Sayfa 2/2 İlkİlk 12
14 sonuçtan 11 ile 14 arası

Konu: Nefsin mertebeleri

  1. #11
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Nefsin mertebeleri

    Nefs-i Mardıyye
    Nefs-i Mardıyye


    Allah (c.c) ile kul arasında karşılıklı rızânın bulunduğu, Allâh'ın (c.c) râzı, kulun da râzı edilmiş bulunduğu makamdır. Bir başka deyişle, Allah Teâlâ'nın kendisinden râzı olduğu nefs, ef'al'den kurtulup, tecellî-i esmâ-i Hakk'dan bir cezbe ile ayne'l yakîn müşâhede eden nefsin tavrı demektir. Allah'tan (c.c) tam bir haşyetle korkanlara, ilâhî bir müjde olarak zuhûr eden,
    "Allah onlardan râzı olmuş, onlar da O'ndan râzı olmuşlardır. İşte bu mükâfat, Rabbinden kesin bir haşyet sâhibi olanlara mahsustur" hitâbının mazharıdırlar.
    Adını bu âyet-i kerîmeden alan, ahfâ noktasında makam tutan, Allâh'ın (c.c) ahlâkı ile donanmış, terk-i beşeriyyet (Allah Teâlâ'dan gayrıyı terk), talattuf alâ halkillâh (Allâh'ın mahlûkuna lütf ile muâmele), takarrub ilâllah (Hakk'a kurbiyyet), tefekkür fillah (Cenâb-ı Hakk'ın masnûâtını, eşsiz san'atını tefekkür), safâ fî nûrillah (Allâh'ın taksimine rıza), likâ bizâtillâh (Mârifetullâh'ın kesbi), vasıflarını taşıyan, kâmilin zikri"Yâ Kayyûm"; Seyri, es Seyr anillah; hâli temkin ve hayret; âlemi de âlem-i şehâdettir.
    Nefsin bu altıncı makâmında sâlik, Allah (c.c) ve Resûlünün (a.s.v) yüce ahlâkı ile hem-hâl olduğu için, halk ile Hâlık'ın muhabbetini bir arada cem edebilir, birleştirebilir. Bütün yaratıklara "afv-ı zünûb, setr-i kabâhat, hüsn-i zan, şefkat ve merhamet" dolu nazarlarla bakarlar. Yâni, kimsede kusur aramaz, ayıpları ortaya dökmez, insanları zemmetmez, rıfk ile muâmele ederler. Kalblerden geçenlere muttali oldukları halde, karşılarında bulunan kişilerin vesvese dolu gönüllerinden geçenleri bildikleri halde, yine de onlara arada hiç bir şey yokmuş, hiç bir şeyi bilmiyormuş gibi muâmele ederler.
    Zâhiren, insanların avâmından fark olunmazlar, ama bâtın bakımından toprağı altın yapan kimya maddesi gibi eşi bulunmaz hassu'l hasdırlar. Kendilerine bahşedilen keşif ve kerâmetlere takılıp kalmadan, "huzûr fillah"da, isim, sıfat ve fiil tecellîlerine mazhar olurlar. Meclislerinde bulunanlara mânevi tutum, davranış ve kabiliyetlerine göre, en müessir nasihat ve telkinlerde bulunurlar. işte bu makam "hilâfet-i kübrâ" makâmıdır. İkinci urûcu tamamlayanların, ikinci nüzûl ile, halkı irşâd için izinle indirildikleri "es Seyr anillah" mertebesidir. Ehlullah sınıfına dahildirler.
    Mardiyye makâmında, küllî mahviyyetin sâlikde melekeleşmesi için elzem olan, kendilerini en az bir sene, varlık imtihanı ile hesâba çekmeleri, eğer böyle bir koku hissederlerse, bunu murâkabe ile sadrlarından söküp atmaları gereklidir. Bu makamda nefs tezkiyesi elde edilmiş oluyor, ancak yine de, varlık muhasebesinden vazgeçilmiyor.
    H. Bayezid'in (k.s) otuz dört yıl mücâhededen sonra, yine bir yıl varlık muhâsebesi yaptığı meşhurdur. Nefs-i mardiyye, zâhiren ve bedenen halk, bâtınen ve kalben Hak ile olma sırrına sâhib bahtiyar kulların makâmıdır.
    Cüneyd-i Bağdâdi (k.s) buyuruyor: "Diri o kimsedir ki, hayâtı, yaratıcısının hayâtı iledir. Yoksa, hayâtı, şeklinin bekâsı ile olan diri değildir. Kimin bekâsı nefsinin bekâsı ile olursa o, hâyatında ölüdür. Kimin de hayâtı Rabbıyla olursa, onun hayâtının hakîkati ölümdür (Yani, nefsinin imhâsıdır). Çünkü ancak bu sûretle asıl hâyatına kavuşabilir."
    Nefs mevzûu çok îtina ve dikkat istiyor. Falancanın nefsi ile değil, kendi nefsimizle mücâhede ilk esas oluyor. Mevzûya ışık tutacak bir sofra açalım Niyâzî Mısrî (k.s) hazretlerinin "Mevâid'ul-İrfan" adlı değerli eserinden. On birinci sofrada buyurur ki:
    Bir gün kulların çokluğunu, fakat âbidlerin azlığını, zâhidlerin nâdir olduğunu, âriflerin de (yâni, âriflerden Allâh'a (c.c) yaklaştırılmış olanların) azdan az olduğunu; çoğunluğu fâsıkların, âsîlerin ve kâfirlerin teşkil ettiğini, bana göre bunların Allâh'ın rahmetinden uzak bulunduğunu düşünüyor ve kendi kendime diyordum ki "Acaba bu çoğunluğun hâli ne olacak?
    Biz iyi biliyoruz ki, Yüce Allah Erhamür râhimîndir" Bunun sırrının Allah tarafından açılması için kalbimin burçlarında dolaşıyordum. Birden, bana iki kanatlı büyük bir kapı açıldı. Kanatların birinde şöyle yazılmıştı: "Bu, dünyânın sırrıdır", diğerinde de: "Bu, âhiretin sırrıdır."
    Kapının hemen ardında güzel yüzlü, mütenâsib endamlı, yüzünün nûrundan güneşin utandığı bir genç gördüm. Bana dedi ki; "Sana dünyâ ve âhiretin sırrı açıldı. Üzerindeki beşerî elbiseyi ve izâfî varlığı at, kapıdan içeri gir. Tuhaf bir şey göreceksin ve sana ledünnî ilimler açılacak, Yüce Allâh'a yakın ve uzak olanı bilecek ve dertlerden kurtulacaksın." Çıkardım ve kapıdan içeri girdim. Bana nûrânî bir elbise giydirdi. Bir de baktım ki, ilmim ve anlayışım, kulağım, gözüm, bütün iç ve dış duyularım başka bir ilme, başka bir anlayışa, başka bir kulağa göze ve yeteneklere değişti. Günüm, "arzın başka bir arza, göklerin başka göklere değişip herkesin bir, tek ve Kahhâr olan Allâh'ın huzurunda duracağı gün" oldu. Ve "O'nun zâtından başka her şey helâk olacaktır" âyetinin mânâsı meydana çıktı. Bildim ki, Rabbimin bana giydirdiği elbise, "Hakkânî varlık"tır.
    Sonra o hâlimle yaratılmışlara baktım. Gördüm ki, benim zannımda âbid, zâhid, veliyullah olanların çoğu Allah'tan ve O'nun rahmetinden uzaktır. Onunla Allah (c.c) arasında gösterişten, işittirmeden, kendini beğendirmeden, nefsini temize çıkarmadan, böbürlenmeden, kendi nefsi hakkında yâhut insanlar hakkında Allâh'a kötü zan taşımaktan, ya da zâhiren kendinden aşağı olana hakaret gözüyle bakmaktan meydana gelen bir perde vardır. Halbûki kendisi iyi yaptığını sanıyor. Ve zannımda fâsık, âsi, riyâkâr, sapkın, bid'atçi, mülhid, zındık olanların çoğunu da Allâh'a yakın, Allâh'ın dostu, O'nun sevgilisi gördüm. Bunlar, kalblerinde bulunan üzüntü, zillet, hulûs, Allâh'ı bilme, kendi nefsi ve diğer kullar hakkında Allâh'a iyi zan besleme, herkese tevâzu gösterme gibi sebeplerden bir sebeple Allâh'a yaklaşmışlardı. Gördüm ki uzaklaştırıcı sebeplerin en kuvvetlisi kibir ve şöhret; Allâh'a yaklaştırıcı sebeplerin en kuvvetlisi de tevâzu ve mahviyyettir.
    Aslında yakınlık ve uzaklık varlığı olmayan mevhum şeylerdir ya. Sonra bana: "Benim velîlerim benim kubbelerimin altındadır. Onları benden başka kimse bilmez" kudsi hadîsinin sırrı açıldı. Allah Teâlâ'nın örtüsüyle gayb kubbelerinin altında gizli olan velîleri kimse bilmez. Bunları, izâfi varlığı atanlar bilirler. Peygamber (a.s.v) Efendimiz buyurmuştur: "Varlığın öyle bir günahtır ki, onunla hiç bir günah mukâyese edilmez." Sonra Hakkânî vücûdu giydim ve öylece ikinci defa halka baktım. Bu defa bütün mahlûkatı Allah Teâlâ'ya yakın gördüm. Gözüm önceki bakışında aldanmış olduğundan üzüntü içerisinde bana döndü. Sonra bana daha başka sırlar ve bilgiler de açıldı ki, onları ifşâ etmek helâl değildir. İşte o vakitten beri o görüş ve o varlık benden hiç gitmedi. Allâh'a hamdolsun.
    İşte bu makam, varlık elbisesini atıp, Hakkânî hil'ati giyenlerin makâmıdır. Aslında, mü'min-i muvahhidin bu hil'ati giymesi gerekir ki, bundan öte mertebeler de var şüphesiz.
    Ancak, burda bir vâcibi unutmamak lâzımdır. Allah (c.c) için sevmek, Allah için buğz etmek vardır. Seyr-i sülûkta terakki ile, râdiyye, mardiyye menziline vâsıl olan sâlik bilir ki, Allâh'ın mahlûkunu ve insanları sevmek, merhamet nazarıyla bakmak, Allah için buğz etmeye mâni değildir. Zîra küfre, şirke, isyâna, müşriklere ve âsîlere Allah için kızmak vâcibtir.
    Yine, sâlikin dikkat edeceği bir husus da, hatâyı kabul etmeyen, kusuru affetmeyen, bir aybı örtmeyen, zerrenin hesâbını soran, azı çoğu kıskanan, acınmak isteyen ama kendisi acımayan, hata ve unutmayı cezalandıran, affetmeyen, koğuculuk ve iftira ile insanları birbirine düşüren, birbirinden uzaklaştıranlardan âzamî sakınması gerekir ki bu hataların çoğunun bir araya gelmesi, dinde ziyandır. Onlardan uzaklaşmak sâlikin seyrine devamı için tercihe şâyandır.
    Zîra râzı olsalar yüzden gülerler, kızsalar, içleri kin dolar, zâhirleri elbise, bâtınları düşmanlık giymiştir. Dikkat etmek elzemdir. Halbûki insanlara Allâh'ın (c.c) nûruyla bakmak en güzelidir. Bu durumda, zulmette nûr, zehirde panzehir, düşmanlarda dost, kahırda lütuf ve o kadar çok çeşitli ve zıt aynalar içerisinde bir tek vecih ve bir tek cemâl görünür.
    Gazzâli (k.s) "Kâinatta olduğundan daha güzeli yoktur" demiştir. Bir beyitte şöyle dile getirilir:
    "Âlemin nakşını hep hayâl gördüm
    Ol hayâl içre bir cemâl gördüm.
    Heme âlem çü mazhâr-ı Hakk'tır
    Ânın çün kamu kemâl gördüm."
    İşte bu durumda bütün insanlar, nazarında bir olur. Zâhire değil, mazhara teveccüh etmeli. Nakşa bakmalı ama nakkâşı görmeli. Evet, ayne'l yakîn mertebesinde olan sâlik, buradan bir cezbe ile yedinci makâma yükselip kendisine Hakk'al yakîn hâsıl olur. Bu mertebeye hakk'al yakîn, ahadiyyet, cem'ül-cem ve amâ' mertebesi derler.
    Bu makamda iken ona, Hak yoluna mahsus olan makamların en yükseği olan "sûret-i âdemiyye" açılır ki, bu sûretin hakîkati, Hakîkat-i Muhammediyyedir, Latîfe-i rabbâniyyedir, Hüve'nin en büyük sırrıdır.


    Seni çok Özledim Annem

  2. #12
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Nefsin mertebeleri

    Nefs-i Kâmile
    Nefs-i Kâmile


    Nefs mücâhedesinde son merhale "Nefs-i Kâmile" dir. (Nefs-i Zekiyye ve Nefs-i Safiyye de denilir.)
    Bu makamda sâlik Hakk'tan gelen cezbe ile bütün kemâl ve mârifet sıfatlarını kazanarak, insanları irşad mevkîine yükselir. Bu makam Hak vergisidir, riyâzat ve mücâhede ile gelinemez. Zîra bu makâma gelinceye kadar sâlikin büyük gayret sarfetmesi gerekmektedir.
    Bu menzilde mücâdele, mücâhede ve kesb biter. Hiç bir zaman sahv halleri yoktur. Bu makamda bulunan sâlik'in nefsi, kâmil; zikirleri, kutuplara mahsus olan, "Yâ Kahhâr"; seyri; seyr-i billah, hali; bekâ, âlemi; kesrette vahdet, vahdette kesrettir. Sıfatı da sıfat-ı hamîdedir.
    Bu makamda bulunan kâmilin devâm ettiği "Yâ Kâhhâr" lafz-ı şerîfi kutuplara mahsus bir zikirdir. El Kahhâr isminin esrârına eren kâmil, hiç bir şeyin tesiri altında kalmaz. Bu makam diğer bütün makamların üstündedir. Zîra burada bâtın saltanatı kemâle erip mücâhede tamam olmuştur. Bundan dolayı artık riyâzete ihtiyaç kalmamıştır.
    Bu makamdaki kâmilin her murâdı hâsıl olmuş, sâdece Mevlâ'nın rızâsını isteme kalmıştır. Bu zâtın hareketleri ve sükûnları hasenat ve ibâdettir. Güzel nefesleri kudret ve inâyettir. Sözleri hikmetin kendisidir. Sevgili yüzleri huzur ve ferahlıktır. Bu azîzi görenlerin kalbine Allâh'ın zikri ve fikri gelir, O'na gönül enginliği ile yönelir.
    Bu makamda her asırda üç kişi bulunur:
    Kutb'ul İrşad: İrşad ile görevli ne kadar mürşid ve halîfe varsa onların fâiki ve reisidirler. Kutbü'l-irşad, doğuda da batıda da olsa, müridleri terbiye gücüne sahiptir. Onlar için uzak-yakın, zaman-zemin mefhûmu yoktur.
    Kutbu'l Aktab: Âlemleri kendisinde toplamış bir nüsha-i câmi'dir. Zamânın ferîdi, âlemlerin sultânı Allâh'ın yeryüzündeki halîfesidir. Kendileri "Hüviyyet" sırrına erdikleri için, yeryüzünde olan biten her şeyin tasarruf gücü ellerindedir ve eşyanın hakîkatine vâkıftırlar. Nefsleri aslî ve zâti âlemleriyle buluşmuş, nûr yumağı halini almıştır. Bu sebeple kendilerine, şarka ve garba hâkimiyet ruhsatı verilmiştir.
    Bir başka ifâdeyle; yeryüzünde Allâh'ın (c.c) halîfesi, Resûlullâh'ın (s.a.v) vekili, peygamberlerin (a.s) vârisi durumunda bulunan nefs-i zekiyye sahibi zâta "Kutbu'l-Aktab" denilir.
    Gavs-ı Âzam: Bütün âlemlerin mutasarrıfı durumunda bulunan "Kutbu'l-Aktâb"ın yardımcısıdır. Kendi hallerinde bulunur, tasarrufa pek iştirak etmezler.
    Hz. Ebû Bekir 'in (r.a) vârisine "Gavs-ı Azam", H. Ali'nin (k.v) vârisine de "Sırr-ı Hilâfet" adı verilir. Bir asırda bazen iki veya dört nefs-i kâmile sâhibi zât, tasarruf ve irşad görevi olmaksızın bulunabilirler. Bunlar da, Hz. Ömer ve Hz. Osman (r.a)'ın vârisleridir. Kendilerine "Kümmelin-i Ehlullâh" denilir.
    Ebû Dardâ (ra) der ki:
    "Dünyâ hayâtını Allah (c.c) yolunda geçirenler, cennette öyle bir şarap içeceklerdir ki, eğer bir kimse onlardan birine parmağını batırsada dünyâya getirip şöyle uzaktan bir koklatsa, oradaki canlılar hemen koşarak ondan mutlaka koklamak isterler. Öyle ki, onu koklayabilmek için âdeta çılgına dönerler."
    Bu dünyâda Allâh'ın (c.c) öyle âşık kulları vardır ki, onlar, sâhib oldukları aşk-ı ilâhi ile bu cennet şarâbının kokusunu duydukları gibi kendisinden de içmişlerdir. Bu, ancak Allah dostlarına, Allah yolunun gerçek yolcularına nasip olur. O zevki, ancak ilâhî aşk ile esrik olanlar tadabilirler.
    Hz. Mevlânâ (k.s) şöyle sesleniyor:" Ey mü'min, kulağını biraz bana ver. Tâ ki, cennete varınca tadacağın zevklerden biraz bahsedeyim de seni o Bâki mekâna özendireyim".
    Mü'minlerin cennette içecekleri suyun adı Tesnim'dir. Tesnim, cennette akan bir pınardır. Bu suya "Tesnim" denmesinin sebebi şudur: Ondan kadehlere konur ve yalnız mukarrebler, yani Allâh'a (c.c) yakın olanlar içer. Gerçi diğer cennet ehli de içer, fakat onların içkisinin tadı değişik olur.
    Mukarrebler kimlerdir? Bu dünyâda yalnız Allâh'a (c.c) gönül veren O'ndan başkasına aslâ meyletmeyen kimselerdir. Mukarreblerin içeceği bu şarâbın lezzeti dil ile târif edilemez, vasfedilemez. Ancak şu kadarını söyleyebiliriz, eğer ona bir iğnenin ucu batırılıp çıkarılsa, sonra o iğne bu dünyâ denizlerine daldırılsa istisnâsız hepsini de tatlı hale getirir. Öyle ki, bunu, o denizdeki canlılar dahi hisseder.
    Hadiste buyrulur: "Dünya hayâtı, bir anlık bir zamandan ibârettir. O halde onu, Allah yolunda geçiriniz"
    Allâh'a (c.c) adanmayan ömür heder, sonucu da kederdir. Bu dünyâda nefsânî arzulardan, onlara meyletmekten vazgeçmeli, mevcut ömrü Allah yolunda geçirmeye çalışmalıyız.
    Peygamber (a.s.v) Efendimiz ehli beytini, ashâbını ve bütün ümmetini mal, mülk ve dünyâ sevgisinden sakındırmış, Allâh'ı (c.c) unutturacak derecede dünyâya harîs olmamamızı emretmişlerdir. Allah Resûlünün (a.s.v) yolunda giden büyüklerimiz, mürşidlerimiz de aynı şeyleri söylemiş ve gönüllerin dünyâ sevgisinden uzak tutulmasını istemişlerdir. Allâh'ın (c.c) ve Resûlünün (a.s.v) emri, mürşid ve ulemâmızın tavsiyeleri şudur: Mal-mülk ve servet sâhibi olunuz. Fakat gönüllerinizde yalnız ve sadece Allah sevgisi yer etsin. O gönülde Allah'tan (c.c) başka şeylerin sevgisine yer olmasın.
    Sahâbeden Enes b. Mâlik (r.a) anlatıyor:
    Bir defasında, Peygamber Efendimiz (a.s.v) hâneyi saadetten çıktılar ve Ebû Zer'in elinden tutarak şöyle buyurdular:
    "Ey Ebû Zer! Önümüzde gâyet sarp bir geçit vardır. Oradan ancak yükü hafif olanlar geçebilir."
    Gerçekten, her insanın önünde kabir ile başlayan, mahşer gününden geçen ve Allah Teâlâ'nın huzûruna varan çetin geçitler vardır. Bunları selâmetle ve rahatlıkla, ancak Allah dostları geçebilir. Gönüllerinde Allah sevgisinden başka sevgilere yer vermeyenler geçebilir. İnsan Allah'tan (c.c) ne derece korkarsa dinden nasibini o nisbette almış demektir.
    Allâh'u Azîmüşşân, Peygamberimizi (a.s.v) mirâca dâvet ettiği zaman, huzûru ilâhisinde, sekiz cenneti bütün nîmetleri ile (a.s.v) Efendimizin bir yanına, dünyâyı da diğer yanına koydu. Fakat Allah Resûlü, onların hiç birine bakmadı. Ancak bu arada, bir tarafında bütün ihtişâmı ile durmakta olan dünyâya hitâben şunları söyledi
    : .Ey vâdinde durmayan, vâdini tutmayan ey zâlim, ey velîleri aldatan, kâfirleri pâyimâl eden. vb. gibi vasıflarını saydı ve benim ümmetimin hasları sana aslâ gönül vermezler, senin oyununa gelmezler. Dünyâya bunları söyleyen Allah Resûlü (s.a.v), bütün nîmetleri ile birlikte diğer yanında durmakta olan cennete de bakmadı.
    Bunun üzerine, Allâh'u Azimüşşân buyurdu ki: "Ey habîbim ve Resûlüm! Bu cennetler sana müştaktır, seni arzularlar. Onlara niçin dönüp bakmazsın?" Resûlullah (s.a.v) buyurdular: "Yâ Rabbî, ben Senin cennetlerine değil, bizzat cemâline müştâkım. Cennetlerini değil, cemâlini görmek için can atan şu gözlerimle başka şeylere bakamam." Resûlullahın (s.a.v) bu sözlerine cevaben hitâb-ı ilâhide buyruldu: "Ey habibi edîbim, mâdem ki cennetlerimi de, dünyâyı da istemiyorsun, sadece Benim cemâlimi istiyorsun. O halde gel. Sen Benim dîdârima lâyıksın.!" Ve mirâc vukû bulmuştur, deniliyor.
    Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur. Cennete girmeden, cemâlûllah ile şerefyâb olmak mümkün değildir. Mü'min cenneti istemek durumundadır. Bu naz makâmı Peygamberlere hastır, duâ ve niyazda dikkat edilmesi şarttır. Eğer, bizler o peygamberi zîşânın hâs ümmetinden olmak istiyor isek, onun yürüdüğü yoldan gitmeliyiz. Bizler de gönlümüzde Allah'dan (c.c) başka şeylerin sevgisine yer vermemeliyiz.
    O, iki cihânın efendisi olduğu halde Allah'tan başka şeylere güvenmiyor, O'ndan başkasına gönlünde yer vermiyor da bizlere ne oluyor ki, gönlümüzü Allah'tan başka şeylerin sevgisi ile dolduruyoruz. Cemâli ilâhiye müştâk olanlar, Resûlullah'a (a.s.v) ittibâen gönülde O'ndan başkasına yer vermezler, veremezler, mücâhedemiz bu yolda olmalı. Hakk'a tâlib olanlar Allah'tan (c.c) havf ve haşyet duyarlar. Zirâ, "Allah korkusu kişiyi şevke götürür. Şevk, aşka götürür. Aşk da Allâh'a (c.c) götürür" buyrulmuştur. Zünnûn Mısrî'ye (k.s) sorulur: Allâh'a ne ile eriştin? Cevap verdi: "Korku ile hasta oldum. Şevk ile yandım. Aşk ile öldüm. Allah'a vuslat ile dirildim." Vuslat yolcularının yaşam biçimi budur. Demek ki basamakları teker teker ve ağır ağır çıkacağız.
    Derler ki:
    "Aheste giden maksûdu menziline ulaşır"
    "Tazrefte giden dâmeni pâyine dolaşır."
    Şuurlu, kararlı ve ihlas ile en yüce mertebelere geçeceğiz, murâdı ilâhi ne miktar lutfederse. Evet, makamdan makâma geçmek, dereceler kat etmek için Allah korkusu gereklidir. Kişi Allah korkusuna sâhib değilse, dünyâ sevgisini gönlünden atamaz.
    Bu hususlara işâret eden bir âyette şöyle buyrulur: "Allah'tan korkanlar, muhakkak ki emin yerlerdedirler."
    Hiç şüphesiz, Allah korkusunun da mertebeleri vardır. Peygamberlerin (a.s) sâhip oldukları haşyetullah ile evliyâullâhın (k.s) ve herhangi bir kimsenin sâhib olduğu Allah korkusu arasında farklar vardır.


    Seni çok Özledim Annem

  3. #13
    ***
    DIŞARDA
    Points: 47.246, Level: 100
    Points: 47.246, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 75,0%
    Overall activity: 75,0%
    Achievements
    MaHiR 01 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Nov 2009
    Yer
    Bir Boğaz yedi tepe
    Mesajlar
    8.028
    Points
    47.246
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Nefsin mertebeleri

    ellerin dert görmesin kardeşim.
    cezakallahu hayran...
    Ben cemiyetin îman selâmeti yolunda dünyamı da âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmibeş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
    13.Asrın Müceddidi
    BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ

  4. #14
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Nefsin mertebeleri

    Allah c.c. razı olsun abi...


    Seni çok Özledim Annem

Sayfa 2/2 İlkİlk 12

Benzer Konular

  1. Tazirlerin Suçlulara Göre Mertebeleri
    By ACİZKUL in forum Hadis Bahçesi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 05.07.09, 03:53
  2. Risale-i Nur'da İman Mertebeleri ve Katedilmesi
    By ArzuNur in forum Açıklamalı Risale-i Nur Dersleri
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 03.11.08, 22:34
  3. Nefsin afetleri
    By Konyevi Nisa in forum Kütübi Sitte
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 16.10.08, 10:58
  4. Nefsin Mertebeleri
    By Konyevi Nisa in forum Tasavvuf
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 05.06.08, 13:04

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •