygamber'e müjde-i mağfiret ve âhirinde Sahabelere mağfiret ile müjde etmekle, o îmaya bir letafet daha katar.
İşte âhir-i Feth'in mezkûr üç âyeti, on vücuh-u i'cazından yalnız ihbar-ı gaybî vechinin çok vücuhundan yalnız yedi vechini bahsettik. Cüz-ü
sh: » (L: 30)
ihtiyarî ve kadere dair Yirmialtıncı Söz'ün âhirinde, şu âhirki âyetin hurufatının vaziyetindeki mühim bir lem'a-i i'caza işaret edilmiştir. Bu âhirki âyet, cümleleriyle Sahabeye baktığı gibi, kayıdlarıyla dahi yine sahabenin ahvaline bakıyor. Ve elfazıyla, Sahabenin evsafını ifade ettikleri gibi, hurufatıyla ve o âyetteki hurufatın tekerrür-ü adediyle yine Ashab-ı Bedir, Uhud, Huneyn, Suffe, Rıdvan gibi tabakat-ı meşhure-i Sahabede bulunan zatlara işaret ettikleri gibi, ilm-i cifrin bir nev'i ve bir anahtarı olan tevâfuk cihetiyle ve ebced hesabıyla daha çok esrarı ifade ediyor.
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Sure-i Feth'in âhirindeki âyetin mânâ-yı işarîsiyle verdiği ihbar-ı gaybî münasebetiyle; gelecek âyette aynı haber, aynı mânâ-yı işarî ile verdiği münasebetle bir nebze ondan bahsedilecek.
BİR TETİMME
وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطًا مُسْتَقِيمًا وَمَنْ يُطِعِ اللّهَ وَ الرَّسُولَ فَاُولئِكَ مَعَ الَّذِينَ اَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِّينَ وَ الصِّدِّيقِينَ وَ الشُّهَدَاءِ وَ الصَّالِحِينَ وَ حَسُنَ اُولئِكَ رَفِيقًا
Bu Âyetin beyanında binler nüktelerinden "İki Nükte"ye işaret edeceğiz.
BİRİNCİ NÜKTE: Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan; mefahimiyle, mânâ-yı sarihiyle ifade-i hakaik ettiği gibi; üslûblariyle, hey'atıyla çok maânî-i işariyeyi dahi ifade ediyor. Her bir âyetin çok tabaka-i mânâları var. Kur'an, ilm-i muhitten geldiği için, bütün mânâları murad olabilir. İnsanın cüz'î fikri ve şahsî iradesiyle olan kelâmlar gibi bir iki mânâya inhisar etmez.
İşte bu sırra binaen Âyât-ı Kur'aniyenin ehl-i tefsir tarafından hadsiz hakaiki beyan edilmiş. Müfessirînin beyan etmediği daha çok hakaiki var. Ve bilhassa hurufatında ve mânâ-yı sârihinden başka, işârâtında çok ulûm-u mühimme vardır.
İKİNCİ NÜKTE: İşte bu Âyet-i Kerime مِنَ النَّبِيِّينَ وَ الصِّدِّيقِينَ وَ الشُّهَدَاءِ وَ الصَّالِحِينَ وَ حَسُنَ اُولئِكَ رَفِيقًا tâbiriyle, sırat-ı müstakîmin ehli ve hakikî niam-ı İlâhiyyeye mazhar nev-i beşerdeki taife-i Enbiya ve kafile-i Sıddîkîn ve cemaat-i şüheda ve esnâf-ı sâlihîn ve envâ-ı tâbiînin bulunduklarını ifade etmekle beraber, Âlem-i
sh: » (L: 31)
İslâmiyette o beş kısmın en mükemmelini dahi ayrıca sarahaten gösterdikten sonra o beş kısmın imamları ve baştaki rüesalarını sıfât-ı meşhureleriyle zikretmekle onlara delâlet edip ifade ettiği gibi, ihbar-ı gayb nev'inden bir lem'a-i i'caz ile o taifelerin istikbaldeki reislerinin vaziyetlerini bir vecihle tayin ediyor. Evet مِنَ النَّبِيِّينَ nasılki sarahatle Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'a bakıyor. وَالصِّدِّيقِينَ fıkrasıyla Ebu Bekir-is Sıddîk'a bakıyor. Hem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'dan sonra ikinci olduğuna ve en evvel yerine geçeceğine ve " Sıddîk " ismi, ümmetçe ona ünvan-ı mahsus ve Sıddîkînlerin başında görüneceğine işaret ettiği gibi, وَالشُّهَدَاءِ kelimesiyle Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali Rıdvanullahi Aleyhim Ecmaîn'i üçünü beraber ifade ediyor. Hem üçü Sıddîk'tan sonra Nübüvvetin hilâfetine mazhar olacaklarını ve üçü de şehid olacaklarını, fazilet-i şEhadetleri de sair fezâillerine ilâve edileceğini işaret ve gaybî bir surette ifade ediyor. وَالصَّالِحِينَ kelimesiyle Ashab-ı Suffe, Bedir, Rıdvan gibi mümtaz zevâta işaret ederek وَ حَسُنَ اُولئِكَ رَفِيقًا cümlesiyle mânâ-yı sârihiyle onların ittibaına teşvik ve Tâbiînlerdeki tebaiyeti çok müşerref ve güzel göstermekle, mânâ-yı işarisiyle hülefâ-i erbaanın beşincisi olarak ve اِنَّ الْخِلاَفَةَ بَعْدِى ثَلاَثُونَ سَنَةً Hadîs-i şerifin hükmünü tasdik ettiren müddet-i hilafeti azlığiyle beraber kıymetini azîm göstermek için o mânâ-yı işarisiyle Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh'ı gösterir.
Elhasıl: Sure-i Feth'in âhirki Âyeti, hülefâ-i erbaaya baktığı gibi, bu Âyet dahi te'yiden, ihbar-ı gayb nev'inden onların istikbaldeki vaziyetlerine kısmen işaret suretiyle bakar. İşte Kur'anın envâ-ı i'cazından olan ihbar-ı gayb nev'inin lemaat-ı i'caziyesi âyât-ı Kur'aniyede o kadar çoktur ki, hasra gelmez. Ehl-i zâhirin kırk elli âyete hasretmeleri, nazar-ı zâhirî iledir. Hakikatta ise binden geçer. Bazen bir âyette dört beş vecihle ihbar-ı gaybî bulunur.
رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
sh: » (L: 32)
BU TETİMMEYE İKİNCİ BİR İZAH (*)
Şu âhir-i Feth'in işaret-i gaybiyesini te'yid eden, hem Fatiha-i Şerîfe'deki sırat-ı müstakim ehli ve صِرَاطَ الّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ Âyetindeki murad kimler olduğunu beyan eden, hem ebed-ül âbâdın pek uzun yolunda en nuranî, ünsiyetli, kesretli, cazibedar bir kafile-i rüfekayı gösteren ve ehl-i îman ve ashâb-ı şuuru şiddetle o kafileye tebaiyyet noktasında iltihak ve refakata mu'cizane sevkeden şu Âyet فَاُولئِكَ مَعَ الَّذِينَ اَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِّينَ وَ الصِّدِّيقِينَ وَ الشُّهَدَاءِ وَ الصَّالِحِينَ وَ حَسُنَ اُولئِكَ رَفِيقًا yine âhir-i Feth'in âhirki Âyeti gibi İlm-i Belâgat'ta "maarîz-ul kelâm" ve "müstetbeât-üt terâkib" tâbir edilen mânâ-yı maksuddan başka işarî ve remzî mânâlarla hülefa-i erbaa ve beşinci halife olan Hazret-i Hasan'a (R.A.) işaret ediyor. Gaybî umûrdan birkaç cihette haber veriyor. Şöyle ki:
Nasılki şu âyet, mânâ-yı sarîhi ile nev-i beşerde niam-ı âliye-i İlahiyyeye mazhar olan ehl-i sırat-ı müstakim olan kafile-i Enbiya ve taife-i sıddıkîn ve cemaat-ı şüheda ve envâ-ı sâlihîn ve sınıf-ı tâbiîn; "muhsinîn" olduğunu ifade ettiği gibi, âlem-i İslâmda dahi o taifelerin en ekmeli ve en efdali bulunduğunu ve Nebiyy-i Âhirzaman'ın sırr-ı veraset-i Nübüvvetten teselsül eden taife-i verese-i Enbiya ve Sıddîk-ı Ekber'in maden-i sıddîkiyetinden teselsül eden kafile-i Sıddıkîn ve hülefa-yı selâsenin şEhadet mertebesiyle merbut bulunan kafile-i şüheda, وَ الّذِينَ آمَنُوا وَ عَمِلُوا الصّالِحَاتِ sırrıyla bağlanan cemaat-ı sâlihîn ve قُلْ اِنْ كُنْتُمْ ُتحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللّهُ sırrını imtisal eden ve Sahabelerin ve Hülefa-yı Raşidîn'in refakatinde giden esnaf-ı tâbiîni ihbar-ı gaybî nev'inden gösterdiği gibi, وَالصِّدِّيقِينَ kelimesiyle mânâ-yı işarî cihetinde Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan sonra makamına geçecek ve halifesi olacak ve ümmetçe "Sıddık" ünvanıyla şöhret bulacak ve Sıddîkîn kafilesinin reisi olacak Hazret-i Ebu Bekir-is Sıddîk'ı ihbar ediyor. وَالشُّهَدَاءِ
___________________________
(*) Kardeşlerim her ikisini faydalı bulmasından, iki izahı beraber kaydetmişler; yoksa biri kâfi idi.
sh: » (L: 33)
kelimesiyle Hülefa-yı Raşidîn'den üçünün şEhadetini haber veriyor ve Sıddık'tan sonra üç şehid, halife olacaklar. Çünki "şüheda" cem'dir. Cem'in ekalli üçtür. Demek Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali (Radıyallahü Anhüm) Sıddık'tan sonra riyaset-i İslâmiyete geçecekler ve şehid olacaklar. Aynı haber-i gaybî vukubulmuştur. Hem وَالصَّالِحِينَ kaydıyla Ehl-i Suffe gibi taat ve ibadette Tevrat'ın senasına mazhar olmuş ehl-i salahat ve takva ve ibadet, istikbalde kesretle bulunacağını ihbar etmekle beraber, وَ حَسُنَ اُولئِكَ رَفِيقًا cümlesi; Sahabeye, ilim ve amelde refakat ve tebaiyet eden Tâbiînlerin tebaiyetini tahsin etmekle, ebed yolunda o dört kafilenin refakatlarını hasen ve güzel göstermekle beraber; Hazret-i Hasan'ın (R.A.) birkaç ay gibi kısacık müddet-i hilâfeti, çendan az idi. Fakat اِنَّ الْخِلاَفَةَ بَعْدِى ثَلاَثُونَ سَنَةً hükmüyle ve o ihbar-ı gaybiye-i Nebeviyenin tasdiki ile ve اِنَّ ابْنِى حَسَنٌ هذَا سَيِّدٌ سَيُصْلِحُ اللّهُ بِهِ بَيْنَ فِئَتَيْنِ عَظِيمَتَيْنِ Hadîsindeki mu'cizane ihbar-ı gaybi-yi Nebevîyi tasdik eden; ve iki büyük ordu, iki cemaat-ı azîme-i İslâmiyenin Musâlâhasını temin eden ve nizaı ortalarından kaldıran Hazret-i Hasan'ın (R.A.) kısacık müddet-i hilâfetini ehemmiyetli gösterip, hülefa-i erbaaya bir beşinci halife göstermek için, ihbar-ı gaybî nev'inden mânâ-yı işarîsiyle ve وَ حَسُنَ اُولئِكَ رَفِيقًا kelimesinde beşinci halifenin ismine İlm-i Belâgat'ta "müstetbeat-üt terakib" tabîr edilen bir sır ile işaret ediyor.
İşte mezkûr işarî ihbarlar gibi daha çok sırlar var. Sadedimize gelmediği için şimdilik kapı açılmadı. Kur'an-ı Hakîm'in çok âyâtı var ki, herbir âyet çok vecihlerle ihbar-ı gaybî nev'indendir. Bu nev'i ihbarat-ı gaybiye-i Kur'aniye binlerdir.
رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
* * *
Kur'an-ı Hakîm'in tevâfuk cihetinden tezâhür eden i'cazî nüktelerinden bir nüktesi şudur ki: Kur'an-ı Hakîm'de İsm-i Allah, Rahmân, Rahîm,
sh: » (L: 34)
Rab ve İsm-i Celâl yerindeki Hüve'nin mecmuu, dörtbin küsurdur. بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ (Hesab-ı Ebced'in ikinci nev'i ki, huruf-u heca tertibiyledir) o da dörtbin küsur eder. Büyük adedlerde küçük kesirler, tevâfuku bozmadığından küçük kesirlerden kat-ı nazar edildi. Hem الم tazammun ettiği iki vav-ı atıf ile beraber ikiyüz seksen küsur eder. Aynen Sure-i El-Bakara'nın ikiyüz seksen küsur İsm-i Celâline ve hem ikiyüz seksen küsur âyâtın adedine tevâfuk etmekle beraber, Ebced'in hecaî tarzındaki ikinci hesabıyla, yine dörtbin küsur eder. O da yukarıda zikri geçmiş beş Esmâ-i meşhûrenin adedine tevâfuk etmekle beraber بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرّحِيمِ in kesirlerinden kat-ı nazar, adedine tevâfuk ediyor. Demek bu sırr-ı tevâfuka binaen الم hem müsemmasını tazammun eden bir isimdir, hem El-Bakara'ya isim, hem Kur'ana isim, hem ikisine muhtasar bir fihriste, hem ikisinin enmûzeci ve hülâsası ve çekirdeği, hem بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرّحِيمِ in mücmelidir. Ebced'in meşhur hesabıyla بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرّحِيمِ ism-i Rab adedine müsavi olmakla beraber, الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ deki müşedded ( ر ) iki ( ر ) sayılsa; o vakit dokuzyüz doksan olup, pek çok esrar-ı mühimmeye medâr olup, ondokuz harfiyle ondokuz bin âlemin miftahıdır. Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'da Lafza-i Celalin tevâfukat-ı lâtifesindendir ki, bütün Kur'anda sahifenin âhirki satırın yukarı kısmında seksen Lafza-i Celal, birbirine tevâfukla baktığı gibi, aşağıki kısımda da aynen seksen Lafza-i Celal, birbirine tevâfukla bakar. Tam o âhirki satırın ortasında yine ellibeş Lafza-i Celal, birbiri üstüne düşüp ittihad ederek güya ellibeş Lafza-i Celalden terekküb etmiş birtek Lafza-i Celaldir. Âhirki satırın başında yalnız ve bazı üç harfli kısa bir kelime fasıla ile yirmibeş tam tevâfukla tam ortadaki ellibeşin tam tevâfukuna zammedilince seksen tevâfuk olup, o satırın nısf-ı evvelindeki seksen tevâfuka ve nısf-ı âhirdeki yine seksen tevâfuka tevâfuk ediyor. Acaba böyle lâtif, zarif, muntazam, mevzun, i'cazlı bu tevâfukat; nüktesiz, hikmetsiz olur mu?
sh: » (L: 35)
Hâşâ, olamaz. Belki o tevâfukatın ucuyla mühim bir define açılabilir.
رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ