Hocaefendi'nin tasavvuf anlayışı, Kur'ân ve sünnete sıkı sıkıya bağlılık esasına dayalıydı. Kur'ânî yasaklardan şiddetle kaçınır, Kur'ânî emirleri titizlikle yerine getirir, bunları sünnetler ve nâfilelerle desteklerdi.

Namazlarının vaktinde ve cemâatle kılınmasına büyük önem verir, kazâ namazı olanların sünnet namazlarda kazâya niyet ederek bir an önce borçlarından kurtulmalarını tavsiye ederdi. Yine vitir namazını ise sünnet olduğu üzere gecenin son vaktinde kılar ve etrafındakilere, mümkün mertebe böyle kılmalarını söylerdi.

Hocaefendi ilk hac farîzasını 1971 yılında yerine getirmiştir. Daha sonra 1973, 74, 75, 76, 77, 82, 90, 92 ve 93 yıllarında da bu ibadeti yerine getirmiştir. Onun hac yolculukları bir kâfile hâlinde gerçekleşir, herkes bu kutsal hac yolculuğuna onunla birlikte çıkabilmek için can atardı. Bu yolculuklar, ibâdet ilim-irfan ve edeb eğitimi açısından dolu dolu geçer, bu ibâdet esnasında çeşitli ilim çevreleriyle tanışılır ve İslam dininin cihanşümûl kardeşlik anlayışının mübarek havası teneffüs edilirdi. Hocaefendi bu yolculuklarında dünyânın çeşitli ülkelerinden gelen Müslümanlarla güçlü bağlar kurmuş, kendisinden ders almak isteyenler olduğunda onlara istediklerini vermiştir. Zâten kendisi de bu ilim ve irfan yolunu, "Kapısı bütün insanlara açık olan Allah'ın bir sofrasıdır." Şeklinde tanımlardı. O, fiilen ve mânen bu yolun hizmetçisi idi.

Sünnetin de bir tür vahiy ürünü olduğunu kabûl eden Fârûkî Hocaefendi, farz ve vaciplere uyma konusundaki hassasiyetini, sünnetlere uyma konusunda da gösterirdi. Ayrıca edeb kaidelerine çok önem verir, sık sık "Edeb yâ Hû""Rabbim beni edeblendirdi, ne güzel edebendirdi" hadîs-i Nebevîsini, en güzel bir biçimde içine sindirmiş bir edeb âbidesiydi. Bu alanda Zâhirî ve Bâtınî Edebler adlı bir eser kaleme almıştır ki, fıkıh, sünnet ve tasavvufî ahlâk konularını câmidir.

Fârûkî Hocaefendi'nin çok önem verdiği sünnet ibâdetlerden biri de îtikaf ibâdeti idi. 1971'den îtibâren bu ibadeti hiç terke etmemiş, ilk itikaflarından birinde, defâlarca mülâkî olduğu Resûl-i Ekrem (s.a.v)'den bizzat ders almışlar idi. Mânevî terbiyedeki önemli yeri bakımından talebelerine en çok tavsiye ettiği ibâdetlerden biri de îtikaf ibâdeti idi.

Tesbîh ve zikir anlayışında salavâtın ayrıcalıklı bir yeri vardı. Çok salavât getirme ve bunu artırmaya büyük önem verir, âyet-i kerîmeyle Müslümanlara vâcip kılınmış olan bu duâ cümlelerinin önemini sık sık vurgulardı. Peygamberimiz(s.a.v)'in işâretleriyle hazırladığı bir salavât metni bulunması, onun bu alandaki hassasiyetini ortaya koymaktadır. Bu salavâta "Salât-ı Fârûkiye" adı verilmiştir. Zâten kendisi Pîrân hazerâtının da salavâtlarını ihtivâ eden bir salavât kitâbı hazırlamış, bunları haftanın günlerine göre tasnîf etmiş ve burada salavâtlara tercümeleriyle birlikte yer vermiştir. Salavât-ı Şerîfe-i Fârûkiyye adlı bu eserin iki baskısı yapılmıştır.

Tasavvufî irşad metodunda zikir ibâdetinin önemli bir yeri vardır. O hem cehrî, hem de hafî zikri icrâ etmiş ve insanların mizaçlarına göre bu ibadetten faydalanmalarını sağlamıştır. Zikir halkalarını sohbet hadîs dersleriyle besler, bu meclislerde insanlar hem nefis terbiyesi, hem de bilgi zenğinliği elde ederlerdi.