***
DIŞARDA
Points: 3.432, Level: 36
Level completed: 55%,
Points required for next Level: 68
Overall activity: 0%
Achievements

Yilgin tÜrkler manİfestosu...
YILGIN TÜRKLER MANİFESTOSU
Gördünüz mü,
Ey Nur Cemaati?
Bir fikir.
Bir cümle.
Ne sürpriz…
Ne sarsıcı…
Bugün dertleşmek serbest.
Aramızda, bizbize.
Bir cümle.
İçinizi deldi ve geçti öyle değil mi?
Allah yardımcınız olsun.
Ne büyük bir hayal kırıklığı…
Kimseye kızmayın.
Kimseye gücenmeyin.
Allah insanlara öyle emir verdi.
Artık hiçbir insanoğlu, hiçbir Müslüman
içindekini gizleyemiyor.
Cebren de olsa içi dışı bir oldu herkesin.
Oldu da, ama bu kadarı da biraz fazla sarsıcı oldu değil mi?
Gördünüz mü Ey Nur Cemaati?
SİZİN DÜNYA KURTARICISI MEHDİNİZ
MEĞER DEVRİM YAPMAK İÇİN
DEVRİLECEKLERDEN İZİN ALMAK GEREKTİĞİNE İNANAN BİR MEHDİYMİŞ.
Vay canına kere vay canına…
Tasvip etmemiş bu gemi hadisesini…
Mehdiniz bu kadar imkanla, bu kadar sene boyunca dünyayı neden kurtaramadı,
anladınız mı şimdi Nur Cemaati?
Unutmayın. Bu bir demeç kazası değil.
Bu, hasarlı bir zihniyetin dışavurumu.
‘Kazayla’…
‘Gemi, İsrail’den izinsiz yola çıkmamalıydı?’
demiş Amerikan gazetelerine ‘İslam’ Önderiniz.
İsrail’de milli bayram ilan edilse yeridir.
Böylesi bir desteği onlara Amerikan Başkanı bile verememişti.
İsrail’in hiçbir yardım gemisine katî surette izin vermediğini
bilmeyecek kadar uzaklarda olamaz.
Öyleyse?
Demeye getirilen şey şu:
‘Öyle bir gemi yola hiç çıkmamalıydı.’
Yanlış anlaşılma olmasın.
Bunu söyleyen, Ortadoğu’dan pislik olarak bahseden
dünya görüşünden birisi değil.
Bunu söyleyen, birkaç milyonun umut bağladığı Müslüman Cemaat Önderi.
Evet. Tabi. Doğru. Haklı. Gerçekten.
Son 50 yılın en büyük sivil ama örgütlü toplum girişimi olmuş,
Dünyanın aydınlık yüzünün umut ışığı,
Filistinli çocukların kağıttan yapılma umut maketleri haline gelmiş,
Amerikanın denizleri pisliğe bulanırken,
İki denizin birleştiği yerden demir almış
MASMAVİ bir Marmara’nın kahramanlar gemisi,
izin almalıydı İsrail’den…
Muhammed de zaten Ebu Süfyan’dan ‘izin’ alarak getirdi İslam dinini di mi?
Evet. Tabi. Doğru. Haklı. Gerçekten.
Mustafa Kemal de, zaten Amerika dönüşü Cumhuriyeti ilan etmişti muhtemelen…
Efendi…
İnsanî ihtilaller izin almaz, alacaksa kelle alır, sen bunu halâ öğrenemedin mi?
Fransa kralına sorularak yapılan şeye Fransız devrimi denir mi?
Unutma:
Sorularak yakılabilen ateş, ihtilalin değil ancak 5 Çayı ateşidir…
Gazete haberlerine yorum yazan ortalama vatandaş zekâsı bilmeyebilir.
Sen nasıl bilmezsin?
Kur-an’ın kibirle yükseleceksiniz dediği İsrailoğullarıyla,
dünyanın aydınlık yüzü arasındaki güç savaşının,
psikolojik bir harpten ibaret olduğunu, o bilmeyebilir de,
senin gibi Kur-an bilmekle nam salmış birisi bunu nasıl bilmez?
Gazete haberlerine o yorumları yazan ortalama vatandaş zekâsı bilmeyebilir.
O, ne işimiz var Ortadoğu’da diyebilir.
Onun işi kolay.
‘Peki Afganistan’da ne işimiz var?’ dersin, susar.
‘Arkasından da gazi dedene bir sor bakalım,
Ne işimiz varmış Uzakdoğu’da,
Dedene neden ona ‘KORE’ gazisi dediğimizi sor’ dersin biter.
Kore’de, Afganistan’da, Somaili’de ne işimiz varsa,
Gazze’de de o işimiz var dersin.
O, birkaç yüz sivil TC vatandaşı o denizlerde ne arıyor diye söylendiğinde,
sen de ona 150 bin Emerikın askerinin Bağdat ve etrafında ne aradığını sorarsın olur biter.
İnsanî değerler açısından bile değil, millî ve alî menfaatler üzerinden anlatırsın ‘pis’ Ortadoğu’daki mevcudiyetini.
Karanlık dünyayla girişilen bu psikolojik harpte, İsrailli Yahudilik bariyerini bir kere yıkmayı başarırsan, güce tapınan bu dünyada düşenlerin asla dostunun olmadığını, bunun toplam bir iklimin yerle bir olması anlamına geleceğini gösterirsin. O da öğrenir hemen. Sivil şehit mi, askerî şehit mi daha makbuldür tartışması da biter gider.
Psikolojik bu harpte, İsrail ve hegemonyasının bileğini bir kere bükersen, İsrail’in el bebek gül bebek büyütüp yetiştirdiği PKK’nın da biteceğini gösterirsin, şaşırır o. Yıldırılmış Türk.
Bu olay ve sonrasında, ‘Kahraman’ gerillanın, aslında paralı lejyoner olduğunu görür halkının güney bölümü. Unutma ki o insanlık gemisi, sadece İsrailoğullarının yerel zulmünü bitirmek için yola çıkmıyor. Gizli elin küresel zulüm alet edevatları da deşifre olacaklar ve bunların başında yörenin teleffuzuyla söyliyim pe-ke-ke gelmekte.
Dünyanın öbür ucunda, New Jersey’de, herhangi bir Amerikalının, evinde televizyon izlerken, karşısına çıkan her 3 haberden birinin ‘pis’ Ortadoğu haberi olmasına, dünyanın ucundaki o Amerikalının bile isyan etmemesinin, Ortadoğu’nun dünyanın diğer ucunun hayatının ayrılmaz bir parçası olmasının ‘haklı‘ gerekçesini o bilmeyebilir.
Onunla işimiz kolay. Ama Efendi ya sen?
Aranıza girmek istemem ama otur da şu Başbakan’ı örnek al.
Sivil önder de değil senin gibi.
Adam hem sırtında koca bir devlet yükü taşıyor,
Hem de isyanın en üst limitlerini zorluyor.
Sadece konuşuyormuş, icraat yokmuş.
Savaş mı açmalıydı?
İsrail’den bir sürü şey alıyormuş.
Başka şansı var mıydı?
Elektronik fakültelerinden sadece mezun çıkan,
elektronik hiçbir icat çıkaramayan bir ülke,
İsrail’den elektronik almayacaktı da ne yapacaktı?
Güneydoğu’nun dağlarında 20 yıldır terörle savaşıp duran bir ülke,
maket uçaktan bozma, teröristlere görünmeden kamerayla yukardan görüntü almak gibi sıradan meziyetlerde bir planör bile yapamamış, Başbakanlar ne yapsın?
Gemilerin ilk gidişinde neden yanına asker verilmedi?
Bundan sonrakilere mutlaka verilmeli diyorum ben de.
Ama acaba öncekilere verilmeli miydi?
Eğri oturalım, doğru konuşalım.
O gemiden önce, Türkiye’nin Gazze’ye donanma kaldıracak gücü asla yoktu.
Sen, İsrail’e karşı durduk yerde Deniz Kuvvetleri’ni harekete geçirseydin,
dünya kamuoyunun bugünkü şekilde oluşacağını mı zannediyordun?
Bugün kahraman aktivistler, korkusuzca yardıma koşmanın bedelini hayatlarıyla ödediler haberlerinin yerini o gün küresel basında başka haberler alacaktı:
‘Kıbrıs işgalcisi, soykırımdan sabık Türkler,
yardım bahanesiyle Ortadoğu’ya asker çıkarıyor,
bölgeyi işgale gidiyor. Haydi Yankee göreve…’
Bu yönde oluşturulmuş bir kamuoyu, her türlü çılgınlığa sessiz kalacak bir kamuoyu olurdu. Aramızda Amerikan-İsrail ordusuna karşı savaşa girmeye sıcak bakan babayiğit var mıdır?
Varsa, gemiler gitseydi o zaman… Ben de askerlik yaptım, ben de ordumla gurur duyarım. Ama şunu üzülerek söylemek zorundayım. Amerikan ordusu ile – Türk ordusu arasındaki olası bir savaş, tirajı komik bir savaş olur. İstersen 50 milyon kahraman asker çıkar, farketmez. Teknoloji üretmiyorsun. Teknoloji tüketicisisin. Fuarlardan silah toplayan bir ülkesin. Elinde Amerikan silahları, çantanda İsrail elektronikleri ile Amerikan-İsrail ordusuna savaş açmak gerçekten ‘yaratıcı’ bir fikir.
İlk kıvılcımı yakan devletler değil, toplumlar olmalıydı. Öyle de oldu. 33 millet sana ne anlatıyor Efendi? Amerika, Irak’a girdiğinde içimiz kan ağladı, çırpındık ama hiçbir şey yapamadık. Karşında dünya ordularına silah ihrac eden bir ordu var. Koca Rusya’nın bile kuyruğunu kıstırıp kaçırtmış bir güç. Elbette ki haddinin hudutları içinde başkaldıracaksın. Dünya kamuoyunu yanına çekmeden İsrail’i Amerikasız bırakamazdın. Bunun için öldü o insanlar. Pek çok insanın yaşamıyla veremediği bir hizmeti, onlar ölümleriyle sundular insanlığa.
Ve hepsi bu uğurda gönüllüydüler ölmeye. Bu iğrenç düzende oturarak yaşamaktansa, birşeyler yaparak ölmeyi, özgür iradelerince seçimlediler. Sorun ne o zaman? Bu gerçek, İsrail’in barbarlığını örtmez. Ama yolcuların, o geminin nasıl bir tehlikeye yelken açtığını, bilerek o gemiye adım attığını gösterir.
Allah o güzel insanlar eliyle İsrailoğullarına bir tuzak kurdu ve bu gelmiş geçmiş en kibirli güç, bu tuzağa düştü. Gözlerden ırak ama derin bir çelişki, insanlıkla kedi fare oyunu oynayan vahşi İsrail figürü, dünyanın bir numaralı gündemine girdi. Ve sana kötü haber, herşey daha yeni başlıyor.
‘Sahi, 1 yaşındaki o bebeğin ne işi vardı gemide?’ Soru işaretiyle bittiğine göre bu bir soru olmalı. Cevap veriyorum. Hayatı riske atılan o 1 yaşındaki bebe, yetersiz beslenme, ilacı na-mevcut basit bulaşıcı hastalıklar ve temiz su içememekten ötürü ölmekte olan binlerce Gazze bebeğini temsilen riske attı hayatını. Sen bunları okuduğun sırada, bir bebek daha ölüverdi Gazze’de. Sırf politikacıların aldığı zalimce kararların bir neticesi olarak. 1 yaşındakilere merhamet gösterilecekse, bütün 1 yaşındakilere merhamet gösterilmesi gerekmez mi?
Gösterilemez. Çünkü bu basın yapısından bunu beklemem. Bu basın yapısı, bir dertten muzdarip onbinlerce kişinin içinden birini seçer, onu ekranlara çıkarır, yardım telefonlarıyla telefon santrallerini kilitlettirir, o onbinlerle kişinin içinden sadece birinin derdini çözdürür ve dokuzbindokuzyüzdoksandokuzlarca kişi aynı dertten muzdarip olarak sefil hayatına devam ettiği halde, iyilerin dostu kötülerin amansız düşmanı edasıyla gezinen bir sürü te-ve starı yaratır. Konumuz çocuklarsa, çocukların sorunlarıysa, konular 1 çocuklara indirgenmiş merhametle ele alınamaz. Hakiki çocuk sevgisi, 1000 çocuklara çıkarsanmış sevgidir. Çocukları sevmek için bile yürek gerekirmiş, ne günler ama…
Başbakan konuşuyor. Konuşacak. Daha da fazla konuşmalı. Hatta baktım. Cumhurbaşkanı bile konuşmaya başlamış. Cumhurbaşkanlığı diye bir makam vardı bu ülkede, doğru. Beni bağışlayın. Tamamen unutmuşum. Hatırladım şimdi, iyi geldi…
Aktif politikacılar gibi her olayda siyasî rengine yenik düşmekten vazgeç artık Türkiye. Biraz nefes al. Bilgisayarının diyenes ayarlarını bozmadan adam gibi yuutup seyredemediğin bir demokraside yaşıyorsun sen. İnsanların her şekilde sürüleştirilmeye çalışıldığı bir iklimde, herkesin gazetelerin web sitelerinde yorumcu adıyla, aktif birer politikacı gibi faal ‘siyaset’ hayatı sürmesine, bu kadar ‘zengin’ fikir çeşitliliğine izin verilir miydi hiç? Saçmalama Türkiye. Siyaset denilen nesnenin, bizi birbirimizle kavga ettirmek için kullanılan, Türk-savar bir silah olduğunu gör artık Türkiye.
Devletinin başındaki adam, her kimse o, onun arkasında dur. Yanlışlarının hesabını sorarsın. Doğrularının yanında dur önce. Oluyor, olacak birşeyler. Şu siyasi cinnet atmosferine mola ver biraz.
Kabineleri İsrail Amerikasında kurulan, kabineleri İsrail Amerikasından yıkılan bir Türkiye’nin, bir İsrail hükümetini devirme noktasına gelmesinin tadını çıkarmayacak mısın? İngilişçe yazılmış Türkiye ile Amerika eskiden müttefiklerdi artık RAKİP oldular yazılarından sen gurur duymayacaksın da kim duyacak?
Ülkelerin başbakanlarının, ülkelerin en fazla eleştirilen kişisi olduğu gerçeği, birilerinin kamuflaj giysisi haline gelmesin Türkiye. Maden kazası? Kader mi? Tabi ki değil. Başbakanlara ‘napalım kader’li cümleler kurmak yakışmaz. Tamam. Ama çalışanlarını göz göre göre ölüme gönderen şu madenin Genel Müdürü kimdir bunu ben neden öğrenemedim izlediğim otuz beş bin haberde? O işletmenin müdürü kim? Binlerce haber. Binlerce eleştirinin arasında o müessenin müdürüne uzatılmış bir mikrofonu neden göremedim? Neden? Çoban mı seçiyoruz, Başbakan mı, buna bir karar ver Türkiye. Her olaydan eleştiri oklarını Başbakanlarına çevirirsen, onun psikolojisi de, kendini eleştirilere toptan kapama sonucunu doğuracaktır. Bu kaçınılmaz bir durumdur, eleştirilere açık olursa keçileri kaçıracaktır çünkü. Yanlışlarını söyle. Ama doğrularını da söyle. Ve her yanlışı, en yanlış gördüğün kişiye yükleme.
Sadece iktidar elestirisi yaparsan, muhalefet gelismez, guduk kalir.
Bu arada gerekli bir not. Şu anda bunları söylüyorum. Ama ben Başbakan’a oy vermem. Ben Elhamdülillah Hayvanım isminde kitap yazmış biriyim. Kendisini kedi olarak çizdiler diye karikatüristleri mahkemeye veren bir bilinç benden oy alamaz. Tevbe edip, hayvan haklarını ihlal edenlere van minıt dese bile zor. Söz vermiyim. 3 çocuk diyor, ben de Başbakan’a ‘3 kedi’ derim, sonrasını görürüz.
Bu iktidara oy vermem ama diğerlerine de vermem.
Birileri bana hesap vermelidir.
MECLİSİNDE 4 PARTİSİ OLAN BİR TÜRKİYE,
NEDEN TEK 1 ANAYASA ÖNERİSİNİ OYLAYACAK 12 EYLÜL’DE?
Yasa-mamak ve yasa-ttırmamakla iftihar eden bir yasama organı… Birileri bana bu saçmalığın hesabını vermeden bu meclisteki hiçbir partiye oy vermem. Kanun teklifleri getirenlerle getirmeyenlerin aynı maaşı aldığı, artık en küçük KOBİ’lerde bile hayata geçirilmekte olan, performansa dayalı ücretlendirmenin olmadığı TBMM isimli müessesede, bu sistemi değiştirmek için birşey yapmayanlar benden oy moy istemesin. Dokunulmazlıklar kalksın mavraları da atmasınlar. Yemem.
‘Anayasa önerisi hazırlasaydık da seçtirecek çoğunluğumuz yoktu ki’. Bırak onu ben değerlendireyim. Sen hazırla. Sen çalış. Eğer, hakikat senin hazırladığındaysa ve onu seçtirecek yeterli gücü ben sana vermemişsem, o benim sorunumdur. Ben milletim. Bir dahaki seçime, seni oraya ihtiyacın olan güçle gönderirim.
Her 100 Türk’ten neredeyse 99‘u yepyeni bir anayasa düzenine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorken sen, hiçbir değişiklik gerçekleştirtmediğin için mi benden oy alacaksın? ‘Yanlış ve eksik maddeler var.’ Mevcut anayasa anlayışı, Google.com sitesiyle bile başa çıkamayan bir özgürlük engelli bir anayasayken, sen neden doğru ve tamamlayıcı bir alternatifi hazır etmedin? Direnmek miydi sadece? Ben seni meclise siper kazasın diye mi gönderdim?
Bu ülke, bu bıçak sırtı coğrafyada, 5 yıla yayılmış seçim atmosferiyle daha fazla ayakta duramaz. Duramıyor da. Propaganda, kamplaşma, sıcak mücadele, bunlar seçim dönemlerinde kızışmalı. Bak Amerika’ya. Allah aşkına McCain’i göreniniz var mı? Sağlık reformu gibi, konusal noktalarda fikir bazında karşıtlaşan, Başkanlarına Başkan gibi davranan, Başkanlarının da Başkan gibi davrandığı bir demokrasi. Hamburgerini yiyorsun, biraz da demokrasinden beslen.
Kolay değil.
Dünyayı teslim almış,
kendi ülkenin medyasının da çok kilit kalemlerini ele geçirmiş bir sistem.
İsrail devletinin resmî tezlerini,
bize köşe yazısı diye yutturmaya çalışan bir düzen bu.
Devlet tezleri savaşlarda uçaktan broşürler halinde atılırdı.
Şimdi işler gelişti. Artık o broşürleri gaste bayiine para ödeyerek okuyabiliyorsun.
Birazdan ölecek insanların gemisinin içerisini internetten canlı canlı izlediğimiz sıralarda, haber televizyonlarında yemek tariflerinin verildiği bir ülke burası.
Dünyayı hipnotize edebilmiş, böylesi bir güç.
Bugünden yarına devrilir mi?
Sen bugünün işini yarına bırakmazsan dev-ri-le-cek.
Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini,
ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur.
Bu temel senin en kıymetli hazinendir.
İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek,
DAHİLİ ve harici, bedhahların olacaktır.
Bir gün istiklal ve cumhuriyetini müdafaa mecburiyetine düşersen,
vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin!
Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezhür edebilir.
İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.
Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş,
bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış
ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde,
iktidara sahip olanlar [iktidar kavramını siyasi iktidarlarla sınırlamadın değil mi?]
gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler.
Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini,
müstevlilerin siyasi emelleriyle techit edebilirler.
Millet, fakr-u zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk İstikbalinin Evladı !
İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklal ve cumhuriyetini kurmaktır ! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Halâ nefes kesici… İlk satırın kodlarını çözmeye var mısın?
‘Birinci’ vazifen: demiş Gazi madem. Demek ki bir sıralama gizli içeride.
O zaman vazifeleri numaralandırmalı.
Birinci vazifen: 1-TÜRK İSTİKLALİNİ 2-Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir…
Ey Türk İSTİKLALİNİ Türk Cumhuriyeti’nin de önüne almış,
özgürlük aşığı bir önderin evladı…
Çılgın lardan mısın yoksa YILGIN TÜRKLERDEN mi?
Kurtuluş savaşı da küçük bir gemiyle başlamamış mıydı?
Atatürk’ün Bandırması 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkmıştı.
Çılgın Türklerin ve Çıldırmış Olmalı Dünyalıların Bandırması da,
29 Mayıs’ta Gazze’ye çıkacaktı. İzin vermediler.
İsrail propagandasına koz vermemek için,
eşlerine çantalarına tırnak makası koymamasını söyleyen Türkler,
taramalı tüfeklerle öldürüldüler. İsrailli devlet memurları tarafından.
Ve sen, ‘Düzene boyun eğmezsen, olacağı budur’ diyenlerdensin öyle mi?
Mustafa Kemal, senin pislikten başka birşey değil dediğin Ortadoğunun Suriyesinin Şam’ında bölük komutanı değil miydi? Mustafa Kemal’in özgeçmişindeki, ‘pis’ Ortadoğunun Libya’sını İtalyanlardan kurtarmak için savaştığı kısımlardan da utanıyorsundur sen kesin.
Bugün dünyada nükleer silaha başvurma olasılığı en yüksek ülke olan [Bakınız kendi bakanlarının demeçleri] İsrail’in dümen suyuna gitmeye ‘Bölge Barışı’ adını verenlerdensin belli ki. Türkiye İran olmayacak dedin dedin, İran aldı başını gitti. Ordusunu kendi teknolojisiyle kurmuş bir ülke oldu, sen halâ pencerede Heron bekleyenlerdensin.
Bu nasıl bir hakikat körlüğüdür… Kısaca özetliyorum vaziyeti. Dağlarda yaşayan bir grup insan var. Bu insanlar terör eylemleriyle hayatlarını geçindiriyorlar. Bunlar bir terör örgütü kurmuşlar, örgütlü terör sektöründeler. Bu örgüt, iki ayrı ülkede faaliyet gösteriyor. İki ayrı ülkeyi karıştırmak için para alıyorlar. Bu örgütün İran’daki faaliyetlerine PEJAK, Türkiye’deki faaliyetlerine ise PKK tabelası asılı.
Allahım… Bu nasıl bir ülkedir… Aynı örgütün PEJAK adı altındaki faaliyetlerini, ABD destekli İsrail’in organize ve finanse ettiği yerde gökte her yerde yazılıyor çiziliyor, kimsenin bu konuda bir şüphesi yok. Aynı organizasyonun PKK tabelasından muzdarip TÜRKİYE ile İsrail’in gerçekte 2 iyi dost olduğuna nasıl inanılabiliyor? Akıl alır gibi değil… İsrail’le dost ve süpersonik müttefiksin, aynı organizasyonun mağduru İran ise düşmanın. Bir toplumu böylesi bir yalan ve çelişkiye inandırmak için elinde çok sağlam bir medyan olmalı.
Dağlarda yaşayan, kırsalda faaliyet yapan, senin Kara Kuvvetleri’nle çatışan, üyelerinin tahminen yüzde doksanının yüzme dahi bilmediği bir karasal terör örgütü, senin DENİZ KUVVETLERİ’ne saldırıyor, İsrail Deniz Kuvvetleri’nin senin gemine saldırdığıyla aynı gün. Ve bu iki olay arasında bir ilişki kurmak komplo teorisi üretmek olur diye yazıyor köşe yazıcıları. Gücün köleleri, lobi yalayıcısı, İsrail Printer’ları…
Türklere sorsan Amerika bu ülkeyi tarihi boyunca karıştırıp duran gizli güçtür. Buna kimsenin şüphesi yoktur. Oysa Amerikalılara sorsan, Türkiye’nin adresini bile bilmezler. Cumhuriyet tarihi boyunca, bu ülkeyi karıştırıp duran gizli gücün gerçekte İsrail’den başkası olmadığının teşhisini nasıl koyamaz bu topraklarda yaşayan insanoğlu? Akıl almaz bunu. Haa, Allah için, sorsan dünyayı Yahudilerin yönettiğini de bilir. Ama bu olaylar arasındaki korelasyonu kuramaz. Yahu Amerika kim? Ne işi var Irak’ta?
Amerika’da, topraklarımızın kimi bölümlerini başka devletlere ait gibi gösteren tırışkadan haritalara çok sinirlenir bu topraklarda yaşayan insanoğlu. O tırışka haritalara sinirlenir de, adım adım hayata geçen yürürlükteki yegane haritaya, Türkiye’nin güneydoğusunu da içine alan İsrailoğullarına vaad edilmiş toprakların Tevrat haritasına gıkını çıkarmaz. İsrail dosttur. İran düşman.
Sadece İran da değil. Türkiye’yi bütün komşularına düşman etmediler mi yıllar boyu? Komşularını da Türkiye’ye düşman ettiler. Bir ülke düşün. Coğrafya dersinde etrafındaki ülkelerinin listesini yapıyorsun. Ve komşu ülkelerin içinden bir tane adam gibi çağrışım yapan memleket yok.
Etrafımız dalaş halinde olduğumuz ‘pis’ Yunanlılarla, çocukken hatırlıyorum bi keresinde kesin dalıyor olduğumuz Bulgarlarla, olumsuz tamlamaya bile gerek bırakmayan adı üstünde Rus’larla, terör destekçisi Suriye, terörist yatağı Irak, laiklik düşmanı İran’la sarılmış durumda. Allahım bir tane normal ülke koyamaz mıydın etrafımıza? Herşeyi anladım da, şu Türkün Türkten başka dostu yoktur ülkesinde, Türkiye ile İsrail nasıl kadim dost oldular yıllarca bunu anlayamadım işte…
Yıllar boyu, CIA cinayetleriyle öldürülen aydınlarını İran öldürttü diyerek, sokağa döktüler bu ülkenin samimi modernist insanlarını. Düşman olmalıydık yoksa Allah göstermesin, İran rejim ihrac ederdi bize. Bak sana birşey söyliyeyim aga. Bu coğrafyada ihrac edilesi tek bir model varsa o model Türk rejimidir. Ayrıca. İran edebiliyordu da biz neden İran’a rejim ihrac edemiyorduk? Yılgın Türkler, Yıldırılmış Türkler… Cumhuriyeti elden gitme tehlikesiyle başbaşa bırakılmış Türk İstiklalinin evladına, bunun hayalini kurma izni bile verilmemişti ki…
Artık dünya değişiyor.
Türkiye de bu değişimden en çok pay alacak ülkelerin başında geliyor.
Sorunlarının hemen hiçbirisinin reel sorunlardan oluşmadığı,
sentetik dertlerle süren bu savaş sonsuza kadar süremezdi.
Unutmayın.
Bu dünyanın bir de Allah’ı var.
Küçük tanrıcıkların devri sona erdi.
Herşey değişecek.
Ve evet. Konuşa konuşa. Söyleye söyleye.
Devir Napolyon ordularının devri değil.
Devir Bilgi ve İletişim Devri.
Ayrıca.
Kimse küçümsemesin konuşma fiilini.
Bunlar, devlet adamları düzleminde dünyada ilk defa söyleniyor.
Görüyoruz işte.
Ayrıca. Konu konuşmaksa.
ONU YAPAMAYAN DA VAR.
[Konu yine sana döndü Hocaefendi]
Vize kuyruğunda OTURMA izni bekleyen Mehdilerin İslam dünyası burası…
Mehdiler OTURMA iznine değil KOŞMA cüretine kavuşmadan,
Değişmez İslam alemi.
Baksana.
Yüzyıllardır pasif olmakla suçlanan Müslümanlar,
bir gün aktivist oluverdiler de sonra ne oldu:
Yediler şamarı.
İsrail’den değil.
Hocaefendiden.
Pasif-ik’in oralardan biyerden bir şamar indi Akdeniz’e.
Mücahitlerin aktivist olmasına müsaade gelmedi.
Meğer ona sorulmadan kalkışılmış bu girişime, bunu da öğrenmiş olduk.
Bak işte şimdi o geminin yolcuları gerçek aktivistler oldular gözümde.
Yahu bu aktivistin kelimesi bile yoktu ki dilimizde. Bunlara eylemci diyoduk. Polis bunlara su sıkıyodu, uçuşuyolardı hepsi. Islak kıyafetlerle slogan atıp dağılıyolardı. Böyle biliyoduk. Baksana bunlar dünyayı değiştirebiliyorlarmış meğer.
Vay canına.
Ey Müslümanlar, Ey İslam Alemi,
Unutmayın ve başınızı kuma gömmeyin.
Başınızdaki bu manevi yöneticileri değiştirmedikçe,
siz de bu İsrailsel düzeninin sadık birer koruyucusu olmaktan öteye gidemeyeceksiniz.
Arada bir kaç slogan atan, gözleri yaşlı birer timsah mı ,
yoksa düzene başkaldıran gerçek birer mücahit Müslüman mı olduğuna
artık herkes bir karar vermeli.
Ve bilin ki mücahit, bağımsız güçtür.
İcazet almaz.
Başkaldırının helalliği yoktur.
İçinizde isyan fırtınaları kopartan bu düzeni değiştirme konusunda,
başınızdakilerden size hayır yok, gördünüz.
Müslümanları ezenler giderse,
Müslümanları ezdirmeyenler de gidecekler.
Bunu çok iyi biliyorlar.
Gazetelerinizdeki, televizyonlarınızdaki hocaefendi aslında şunu demek istedi komedyenlerini yalnız bırakın ve dünyayı takip edin.
İsrail lobisi, İsrail devleti resmi tezi ve İsrail’in ‘gönül dostu’ kalemleri
şu an en büyük desteği ‘İsrail’den izin alınmalıydı’ manşetlerinden alıyorlar.
Öyle böyle değil.
Sizin Mehdiniz,
İsrail egemenliğine resmen bir hayat öpücüğü verdi.
Bu gemiyle ilgili, dünya kamuoyunda herkes birşeyler söyledi.
Ancak bu gemiyle ilgili söylenen hiçbir söz,
mehdinizin ‘izin alınmalıydı’ eleştirisi gibi sırtından vurmadı Müslümanları, Filistinlileri.
Sizin Mehdiniz Mavi Marmara’nın insanlık gemisine ateş etti.
O gemi aşk gemisi değildi diyen komik Netanyahu,
daha bir inandırıcı oldu Efendi senin sayende.
Sen bize bu hayatının hatasıyla şunu gösterdin Hoca-efendi.
Sen bu mevcut düzenin isyancısı değil,
onun yerleşik bir parçasısın.
‘O gemide otoriteye karşı çıkma eğilimi hissettiğini’ söyleyerek,
ezilmiş kitlelerin değil ezici otoritelerin sesi oldun.
Sen ve senler, insanların kahramanları sizler değilsiniz artık.
Şıhlar, Şeyhler, Hocalar, Efendiler elendiler.
Onların yerine PEYGAMBER ÇOCUKLAR geldiler.
Şu çocuğun yaşındaki hikmete,
ismindeki güzellğe bir bak,
Sen toplam bir hayal kırıklığısın, gerçek kahraman ise o:
Yaşı 19.
Adı Furkan.
Furkan, yani doğruyu yanlıştan ayıran…
Kafasına 4 kurşun yiyecek kadar büyük bir tehlike oldu İsrail düzeni için.
Ya sen?
19 yaşındaki Furkan’larda olup da,
Bilmem kaç yaşındaki Efendilerde olmayan şeyin ne olduğunu bulabilirsen,
gözün aydın olsun İslam alemi, Muhammedler Ümmeti, ey gerçek mücahit Müslüman.
Furkanlarda olan, onlarda olmayan şey…
Küçük ipucu:
T ile biten o şey: C ile başlıyordu.
O mukaddes kelimeyi bulana kadar ikisinin arasında senin için ESARET var.
sevgiyle
buRAK özDEMİR
Deli
• Tanrı'nın doğum gün-lüğü