***
DIŞARDA
Points: 39.199, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 0%
Achievements


Imam Busiri Ve Kaside-i Bürde
Büyük bir şair ve edib olan Muhammed İbn Said el-Busirî Hazretleri (ö: 1295m./İskenderiye) bir gün evine giderken, yaşlı bir zat önüne çıkarak sorar:
- Ey Busirî! Bu gece Rasulullah’ı rüyanda gördün mü?
- Hayır, görmedim.
İhtiyar, başka bir şey demeden uzaklaşır. Busirî’nin gönlünde ise, o andan itibaren müthiş bir şekilde Peygamber aşkı ve muhabbeti yerleşir.
İşte o gece rüyasında Rasul-i Ekrem (A.S.)’i görür. Uyanınca, içinin neşe ve huzurla dolup taştığını fark eder. Bunun üzerine Rasulullah’ı metheden birçok kaside yazar.
Bir zaman sonra, şairin vücudunun yarısı felç olur. Artık yürümekten acizdir. Nihayet, Peygamber’e olan sevgisini dile getirdiği 161 beyitlik muhteşem kasidesini yazarak, bunun hürmetine Yüce Allah’tan şifa diler. Kaside-i Bürde adıyla meşhur bu şiiri bitirdiği gece, Peygamber Aleyhisselâm’ı rüyasında görür ve kasidesini huzurunda okur. Allah Rasulü bundan memnun kalarak, mübarek elleriyle Busirî’nin felçli azalarını sıvazlar, bürdesini (hırka-i şerifini) de ona giydiriverir. Busirî Hazretleri uyanınca, hastalıktan şifa bulduğunu görür ve hayretle Allah’a şükreder.
Sabah dışarı çıkınca, karşılaştığı dostu şeyh Ebu’r-Reca der ki:
- Ey Busirî! Peygamber Aleyhisselâm’ı methettiğin Kasideyi bana getiriver!
Dün yazdığı kasideyi henüz kimseye göstermemiş olan Busirî sorar:
- Bende kaside çok. Hangisini istersin?
- Rasulullah’ın huzurunda okuduğun kaside! Dün gece onu Peygamber’in huzurunda okurken duydum ve O’nun da bundan çok memnun olduğunu gördüm!..
(İbn Şâkir el-Kütübî, Fevâtü’l-Vefayat; Kâtib Çelebi, Keşfu’z-Zunûn; İbn Ahmed el-Harputî: Asidetü’ş-Şühde)
FENARİ VE GÖZLERİNİN FENERİ
“Molla Fenarî” namıyla meşhur Şemseddin Muhammed b. Hamza el-Fenarî (1350-1430/Bursa), birçok ilim dalında meşhur büyük bir alimdi. Yıldırım Bayezid ve Çelebi Mehmed zamanında müderrislik yapmış, pek çok bilgin talebe yetiştirmiştir. İkinci Murad zamanında Bursa Kadılığı yapmış ve Osmanlı Devleti’nin ilk şeyhulislâmı olmuştur. Bu görevi altı yıl kadar sürmüştür. Çeşitli konularda yüz kadar eser yazmış, bunlardan usul-i fıkha dair “Füsûlü’l-Bedayi” isimli iki ciltlik kıymetli eserini otuz yılda tamamlamıştır. Vefatında geride onbin cildi aşkın değerli kitap bırakmıştır.
Molla Fenarî’nin gözleri, ömrünün sonlarına doğru artık görmez olmuştu. Anlatıldığına göre bu hadise şöyle olmuştur:
Fenarî Hazretleri, hadis olarak rivayet edilen “toprak, alimlerin etini yemez.” haberini duyduğunda tereddüt içinde kalır ve bu haberin doğruluğunu anlamak ister. Bunun için, otuz yıl önce vefat eden hocası Alâeddin Esved Hazretleri’nin (ö: 1397/İznik) mezarını açıp bakar ki, ceset hayattaki gibi taptaze duruyor.
İçine düşen şüpheden arınmış olarak oradan ayrılırken, gaibden şöyle garip bir ses duyar: “Gönlün kanaat etti mi, gözünün feri sönesice?!” O andan itibaren, Fenarî’nin gözünün feri sönmüştür!..
Bu hadiseden sonra Molla Fenarî, bir gece rüyasında Hz. Peygamber (A.S.)’ı görür. Rasul-i Ekrem ona: “Taha Suresi’ni tefsir et!” buyurur. Fenarî ise: “Ya Resulallah! Yüce huzurunda Kur’an’ı tefsire kudretim olmadığı gibi, gözlerim de görmüyor.” der. Rasul Aleyhisselâm, hırka-i şerifinden bir parça pamuk çıkarıp tükrüğüyle ıslatır ve onun gözleri üstüne koyuverir.
Fenarî uyandığında, artık gözleri açılmış ve yeniden görmeye başlamıştır.
(Mecdî Mehmed Efendi, Hadâıku’ş-Şakâik; el-Leknevî, el-Fevaidü’l-Behiyye; Şemseddin Sami, Kamusu’l-A’lâm)
NUREDDİN ZENGİ’NİN RÜYASI
Selçuklu atabeklerinden Nureddin Mahmud Zengî (1118-1174/Şam) gayet dindar, adil ve kahraman bir devlet adamıydı. İkinci Haçlı Seferlerini Suriye ve daha birçok cephede etkisiz bırakmıştı.
Ard arda üç defa rüyasında gördüğü Peygamber Aleyhisselâm, yine bir teheccüd sonrası rüyasında görünerek kızıl suratlı iki adam gösterir ve: “Yetiş, şu adamlardan beni kurtar!” der. Bunun üzerine Nureddin Zengî, sabaha kalmadan kıymetli veziri Cemaleddin’le buluşur, rüyasını yalnız ona anlatır. Medine’de önemli bir hadise olduğu kanaatine vararak, hemen bir askerî birlikle Şam’dan yola çıkıp süratle yol alırlar ve onaltı günde Medine’ye ulaşırlar. (1162 m.)
Nureddin Zengî şehre haber salarak, sadaka dağıtacağını, bütün Medine halkının Mescid-i Nebevî’de toplanmasını ister. Gelenleri tek tek gözden geçirerek sadakalarını verdikten sonra “başka gelmeyen kimse kaldı mı?” diye sorar. Batı’dan gelme iki garip kişinin toplantıya gelmediğini öğrenir. Derhal onları huzuruna çağırır. Gelenlere dikkatle bakınca, “işte bu adamlar!” der.
Sıkı bir araştırmadan sonra anlaşılır ki, adamlar İspanyalı ajanlar! Rasulullah’ın cesed-i şerifini Avrupa’ya kaçırmayı plânlamışlar ve bunun için de Mescid-i Nebevî ‘de, Rasulullah’ın kabrinin bulunduğu hücre-i saadete pek yakın bir odaya hizmetkâr derviş görüntüsüyle yerleşmişler. Odanın içinden türbe-i şerife doğru bir tünel kazmışlar. Geceleyin kazı yapar, çıkan toprağı da çantalarla yakındaki Baki Mezarlığı’na dökerlermiş. Tünel bitmek üzereyken, Nureddin Zengî yetişmiş!
Zengî, hain herifleri orada idam ettirir. Sonra türbe etrafında derin hendekler kazdırarak, içini erimiş kurşunlarla doldurur. Böylece hücre-i saadeti sağlam bir korumaya aldıktan sonra, şeref ve saadetle Şam’a döner.
(Nureddin es-Semhudî, Vefaü’l-Vefâ; İbnu’l-İmad, Şeceratü’z-Zeheb; Eyyüb Sabri Paşa, Mir’atü’l-Haremeyn; Evliya Çelebi, Seyahatname)
HATİM-İ TAİ’NİN CÖMERTLİĞİ
Cömertlik ve iyilikseverliği dillere destan olan Hatim-i Taî (ö: 578m.), İslâm davetine yetişememiş meşhur bir şairdir. Oğlu Adiyy İbn-i Hatim ise, İslâm’la şeref-lenmiş bir sahabidir.
Günün birinde, bir yolcu kafilesi Hatim’in mezarı yanında konaklar. İçlerinden Ebu’l-Hayberî denilen bir adam, Hatimin’in mezarını tekmeleyerek, alay edercesine ondan misafirlerini ağırlamasını ister. Arkadaşları ona: “Çürük kemiklerle ne konuşuyorsun öyle?” deyince, “Taî, kendisine uğrayan herkese ziyafet verirmiş!” der.
Binek hayvanlarıyla geceyi orada geçiren kafile, birazdan uykuya dalar. Seher vakti olunca, Ebu’l-Hayberî feryatla fırlar:
“Vah bineğim vah!” diye bağırır.
Arkadaşları merakla ne olduğunu sorunca:
“Vallahi Hatim çıkmış da, kılıçla devemi boğazlamış gördüm!”
Adamın devesine dikkatle bakarlar ki, hayvan kılıç darbesi yemiş gibi hareketten kesilmiş, kımıldamıyor. Arkadaşları adama:
“Vallahi Hatim sana ve bize ziyafet çekmiş!” derler ve takatsiz deveyi mecburen boğazlayıp, etinden doyasıya yerler. Sonra da hep birlikte yola çıkarlar.
Yolculuk sırasında Hatim’in oğlu Adiyy, bir deve üzerinde ve yedeğinde siyah bir deveyle onlara yetişir. Ebu’l-Hayberî’nin kim olduğunu sorup öğrendikten sonra, der ki:
“Babam Hatim rüyamda geldi ve senin söylediklerini bana anlattı. Senin devenle de, sana ve arkadaşlarına ziyafet vermiş. Dedi ki bana: ‘Kılıçla seçtiğimiz semiz deveden, misafirlerimizi doyururuz biz!’ Ayrıca bana, kesilen deve yerine bir deve vermeyi de emretti. Al şu deveyi!”
(İbn-i Abdi Rabbih, el-İkdü’l-Ferid; Ebu’l-Farec el-İsfehanî, el-Eğanî; İbn-i Kuteybe, eş-Şi’u ve’ş-Şuara