RAHMET TAŞIYAN TEMİZ RUHLAR
Ruh hakkında bize çok az bilgi verilmiştir. Onun aslını ve sırrını sadece Yüce Allah bilir. Biz ancak, ruhlar vasıtasıyla bize gelen ilâhi ilim, hikmet, muhabbet, rahmet, yardım ve ikramlara bakıp ruh hakkında bir derece bilgi sahibi olabiliriz. Bu yazımızda konunun hassasiyetini de göz önünde bulundurarak, temiz ruhlara verilen yetki ve bu ruhların insanlara yardımını bir nebze olsun açıklamaya çalışacağız.
Ruhlar alemi ve ruhların halleri üzerinde farklı görüşler vardır. Ruhlarla irtibat, onlardan istifade, ruhların birbirine yardımı, kabir alemindeki ruhların dünyadakilere, dünyada bulunan ruhların kabirdekilere fayda verip vermeyeceği konularında değişik fikirler söylenmiştir. Özelikle sufiler ruh ve ruhaniyet üzerinde çok durmuş, ruhların buluşması, görüşmesi ve yardımlaşmasıyla ilgili pek çok örnek nakledip, bu yolla birçok ilim ve manevi hal edinildiğini söylemişlerdir. Zamanımızda da bu tür meseleler gündemdedir.
BİR YANLIŞ İNANÇ VE HAKİKAT
Önce “tenasüh” ile “temessül”ü karıştırmamak gerekir. Tenasüh, bir ruhun kendi bedeninden ayrıldıktan sonra, bir başka varlığın, mesela insan veya hayvanın bedenine geçmesi ve böylece varlığını yeni vücutta devam ettirmesidir. Bu anlayış yanlıştır, dinimizde bunun yeri ve delili yoktur.
Temessül ise, ruhun asli hali devam ederken başka bir şekle girip, ayrı bir görüntü ile görülmesidir. Bu mümkün ve vakidir. Vahiy meleği Hz. Cebrail’in insan suretinde görülmesi, şehitlerin ruhlarının değişik şekillere girerek müminlere yardım etmesi, Peygamberimiz s.a.v.’in vefatından sonra ümmetinden bazılarına görünmesi, velilerin uzaktaki insanlara himmet ve tasarrufu bu şekildedir. Burada hepsinin ilâhi izne bağlı olduğunu, Allah’tan başka hiç kimsenin kendi başına bir fayda veya zarar verme yetkisine sahip olmadığını hatırlatmalıyız.
Bütün ruhlar Yüce Allah’ın sevk ve idaresindedir. O, bazı ruhlara özel vazifeler gördürmektedir. Bu tercih O’nundur ve sebepler aleminde kendisinin koyduğu bir kanundur. Yüce Allah dilerse bulutsuz yağmur yağdırır, ağaçsız meyve yaratır, hiçbir sebebe bağlı olmaksızın öldürür, diriltir.
Kur’an-ı Hakim’de ruh, değişik manalarda kullanılmıştır. Ruh, rahmet manasına gelir. “Allah onları tarafından bir ruhla destekledi.” (Mücadile, 22) ayetindeki ruh, rahmet manasındadır. Ayrıca ruh ifadesi bedendeki hayat, bu hayatın devamını sağlayan manevi cevher, ilâhi emir, vahiy, Kur’an, Cebrail, büyük bir melek ve Hz. İsa a.s. için de kullanılmıştır. (Firuzâbâdî, Besâiru Zevi’t-Temyiz; Ebu’l-Beka, el-Külliyyât)
KUDSİ RUHUN SIFATI VE VAZİFESİ
Arifler der ki: Günah kirlerinden temizlenmiş ve ilâhi aşk ile yükselmiş ruhlar, Yüce Allah’ın özel ve güzel işlerde görevlendirdiği meleklerin arasına katılırlar. Onlara “cündullah” (Allah’ın askerleri) denir. İlâhi huzurda kabul görmüş temiz ruhlar, gayb ve melekler aleminin özelliklerine uygun sıfatlara sahip olurlar. Kendilerine özel yetkiler ve görevler verilir. Birinci görevleri Yüce Allah’ı zikir, sena ve övmektir. Sonra diğer insanları irşat, özellikle zayıf müminlere yardım etmek, onları dua, sevgi ve feyz ile desteklemek gelir.
Günah ve gafletten tertemiz olup ilâhi huzurda kabul gören ve Yüce Allah’ın sevgilisi olan ruhlara kudsî ruh denir. Kudsî, el-Kuddûs olan Allah’a vuslat ile şereflenmiş, böylece kudsiyet kazanmış, temiz ve pak olmuş, yücelmiş varlık demektir. Bu kudsî ruh sahiplerinin başında Hz. Rasulullah s.a.v. Efendimiz gelir. Onu diğer peygamberler ve salihler takip eder. Melekler de bu kudsîler ordusunun içindedir.
Yüce Allah dilediklerine bu ruhlar vasıtasıyla birçok ilim, hikmet, sevgi, feyiz ve yardım ulaştırır. Bu faydayı ulaştıran ruhun berzah aleminde, fayda görenin de dünyada olması buna mani olmaz. Bu yardım vefat eden kimsenin topraktaki cismi ile değil, yüksek makamlarda nur ve safa içinde yüzen ruhu ile olmaktadır.
Melekler ve ruh, değişik şekillere girebilir, farklı suretlerde görünebilirler. Buna temessül etmek denir. Onun gerçekleştiği aleme arifler “Misal Alemi” derler (Subkî, Tabakatu’ş-Şâfiiyyetü’l-Kübra). Nitekim Hz. Cebrail a.s., Hz. Meryem’e güzel bir insan suretinde görünmüştür. (Meryem, 17) Melekler bu yolla peygamberler, sahabiler ve salihlerle görüşmüşlerdir. Peygamberlerin ve velilerin ruhaniyet yoluyla uzaktaki müminleri görmeleri ve onlara yardım etmeleri de ruh ile olmaktadır. Bunun örnekleri çoktur.
RUHLARLA GELEN İLAHİ YARDIMLAR
Bazı müfessirler, Hz. Yakub a.s.’ın, oğlu Hz. Yusuf a.s.’a ruhaniyet yoluyla temessül ederek yardım ettiğini ve kendisini kötü fiile bulaşmaktan kurtardığını nakletmişlerdir. (Taberî, Camiu’l-Beyan; Razî, Tefsir-i Kebir; İbnu Kesir, Tefsir; Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur; Âlusî, Ruhu’l-Meânî)
Hz. Rasulullah s.a.v. Efendimiz, ümmetinin nerede olursa olsun kendisine okuduğu salât ve selamı işittiğini, okuyanı tanıdığını, ona karşılık verdiğini, ümmetinin amellerinin kendisine arz edildiğini, onların içinde iyilik görünce sevindiğini, kötülük görünce üzülüp affı için istiğfar ettiğini müjdelemiştir. (Ahmed, Müsned; Ebu Davud; Tabaranî, el-Evsat; Bezzar, Müsned; Heysemî, Mecmau’z-Zevaid)
Bütün bunlar, O’nun, ümmetine ruhaniyet yoluyla yardım etmesi ve onlara şahitlik yapmasıdır. Hz. Rasulullah s.a.v. Efendimiz, ruhaniyet ve temessül yoluyla ümmetinden bazı şahıslara rüyada, bazılarına keşif ve mana aleminde, bazılarına uyanıkken görünmüş ve Allah’ın izniyle nice dertlerine derman olmuş ve olmaya devam etmektedir. İmam Celaluddin Suyutî rh.a. Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in kendisini rüyada gören müminlere ölüm anında bizzat görünerek: “Beni rüyasında gören kimse, mutlaka uyanıkken de görecektir.” (Buharî, Müslim) hadisindeki vaadin ve müjdenin gerçekleştiğini belirtmiştir. Ümmetin seçkin kâmillerinin ise Efendimiz’le hayatları boyunca az veya çok görüşme şerefine erdiklerini kaydetmiştir (Suyutî, el-Hâvi lil Fetava).
Ancak bu tür bir görüşmenin gerçekleşmesi ve devamı için insanın Sünnet-i Seniyye’den zerre kadar ayrılmaması, gece gündüz edebini koruması gerekli görülmüştür. Allame Alusî rh.a., bu şarta şu kaydı ekler: “Ümmetin, Allah Rasulü ile kalp bağı ne kadar kuvvetli olursa, kendisiyle görüşmeleri de o derece kuvvetli ve devamlı olur. Bu görüşme bazı salihler için ölüm anında olur. Çünkü o anda kalben tam bir yöneliş ve beraberlik meydana gelir.”
Hz.Ömer r.a.’ın hadisesi de ruhaniyet yoluyla yardımlaşmaya güzel bir örnektir. Hz Ömer r.a., Medine’de halka hutbe verirken, Nihavent’te savaşan İslâm ordusunun düşman karşısında sıkıştığını maneviyat yoluyla gördü. Hutbesini kesip ordu komutanı Sâriye’ye r.a.: “Ya Sâriye! Orduyu dağa çek.” diye seslendi. Sâriye r.a. aynı anda bu sesi işitti ve öyle hareket ederek düşmana galip geldi. (Ebu Nuaym, Delailü’n-Nübüvve; İbnu Hacer, el-İsabe; Kahdehlevî, Hayatu’s-Sahabe)
RİCALÜ'L-GAYB: HİMMET VE HİZMET ORDUSU
Müfessir Fahruddin Razî rh.a. başta olmak üzere diğer bir kısım müfessirler Naziat Suresi’nde geçen: “İşleri düzenleyip yönetenlere yemin olsun ki...” ayetinin tefsirinde, Allah tarafından kendilerine yemin edilenlerin melekler olabileceği gibi, vefatlarından sonra veya manevi terbiye denen seyr u süluk neticesinde yüksek makamlara çıkıp meleklere karışan kudsî ruhların da olabileceğini söylemişlerdir. Bu ruhların Allah’ın izniyle, rüya, himmet, keşif, tasarruf gibi yollarla diğer insanların yardımına koştukları, onların irşadına yardımcı oldukları ve onları terbiye ettikleri belirtilmiştir. (Razî, Tefsir-i Kebir; Bursevî, Ruhu’l-Beyan; Âlusî, Ruhu’l-Meânî; Hamdi Yazır, Hak Dini)
Rasulullah s.a.v. Efendimiz, ümmeti içinden kıyamete kadar eksik olmayacak bir grup veliyi “ebdal” ismiyle tanıtmıştır. Onların bereketiyle insanların yağmura kavuştuklarını, nice belalardan kurtulduklarını ve onların dualarıyla müminlerin Allah’ın yardımına ulaştıklarını haber vermiştir. (Ahmed, Müsned; Tabaranî, el-Kebir; Suyutî, el-Haberu’d-Dâl (el-Hâvi içinde); Heysemî, ez-Zevaid)
Halk arasında bu velilere Ricalü’l-Gayb, Yediler, Kırklar gibi isimler verilmiştir. Bu rakamlar; “Ümmetimden kırk kişi Hz. İbrahim’in kalbi (hâli ve meşrebi) üzere bulunur. Onların bereketiyle yeryüzündekilere rahmet edilir.” hadisinde geçmektedir. (Ebu Nuaym, Hilye; Tabaranî, el-Kebir; Heysemî, ez-Zevaid)
RUHLARIN TANIŞMASI
Temiz ruhlar, Yüce Allah’a aşıktır. Onlar yerde gökte Yüce Allah’a ait şeyler arar, sevgiyi yoklar, ihlâsı koklar, Arş’a kimden ne çıktığına bakarlar. Oraya kim yönelmişse onu sever, tanır ve kendisine dua ederler. Böylece ruhlar o iklimde tanışmış olurlar. Bu durumu Efendimiz s.a.v. şöyle ifade buyurmuşlardır: “İki müminin ruhu bir günlük mesafede karşılaşıp tanışır. Halbuki onlar birbirlerini zahiren hiç görmemişlerdir.” (Buharî)
Herim b. Hayyan rh.a. anlatır:
“Veysel Karanî Hazretleri’ni görmek için Kûfe’ye gittim. Tek arzum kendisiyle görüşmek ve hayır duasını almaktı. Onu öğle vakti Fırat kenarında abdest alırken buldum. Kendisini ilk defa görüyordum. Anlatılan vasıflarından onu tanıdım. Yanına vardım, selam verdim. O da selamımı aldı ve:
- Allah sana rahmet etsin. Nasılsın ey Herim b. Hayyan? dedi. Ben, benim ve babamım ismini nereden bildi diye hayret ettim. Kendisine:
- Allah sana rahmet etsin, benim ve babamın ismini nereden bildin? Bundan önce seni hiç görmemiştim, dedim. Biraz sükût etti ve:
- Bana senin ve babanın ismini her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah bildirdi. Nefsim seninle konuşurken ruhum senin ruhunu tanıdı. Hiç şüphesiz bedenler birbiri ile tanışıp kaynaştığı gibi, ruhlar da Allah sevgisiyle birbirlerini tanırlar ve severler. Zahiren hiç karşılaşmamış, tanışmamış olsalar ve oturdukları yerler çok uzak da olsa bu böyledir, dedi. (İbnu Asakir, Tarihu Dımaşk; Ebu Nuaym, Hilye; Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ)
İrşad kutbu Gavs-ı Sani Hazretleri bu mühim konuya şöyle işaret etmiştir: “Nice insanlar vardır ki, devamlı evliyanın yanında bulunur; fakat niyeti Allah rızası değildir. O kimse evliyadan çok uzaktır. Bazı insanlar ise bedeniyle evliyadan çok uzakta bulunur, fakat kalbi Allah rızasına aşıktır, ihlâs üzere yaşar. Veliler o kimseyi tanır ve severler. Halbuki o kimse evliyayı hiç görmemiştir.”
TEMİZ RUHLARDAN İSTİFADE YOLU
Temiz ruhlardan istifade edebilmek için, onları Allah’ın rahmet ordusu görüp, kendilerine sevgi ile yönelmek ve samimi olarak yardımlarını istemek gerekir. Allah yolunda ileride olanlar, kendileriyle aynı yolda olup da geride kalanlara destek verir, onları çaresiz ve yalnız bırakmazlar.
Allah dostları vefa sahibidir. Onlar Allah Rasulü s.a.v’in ahlâkına sahiptir. İnsanların yükünü ve çilesini çekmek, dertleriyle dertlenmek, elindeki imkânla başkasına yardım etmek, bir yüzün gülmesi için göz yaşı dökmek peygamber ahlâkıdır.
Yüce Allah, bir veli kuluna ilim, hikmet, sevgi, feyz, nur, şefaat, tasarruf, güzel ahlâk gibi manevi nimetlerden ne vermişse, onun şükrü Yüce Allah’a hamd etmek ve bu nimetlerden başkalarını hissedar ederek onların da şükrüne sebep olmaktır. Velinin himmeti Allah’ın rahmetidir. O rahmet, erkek-kadın, genç-ihtiyar herkesin saadet sebebidir. Veli, Yüce Allah’ın özel dostluk tecellisine mazhar olmuş kimsedir. İlâhi sır sahibidir. Kâmil mürşid, herkesi zengin edecek bir hazinedir. Onda diğer insanların alacağı çok şey vardır. Hadis-i şerifte belirtildiği gibi, Allah dostlarının kalpleri, hidayet lambaları ve takva nuru ile dolu feyz kaplarıdır. (Hakim, Müstedrek; İbnu Mace, Fiten; Ahmed) Onların meclislerine giren, kalplerine emanet edilen nura yönelen ve ondan nasiplenen kimse, Yüce Allah’ı tanımanın zevkine ulaşır.
Bir şeyi elde etmenin yolu onun peşine düşmektir. Allah dostları kendisine inanan ve yönelen kimseye fayda verir. Münkir ve kibirli kimse, her gün peygamberi görse bir şey anlamaz, istifade edemez. Kendisini muhtaç görmeyen kimse bir şey talep etmez. Dil ucuyla değil, gönülden istemek gerekir. İstemenin bir şekli dille istirham etmek, diğeri kalple kâmil mürşidin kalbine yönelmektir. Mürid mümkünse hem dili hem de kalbi ile mürşidine yönelmeli ve onun teveccühünü kendi tarafına çekmelidir. Büyük arif Şah-ı Nakşibend k.s. Hazretleri’ne bir kimsenin hasta olduğu söylendi, onun için teveccüh ve himmet etmesi istendi. Hazret onlara şu edebi hatırlattı:
“Hasta olan kimseye teveccüh edilmesi ve ihtiyacının giderilmesi için, öncelikle hastanın isteğinde ihlâslı olması ve hasta olduğunu kabul ederek içtenlikle şifa istemesi gerekir. Bundan sonra kendisine yönelme olur.” (Ahmed Sıddıkî, Şah-ı Nakşibend)
Dr. Dilaver Selvi