Hayata baktım lâ zamanda, farklı bir pencereden…Hayatta mıydım? Bilmiyorum, belki de nöbetim gelmişti… Yahut nöbeti gelen katil bir elin arasında iken, ruhum dolambaçta kalmış dışarıdan hayata ve hayattan dışarıya bir nazar etmişti…
bir söz gördüm/ bir soru/ bir kız/
bir masa / bir açık kapı
bir katil ve iki el /küfür meyanı/
ve biraz kin
ve biraz gözyaşı
…
Söz ki kıvrım kıvrım semada, söz ki raksediyor sakin sakin… Belli ki acelesi yok yolculuğunun…
Soru ki telaşlı, soru ki ansızın beliriverdi mekânda… Körpecik idi daha, bilemedi nasıl davranması gerektiğini… Kızardı yanakları, çilleri her zamankinden çok belirdi… Zeytin gözlerinden okundu önce utanma, ardından korku ve sonra pişmanlık…
Kız ki anlamsız, kız ki tanımsız… Yanlış bir öykünün yanlış bir yerinde duruyor silueti… Hiçbir veri kıza dair doğruyu söyleyemiyor…
Masa ki yılların yorgunluğuna dayanamıyor, masa ki dört ayağı da tir tir titriyor… ‘Ah Azrail’ diyor, gel hadi gel de görmeden gideyim artık bu kıyameti… Üzerinde ziyafetler verilen, eğlencelere tanıklık ettiği gövdesi, bu kıyamete şahitlik etmek istemiyor belli ki…
Kapı ki bencil, kapı ki kendini saray kapısı sanıyor… Koyu rengiyle, pıhtılaşma aşamasını çoktan geçmiş kan’ı hatırlatıyor… Kapı, içindekileri dışarıya kusmak istiyor… Omuzları dik, başı yukarıya bakıyor… Em’re amade…
Katil ki isyankâr, katil ki parçalıyor önünde ne varsa… Lügatinde sevgiye yer yok… İnsana benzeyen bir mahlûk… Birden sıyrılıyor insanîlikten, özünü sergiliyor vahşice… Ellerini bir manevrayla kurbanının boynuna atıyor… Elleri büyük, elleri güçlü… Ellerinde kan kokusu, ellerinde kin kokusu…
Küfür ki bayıltıyor her nefeste, küfür ki yavaş yavaş siniyor ciğerlere… Yapış yapış oluyor yalayıp geçtiği her yer… Kirli bir renk ve pis bir koku bırakıyor ardında…
Kin ki tâ Kabil’den yadigâr, kin ki simsiyah renkli bir büyücü… Ahval-i hayret-fezânın başkahramanı... Zamanın silemediği bir kara leke…
Gözyaşı ki uzun zamandır bu anı beklercesine zuhur ediyor, gözyaşı ki sanki akmıyor da çisil çisil yağıyor…
Hayata baktım…
Lâ zamanda…
Lâ mekanda…
ve ben gözleri olan bir kör…
ve ben kulakları olan bir sağır…
ve ben dili olan bir lâl idim…
Söz, nazlı nazlı salınarak bitirdi raksını…
Soru, olanları kendinden bildi, pişmanlığından eriyip gitti…
Kız, nefes dahi al(a)madı, donuk yüzüyle sadece baktı…
Masa, yapabileceği tek şeyi yaptı ve sustu…
Kapı, kibrinde zerre kadar eksilme olmadan yavaşça kapandı…
Katil, küfrü sarıp sarmaladı…
Kin, doymak bilmedi, dahasını istedi…
Gözyaşı, kana karışıp aktı, gitti…
Ölüm kokusu sardı dört bir yanı…
Bir ölü/m çığlığı kulakları tırmaladı…
Kızın kalp ölümü gerçekleşmiş idi…
Söz duyulmasa,
Soru peydah olmasa,
Kızın silueti yansımasa,
Yazılmayacaktı bu bâb…
Söz söylendi.
Soru soruldu.
Kız göründü.
Di-li geçmiş zamanın aşkına,
Gözlerden yaş döküldü…