**Bugüne kadar harem hakkında çok şey söylendi, çok şey yazıldı, çizildi.
Oysa zihnimizde oluşturulan harem imajı gerçeğinden çokfarklıydı. Harem diye
yıllarca Batılı oryantalistlerin, yazarların, diplomatların fantezilerini
okuduk. Hiç giremedikleri padişahın evini kendi hayalleri ile süsleyen bu
yazar-çizer takımı bizlerin hareme bakışını yüzyıllardır etkilerken buna bir
de "resmi" çarpıtma eklendi.

Bugüne kadar harem, Batı'nın bildiği değil; öyle olmasını istediği, büyülü,
egzotik bir kurum olarak karşımıza çıktı. Yani hayal mahsulü, belgelere
dayanmayan bir yer. Belgelere dayanması çok zor; çünkü paşidahın özel evi
olan harerne hiç bir yabancının alınması mümkün değildi. Bu nedenle bugün
bile harem diye, Doğu'ya seyahat eden Avrupalı seyyahların, diplomatların
fantezileri ile karşı karşıyayız.

Türkiye'nin yetiştirdiği ve bütün dünyada tarihçilerin piri olarak kabul
edilen Prof. Dr. Halil İnalcık da Batılılar'ın harem hakkındaki tasvirlerini
"hayal ve fantezilerle dolu" olarak tavsif ediyor.*




*HAREMl YÖNETENLER*

*Haremin başı valde sultandır. Padişahın annesidir. Valde sultan ham
"Ustalar ve Kalfalar" aracılığı ile yönetir. Valde sultan ile hükumet arası
da "Kızlar Ağası" veya "Darüssaaı Ağası" vardır.

Ak veya kara harem ağaları ve lı rem kapısını bekleyen Bab us Saaı Ağası da
Kızlar Ağası'na bağlıdı Haremde hizmet gören ustaların i listesi şöyledir:
"Hazinedar usta, çeşnigir usta, çamaşır usta, ibrikdar ust vekil usta,
kethüda kadın, saray usta, Kanbe usta, hastalar ustası, ebe, sütnine, dadı.

Haremde ayrıca, bulundukları dairelerin işlerini gören kalfalar vardır.
Haremi teşkil eden bütün kadınlar gibi onlar da cariyelikten gelmedir; ancak
ustalara oranla daha yüksek mevki sahibidirler.

Harem konusunda en fazla spekülasyon yapılan husus cariye meselesidir.
Cariyelerin hepsini aynı statüde, yani hepsini 'cinsel obje' olmaktan başka
bir şekilde görmeyen bir bakış açısıyla irdelenen Osmanlı Harem'inde cariye
sayısı hep abartılısöyleniyor.

Meşhur tarihçimiz Prof. Dr. Halil İnalcık'a göre "Osmanlı toplumunda cariye
sadece "cinsel obje" olarak görülmemiştir. Hali vakti yerinde olan herkesin
bir veya birkaç cariye sahibi olduğunu kadı miras listelerinden öğreniyoruz.
Ailenin bir ferdi gözü ile bakılan cariyelerin, ev hizmetlerinde olduğu gibi
ekonomik hayatta da önemli yeri vardı.*


HAREMIN KURALLARI

*Haremin kurallarını padişahları bile bozamıyordu. Sıkİ kuralları bakımından
'kadınlar manastın'na benzettiği harem için İnalcık şöyle konuşuyor: "Gelen
cariye bu örgüt içinde sıkı bir disiplin altında uzun bir eğitimden
geçirildikten sonra padişaha taktim edilebilir. Harem örgütünü ve
kurallarını İslam hukuku ve hanedan siyaseti belirlemekteydi. Bunun yanında
ikinci faktör Osmanlıkul sistemidir. Bu sistem Osmanlımerkeziyetçi devlet
sisteminin temel kurumudur. Enderunda ve birun dış hizmetlerde padişaha
mutlak biçimde bağlı görevliler yetiştirmek için her türlü aile kavim ve
kabile bağlarından kopmuşkul ve cariyeleri kullanmak sisternin esasıdır.
Harem cariye örgütü, kul sisteminin tamamlayıcısıdır. Cariyelerin çoğunluğu
saraydan çıkarılarak beylere ve vezirlere zevce olarak verilirdi. Böylece
vali ve kumandanların saray dışındaki vilayetlerde yerli aile ve
hanedanlarla akrabalık kurmaları önlenmiş oluyordu. Bu gibi yerel
ilişkilerin merkeziyetçi mutlak idare için tehlikeleri meydandadır."

Saraya yeni alınan esir kıza acemi deniyor. Bu ilk zamanlarında kendine
Müslümanlık ve Türk İslam adetleri ve adabı, ibadet vb. dini malumatlar,
dikiş-nakış, hanendelik, sazendelik, hikaye anlatma sanatı gibi sanatlar
öğretilirdi. Böylece yetişen acemi, cariyeliğe yükselirdi. İnalcık Hoca'nın
kaydettiğine göre "Esnaf dili ile şagirt olur, sonra kalfa ve usta
derecelerine geçer; gedikli denir. Cariyeler, iki geniş odada yan yana
yatarlar, her beş kızın arasında yaşlı bir kadın yer alırdı. Gedikli
doğrudan doğruya padişah hizmetine verilir, onun haremde yemek, çamaşır ve
benzeri hizmetlerine bakardı. Hünkarın yatağına aldığı gedikli 'ikbal' veya
haseki adıyla anılırdı. Bunlardan padişahın gözdesi olan haseki, padişahın
kadını olurdu. Kadınefendiler, başkadın, ikinci kadın diye sıralanırdı.
Padişahın zevcesi sayılan kadına bir daire ayrılırdı ve yüksek gündelik
tayin edilirdi. Çocuk doğuran haseki ayrıcalık kazanırdı. Bu sistem içinde
her cariyenin belli bir maaşı ve giysisi vardı.*

AHLAK MEKTEBI HAREM

Tarihçi İlhan Bardakçı da, hareme Tanzimatçı kafa ile bakıldığı için çarpık
görüldüğünü belirterek "Tanzimat kafasının tarif ettiği harem yoktur. Yoktur
ama biz İslam tohumu ile yetişen çocuklarımıza, harem düşmanlığı verirken
kendimizi kurşunlamışız. Türk haremi bir mübarek manadır. Batı'nın insan
babası haremlerini incelemek yerine bizim gül kokulu, ahlak mektebi olan
haremlerimizi onlarla kıyaslamışızdır' diyor. Çağatay Uluçay da Harem
kitabında, haremin halifenin evi olduğunu ve bu evde herkesin ibadetini
yapması, Kur'an okuması gerektiğini belirttikten sonra herhalde bu
düşünceden dolayı okuma- yazma bilinmesinin zaruri olduğunu vurguluyordu.
Uluçayeserinde şunları söylüyor: "Gerçekten padişah kadınları okumayazma
biliyorlardı. Hemen hemen hepsinin odasında bir kitaplık vardı. Bunların,
çoğu zaman günlerini okumakla geçirdikleri sanılıyor. Okumanın yanında
mustait cariyelerin bazımüzik aletlerini çalmayı, şarkı söylemeyi, oyun
oynamayı öğrendikleri de kesindir. Bunların dışında cariyeler, dikiş
dikmesini, dantila işlemesini, örgü örmesini de iyi biliyorlardı. Bunları,
bu gün onlardan bize kalan eşyalardan ve elbiselerden görüp anlayabiliyoruz.
Bu sebeble harem bir kültür okulu ve nezaket yuvası olarak karşımıza
çıkmaktadır. Eski saraylılar, acemilere 'Sarayda terbiye olmayan hiç bir
yerde terbiye olamaz, burası terbiye mektebidir' diye korkuturlarmış."*




ÇIPLAK RESiMLER, UYDURMA!*

*Haremle ilgili sık sık yayınlanan çıplak resimlerin aslı esası oıma Batılı
yazar ve çizerlerin fantezileden ibaret olduğu çeşitli araştırma lar
tarafından ifade ediliyor. Hare konusunda önemli eser veren çağau Uluçay
şöyle diyor: "Türkiye'yi ziyaret eden seyyahlardan çoğunun Türkçe'yi
bilmemeleri, Hıristiyan oldu ları için azınlıklarla düşüp kalkmalı ve
onların verdikleri çok zaman hakikate uymayan malumatı en ufak tetkik
süzgecinden geçirmeden kitaplarına kaydetmeleri, onları fahiş hatalar
yapmaya sürüklemiştir. Seyyah ve ressamIarın bizler hakkında verdikleri
hükümlerin, yaptıkları resimleri yazdıkları kitapların ne dereceye kadar
doğru olacağını siz düşünün hükmünüzü verin." (Uluçay, H rem'den Mektuplar,