Davetin hızlandığını zamanlarda müşrikler, Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellemin desteğini ve ümidini kırmak, onu yalnızlaştırmak, halkın ona yönelmesini engellemek için İslam’a girenleri, atalarının dinlerine dönmeye zorlamak kararı aldılar. Ama bir sorunları vardı.
Kabileleri, müslüman da olsa içlerinden birine baskı ve işkence yapılmasına izin vermezlerdi. Ancak bu sorunun çözümünü bulmak zor olmadı. Yeni bir toplantıdan sonra her kabilenin, kendi içlerindeki Müslümanları yola getirmesine karar verildi. Sorun aşılınca neredeyse bir elin parmaklarını bile geçmemiş olan sahabelere işkence yapmaya başladılar.
Büyük İslam davetçisi, ilk öğretmen
Mus’ab b. Umeyr, büyük İslam davetçisi ve ilk öğretmen, işkencenin her çeşidini en yoğun şekilde bir arada yaşayan sahabedir.
O, Mekke’nin en yakışıklı genci, gül bahçesinin en nadide güllerinden biriydi. Annesinin gözünden bile sakındığı biricik oğlu, Kureyş meclislerinin vazgeçilmez delikanlısı Musabu’l Hayr’dı.
Annesi çok zengin bir kadın olduğundan, İslam’ı kabul etmeden önce lüks içinde yaşıyordu. Annesinin ona karşı çok farklı bir muhabbeti ve ayrı bir sevgisi vardı. Ona adeta bağlıydı. Bir an bile olsa gözünün önünden ayrılmasına dayanamaz, her zaman yanında olmasını isterdi.
Ona olan aşırı sevgisinden, Mus’ab b. Umeyr‘in giyim kuşamına çok dikkat eder, onu özenle giydirirdi. Bunun için Mekke’nin en iyi giyinen genci diye bilinirdi. Neredeyse tüm Mekkeliler onu tanır, ona imrenir, onun gibi olmak isterdi.
O, Kureyş meclislerinin gülüydü. Kibarlığı, tatlı dili, güzelliği ile herkesin gözdesi, imrendiği, aradığı biriydi. Nerede bir eğlence, bir dost meclisi varsa Mus’ab b. Umeyr orada ve başköşedeydi. Onun bu kadar sevilmesinin önemli nedenlerinden biri de aynı zamanda ahlaklı, yumuşak huylu biri olmasıydı.
Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellemin davetini duyan Mus’ab b. Umeyr, bu kadar şaşaanın içinden sıyrılmasını bilerek, Efendimizin, Erkam’ın evinden gizlice yürüttüğü davete icabet ederek, ilk Müslümanlardan olma şerefini elde etti.
Davet niçin gizliydi?
O, sırada Efendimiz, sahabelere İslam’a girdiklerini gizlemelerini emrediyordu. Zira o dönemde, davetin sağlıklı yürümesi bunu gerektiriyordu. Mus’ab b. Umeyr de Allah Rasulu sallallahu aleyhi vesellemin bu emrine uyarak, Müslüman olduğunu çevresinden ve ailesinden gizledi.
Annesi dediğini yaptıran, tuttuğunu koparan bir hanımdı. Müslüman olduğunu duyarsa onu dininden döndürmek için elinden gelen her şeyi yapacağını çok iyi biliyordu. Kendisini çok sevse de atalarının dinine dönmedikçe onun peşini asla bırakmazdı. Sonraki olaylar, Mus’ab b. Umeyr’in bu konudaki düşüncelerini haklı çıkardı.
O da diğer sahabeler gibi acının her çeşidini en uç noktada yaşayarak, asrımızın Musablarına, Sümeyyelerine örnek ve teselli oldu.
Daha İslam’a girer girmez başlamıştı bu acı, Erkam’ın evine gizlice girerek İslam’ı kabul ettiğini, kâinatın Rabbini tanıyıp ona iman ettiğini, hakkı ve hakikati idrak ettiğini gururla haykıracağı, bütün sevdikleri ile en içten duygularla paylaşacağı yerde; susmakla ya da susmaya mecbur kalmakla başlamıştı çilesi…
Gizlemek zorunda bırakılmıştı düşüncelerini… Kalbini, aklını, yaşantısını aydınlatan, onları en nadide süslerle bezeyen inancını gizlemişti.
Susmuştu, hakikatin selameti için. Susmuştu, davetin hedefe varması için. Susmuştu, başka Musabların İslam ile tanışmasına engel olmamak için…
Annesinin yaptıkları
Bir gün, çölde, huşu ile Rabbine yönelmiş namaz kılıyordu. Rabbi ile konuşuyor, ona daha iyi kul olabilmesi için yalvarıyordu. Rabbine o kadar samimi bir şekilde yönelmişti ki, Osman b. Talha’nın yakınından geçtiğini fark etmemişti bile. Osman onun namaz kıldığını görünce büyük bir telaşla Mekke’ye koştu. Doğruca Mus’ab’ın annesinin evine gitti. Hızlı hızlı kapıyı vurarak, büyük bir felaketi haber verircesine:
- Çölde Mus’ab’ı gördüm. Namaz kılıyordu. Belli ki atalarının dinini bırakıp Müslüman olmuş, dedi. Osman’ın sözlerini duyan Hünnas Hanım ilk önce duyduklarına inanmadı, anlatılanları reddetti.
- Böyle bir şey olmaz. Benim oğlum, asla atalarının dinini terk etmez.
Ancak bir süre sonra, onu derinden sarsan, kızgınlıktan çılgına çeviren, üzüntüden perişan eden bu haberi kabullenmek mecburiyetinde kaldı. Yıkılmıştı, perişandı. Sinirden yerinde duramıyor, önüne geleni paylıyordu. Bir süre sonra, Mus’ab eve geldi. Olan bitenden habersizdi. İçeri girer girmez, annesi dişi bir kaplan gibi üzerine atılarak, avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı.
Musab bir an neye uğradığını anlamadan şaşırıp kalmıştı. Annesi o kadar şiddetli olarak bağırıyordu ki ne dediği anlaşılmıyordu. Ancak anladığı kelimeleri birleştirince bu öfkenin, İslam’a girdiğinin duyulmasından kaynaklandığını fark etti. Annesini sakinleştirmeye çalıştıysa da başaramadı. Annesi yakınındakilere: “Bunu odaya kilitleyin. Aklı başına gelinceye kadar çıkartmayın. Atalarının dinini terk etmek neymiş öğrensin!” diye bağırdı.
Mus’ab bin Umeyr, aç susuz bırakılmasına rağmen, hapsedildiği yerde sabırla bekliyordu. Günler, haftalar, aylar geçmeye başladı. Ne o dininden ve imanından taviz veriyor, ne de annesi yumuşuyordu.
Dünyanın zevklerine aldanmadı
Lüks hayata, güzel yemeklere, güzel giysilere, eğlenceye alışan oğlunun, birkaç gün içinde aklının başına geleceğini düşünüyordu Hünnas Hanım. Ancak tahmini doğru çıkmadı. Aylar geçtiği halde, oğlu hala direniyordu. Mus’ab’ın sabrı karşısında, kızgınlıktan kendini yiyordu. Nasıl oluyor, hangi güç onu bu kadar sabırlı ve dayanıklı yapıyordu? Buna bir türlü anlam veremiyordu.
Birkaç gün sonra ayaklarına kapanıp af dilemesini beklediği oğlu, aylardır direniyor, en küçük bir pişmanlık belirtisi göstermiyordu. Gururu zaman zaman çok ileri gitmesini istese de anne yüreği ve şefkati buna müsaade etmiyordu. Zaten bu kadarını bile nasıl yaptığına inanamıyordu.
Mus’ab, yanına gidip gelenlerden, Müslümanlardan bir kısmının Habeşistan’a hicret ettiğini duyunca heyecanlandı. Hemen hapisten kaçma planları yapmaya başladı. Başında bekleyen adamı, çeşitli sözlerle yanıltarak, bir yolunu bulup hapisten kaçtı. Yakalanmamak için vakit kaybetmeden, Habeşistan’a doğru yola çıktı. Yol uzun ve tehlikeliydi. Amir bin Rebia ile birlikte binbir tehlikeyi ve zorluğu aşarak Habeşistan’a ulaştılar…
Bir süre Habeşistan’da kalan Mus’ab b. Umeyr, Mekkelilerin ileri gelenlerinin Müslüman olduğu haberini duyunca geri döndü. Ancak haber yalandı.
Uzun yoldan gelen Mus’ab, Mekke’ye geri döndüğünde üstü başı, toz toprak içerisindeydi. Annesi onu bu halde görünce çok kızdı. “Benim böyle bir oğlum yoktur” diyerek, onu evlatlıktan reddetti. Mus’ab ise bütün şefkati ve merhameti ile yaklaşarak annesine şöyle diyordu:
- Ey anneciğim! Ben seni iyiliğe çağırıyorum. Senin için üzülüyorum. Gel, Allah’tan başka ilah olmadığına Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin Allah’ın kulu ve Rasulü olduğuna şehadet et!
Annesi kızıyor, bir taraftan da niçin Müslüman olmadığını haykırıyordu, insanlığın tarih sayfalarına…
- Yıldızlara yemin olsun ki, senin dinine girmem. Yoksa kimse benim fikrime önem vermez, aklıma güvenmez, diyerek, işte bütün gerçek korkusunu ifade ediyordu. Ana ve oğlun durumu, bundan ibaretti.
DR. ELİF HİLAL KARA – ABDULLAH KARA
GÜLİSTAN DERGİSİ