Lütuf ve kerem sahibi Yüce Allah’a hamd;
Rasulullah Efendimize, Ehl-i Beyt’ine, Sahabe-i Kiram’a salât ve selâm…
Merhaba dostlar,
Her müslüman gibi sizler de imanın bir gereği olarak, bir ‘Allah bilgisi’ne ve ‘Allah sevgisi’ne sahipsiniz, elhamdülillah.
Zira kalplerimizde taşıdığımız iman nuru bu iki cevherden oluşuyor. Ancak, bu iki çekirdeğin, büyüyüp olgunlaşarak bir ‘iman ağacı’ oluşturması gerekiyor. Yoksa toprağın altında çürüyüp gitmeye mahkûm birer tohum haline gelirler, Allah muhafaza…
Diyelim ki siz, bu iki çekirdeğin bakımını yaptınız;
İman ağacını büyütme ve yaşatmak için yapmanız gerekenleri ve yapmamanız gerekenleri öğrenip yeterli ilim sahibi oldunuz,
Ağacın büyümesi için gerekli güneş ışığı hükmünde olan ibadet ve hayırlarla meşgul oldunuz,
Etraftaki ayrık otları olan hata ve günahları da tövbe çapasıyla bir güzel temizlediniz,
Üzerine, topraktaki elementlerin emilmesine benzer, zikir, fikir ve muhasebe gibi gıdalarını da verdiniz vs…
Ne olur?
İman ağacınız, tez zamanda serpilip büyümeye, uzun vadede de olgunlaşıp meyve vermeye durmaz mı?...
O meyveler ki hakiki kulluktur; iman hakikatleridir, Marifetullah (Allah’ı tanıma), muhabbetullahtır (Allah sevgisi), mehafetullahtır (Allah kokusu)…
Bir de şöyle bakalım; iman ettiniz ve “elhamdülillah müslümanım” dediniz ama iman ağacının bakımını ihmal ettiniz. Hani, ‘ne kadar olursa’ misali, üzerinde pek durmadınız…
Peki, bu defa ne olur?
Ne olacak, hepinizin tahmin edeceği gibi cılız bir ağaç ve yabani meyveler… Tatsız tuzsuz.
Sevgili dostlar, bu kısa girizgâhtan sonra, gelelim konumuza.
Üzerinde en çok konuşulan konulardan biri olan Allah sevgisinden bahsediyoruz bu ay.
Evet, tasavvuf denildiğinde, birçoğumuzun aklına ‘ilahi aşk’ gelmekte ve doğrusu pek mangalda kül bırakmaksızın, hemen herkes birçok şey anlatabilmekte…
Nedense bu en kolay konuşulan konuyu, biz yeterince anlatabilirmiyiz, bilemiyoruz.
Şöyle bir zihnimizi toparlayıp kalbimizi yokladığımızda, Allahu Teâlâ’yı ne kadar tanıyoruz ki O’nu sevmekten bahsedebilelim diye düşünüyorum. Ariflerden öğrendiğimize göre, nefsini tanımayan Rabbini de tanıyamaz. Peki, nefsimizi tanımak konusunda hangi aşamadayız acaba?...
Görüyorsunuz ya sevgili dostlar, her şey birbirine bağlı, birinci basamağa basmadan onuncu basamaktan bahsetmek ne kadar saçma. Ne abes iş!...
Belki bazı dostlarımız, bu sözlerimizi abartılı bulacaklar, ‘çok derine dalmak’ olarak görecekler ama doğrusu da bu değil mi? Bir elektrik faturası olmadan, adresi doğrulatmadan alış veriş bile yapamadığımız günümüzde; daha nefsini tanımadan ‘Allah sevgisi edebiyatı’ yapmak abes değil mi?...
Akşama kadar bal desek, dilimize bal bulaşır mı? Ne boş beklenti!...
Biz, ahir zaman ümmeti, her şeyin kolayına kaçıyoruz. Her şey emeksiz zahmetsiz olsun, önümüze gelsin istiyoruz. Gelir mi peki?…
“İman edenler, Allah’ı her şeyden daha çok severler.” (Bakara; 165) Deniliyor yüce Kitap’ta. Acaba biz en çok neyi seviyoruz?
Eğlenmeyi mi, ‘çet’leşmeyi mi, müzik dinlemeyi mi, maç seyretmeyi mi, dizi izlemeyi mi?
Arabamızı mı, evimizi mi, yoksa yazlıkta sefa sürmeyi mi?
Eşimizi mi, çocuklarımızı mı?
Çok paramızın olmasını mı, altını mı, borsayı mı?
Makam mevki sahibi olmayı mı, nüfuz sahibi olmayı mı?
Ne dersiniz sevgili dostlar.
Yoksa hepsini birden mi?
Biz, en çok da nefsimizi, onun ardı arkası kesilmeyen heva ve arzularını mı en çok seviyoruz dostlar? Ne dersiniz?...
Sizi bilmem ama dostlar, ben öyle bol keseden ‘Allah sevgisi edebiyatı’ yapmaktan çok korkuyorum. Her halimize vakıf olduğunu düşündükçe tüylerim diken diken oluyor. “Ya şimdi bu yaptığımın veya falan kötü niyetimin tokadını yersem” diye ödüm kopuyor. Hesap gününü göz önüne getirmek de cabası…
Başkalarını bilmeyiz ama dostlar; biz bu ‘Allah sevgisi edebiyatını’ yapamayız. Allah’ı anlatmaya da mecalimiz yok… Ne olur bizi mazur görün.
Varın siz olun, Allahu Teâlâ’ya itaat etmeye, O’nu tanımaya ve sevmeye çalışın.
Bunlar anlatılabilir şeyler değil; tadarak yaşayalım…
SÜLEYMAN KARAKAŞ
GÜLİSTAN DERGİSİ