Abdullah bin Mübarek, bir gün bir yolculuğa çıktı. Baktı ki bir adam, ölmüş bir merkebin başında ağlıyor. Ona niye ağladığını sordu. O da dedi ki: "Ben bu merkebi üç yüz dirheme almıştım. Onunla çocuklarımın nafakasını temin ediyordum. Düştü, burada öldü onun için ağlıyorum."
Abdullah bin Mübarek, ahireti ve salih amelin mükafatını görür gibi olduğu için ona: "Sen bu merkebi sağ iken üçyüz dirheme satın aldın. Ben ise beşyüz dirhem verip ölü iken onu satın alacağım." dedi. Adam kabul etti. Rahatlayarak evine gitti.
O gece uyuyunca, rüyasında haşir meydanının kurulduğunu, kıyametin koptuğunu gördü. Cennette öyle güzel bir merkep gördü ki insan ona bakmaya dayanamıyordu. Dikkatlice bakınca, kendi sattığı merkep olduğunu anladı. Merkep bir meleğin elindeydi ve melek şöyle diyordu: "Ne mutlu ona ki bu merkebe binip sırat köprüsünden şimşek gibi geçecek!" Adam hemen meleğin yanına gitti ve: "Bu benim merkebimdir." dedi. Melek de: "Evet senindi ama sen sabretmedin! Bak onun üstünde 'bu merkep Abdullah bin Mübarek'indir' yazıyor." dedi. Adam uyandı hemen parasını alıp Abdullah bin Mübarek'in yanına gitti ve: "Al paranı, zaten ölü olan hayvanın satışı caiz değildir." dedi. Abdullah bin Mübarek ise şöyle dedi: "Hayır, hayır! Senin rüyada gördüğün o hali, ben daha uyanıkken görmüştüm."
İşte onlar, dünyadayken kıyamette olacak mükafatı görüyorlardı. Böyle düşünmezsek orada bir mükafat göremeyiz. Kıyameti sanki görüyor gibi olursak burada çok iyi şeyler yapabiliriz. Yoksa ayağımızın kaymamasına imkan yoktur! Daima ayağımız kayıyor. Kabir kapısına gittiğimiz zaman da iş bitmiş, elimiz boş kalmış oluyor! İnsan, Allah-u Zülcelal'e karşı ne kadar samimi olursa, samimiyeti derecesinde, Allah-u Zülcelal onu mükafatlandıracaktır.
Seyda Muhammed Konyevi Hz. (K.S)