***
DIŞARDA
Points: 3.560, Level: 37
Level completed: 40%,
Points required for next Level: 90
Overall activity: 0%
Achievements

Tasavvuf Nedir??
Tasavvuf, tek bir şeyin adı değildir. Pek çok şeye bu ad verilmiştir. Bizim kabul ettiğimiz tasavvuf başka, reddetti ğimiz tasavvuf başka bir şeydir. Ayrıca, ıslah etmek istediği miz tasavvuf da daha başka bir şeydir.
Bir de İslâm'ın ilk döneminde karşılaştığımız tasavvuf var. Bunu Fudayl b. Iyad, İbrahim Edhem, Maruf Kerhî vs. gibi kişiler temsil ederlerdi. Bunların İslâm'dan ayrı bir fel sefeleri ve yaşayış tarzları yoktu. Bunların tüm düşünce ve amelleri Kur'an ve Sünnet'e uygundu. Gayeleri, İslâm'ın da gayesiydi:
“Oysa kendilerine, dini yalnız Allah'a hâlis kılarak, Allah'i birleyenler olarak O'na kulluk etmeleri, namazı kılma ları, zekatı vermeleri emredilmişti, işte doğru din budur.”[185]
Bu tasavvufu biz de tasdik ediyoruz. Hatta tasdik etmekle kalmayıp; bunu yaşatmak ve yaymak istiyoruz.
İkinci bir tasavvuf anlayışı daha vardır ki içine değişik bâtıl inançlar ve felsefeler karışmıştır. Buna hristiyan rahiplerinin ve hint fakirlerinin felsefeleri girmiştir. Ayrıca bu tür tasavvufta pek çok müşrik düşüncesi ve amelleri de var dır. Bu bâtıl tasavvufa göre, şeriat, tarikat ve marifet ayrı ayrı şeylerdir. Bunlar birbirlerinden hemen hemen kopuk, hatta birbiriyle çelişir durumdadır. Bu tasavvufa suluk eden insan, Allah'ın yeryüzündeki halifesi olma'a değil de, başka amaçlara yönelik görevlere hazırlanıyor. Biz bu tür tasavvu fu reddediyoruz. Bize göre bâtıl tasavvufu yok etmek, en azından modern cahiliyeyi yok etmek kadar gereklidir.
Ayrıca üçüncü olarak her iki tasavvuf çeşidinin özellikle rini de kendinde taşıyan bir tasavvuf türü daha vardır. Bu tasavvufu, bir çok ilim sahibi büyüklerimiz düzenlemiştir. Bu büyüklerimiz iyi niyetli olmalarına rağmen kendilerini geçmişteki ve dönemlerindeki etkilerden koruyabilmiş de ğillerdi. Bunlar, İslâm'ın asıl tasavvufunu anlamaya ve bu nu cahili tasavvufun etkilerinden kurtarmaya çalıştılar. Böyle olmakla birlikte onlar da uygulamada bazı dış etkiler den korunamamışlar ve bu nedenle de yaptıklarının Kur'an ve Sünnet'e aykırı olduğunu görememişlerdir. Ayrıca bu üçüncü tür tasavvufun amaç ve neticeleri de îslâminkinden hemen hemen farklıdır. Bu tasavvufun amacı insanı yeryü zünde Allah'a halife olarak hazırlamak değildir. Kur'an-ı Kerimin:
"Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahid olasınız, Peygamber de size şahid olsun."[186] diye belirttiği bir insan olarak hazırlamak da değildir. Bu tür ta savvuf, sonuç olarak ne dini bütün boyutlarıyla anlaşılır kılı yor, ne dini ayakta tutma ve yaşatmayı amaçlıyor, ne de İslâm'a hizmete gerçekten ehil olan insanlar yetiştiriyor.
Biz, bu üçüncü tür tasavvufu ne tamamen kabul ediyo ruz, ne de tamamen reddediyoruz.
Bu üçüncü tür tasavvufa girenlerden, büyük şahsiyetlere olan saygıyı bir yana bırakarak bu tasavvufu Kur'an ve Sün netin kriterinden geçirmelerini ve yanlışları düzeltmelerim özellikle rica ediyoruz. Ayrıca bu tasavvufun Kur'an ve Sünnet'e ters düşen yönlerim görüp karşı çıkanlara eleştiri hak kı versinler ve boşu boşuna onlarla alay etmesinler. Zira ta savvuf, Kur'an ve Sünnet gibi asıl kaynaktan biri olarak ka bul edilemez.
Şeyh olgusuna ilişkin görüşlerimi kısaca şu şekilde ifa de edebilirim: Bu konuya iki türlü yaklaşımda bulunulabi lir.
Birincisi: Bir insanı şeyh kabul etmeyi ve onunla rabıta yapmayı bir insanı dost edinmek ve onu hayalinde canlan dırmak gibi herhangi bir fiil olarak görebiliriz.
İkincisi: Şeyhi ve onunla rabıta yapmayı Allah'a yaklaş ma aracı olarak görebiliriz.
Birinci yaklaşım, şeyh ve rabıta olguları ve sadece bu fiil lerin caiz olup olmadıkları açısından sorgulanabilir. Bir in sanı şeyh edinmek ve onunla rabıta yapmak herhangi bir fiil olarak niyete göre caiz de olabilir. Caiz olmayabilir de.
Caiz kılan veya kılmayan niyetler üzerinde İslâm alimle ri durmuşlardır. Niyetin bir türünü hakim Abdurraşid Mahmud bir yazısında açıklamıştır. Bu niyeti göz önüne alırsak, şeyh veya rabıta olgularına haram demekten başka bir çare miz yoktur. İkinci tür niyeti ise alim Zafer Ahmed açıklamış tır. Bu niyeti göz önünde bulundurursak da bunlara kolay kolay caiz değildir diyemeyiz.
Bu durum tıpkı şu olaya benzemektedir: Bir kişiyi yaban cı bir kadına bakarken gördüğümde, ona nedenini sorsam, o da bana nefsine uyarak duygularım tatmin etmek için baktı ğını söylese, ben de zorunlu olarak yaptığı işin caiz olmadığı nı söylerim. Aynı durumdaki bir başka kişi, bakış nedeni ola rak bu yabancı kadınla nikahlanmak istediğini belirtirse, ben de yine mecburen caiz olan bir iş yaptığını söylerim. Çünkü; öne sürdüğü neden İslâm hukuku açısından geçerlidir; yanlıştır denemez.
Şeyh ve rabıta olayının ikinci türüne gelince: bunların ke sinlikle caiz olmadığı ve yanlış oldukları konusunda hiç bir zaman şüphem olmamıştır. Ne kadar büyük bir şahsiyeti şeyh edinirse edinsin ve ne kadar büyük bir şahsiyeti rabıta yaparsa yapsın, o kişi yanlış ve caiz olmayan bir iş yapmış olur.
Bu konuda ben şunu söylüyorum: Allah ve Rasûlü, Al lah'a yakınlaşmanın yollarını açık bir şekilde bizlere göster miştir. Biz neden bu yollarla yetinmeyelim? Zaten saptırıl mış olan yolları neden seçelim? Bu yollarda küçük bir dikkat sizlik, insanı kesin ve açık dalâlete götürebilir.
Bu konuda prensip olarak, "başka pek çok meselelerde kullandığımız yolları neden nefsin arındırılması ve Allah'a yaklaşma meselesinde de kullanmayalım?" demek yanlıştır. Çünkü dinin bu iki alanı birbirinden ayrı özelliklere sahip tir.
Söz konusu özgürlüğü Allah'a bağlılık alanına kaydıra rak ve "yasaklanmamış şeyleri mubah görerek" Allah'a yak laşmanın kıyas yoluyla yeni yeni usullerini icat etmek doğru değildir. Hrıstiyanlar da bu hataya düşerek ruhbaniyet yoluna koyulmuşlardır. Kur'an bunu kınamıştır.
Büyüklerin Yüzüsuyu Hürmetine Tevessül
Soru:
Dualara, filanın yüzüsuyu hürmetine; filanın hatırına gi bi ziyadeler yapılmaktadır. Bu ziyadelerin şeriattaki yeri nedir? Rasûlullah'ın Sünneti bu konuda ne söylüyor? Saha be nasıl dua yapmış? Böyle yapmakla, yani dua ederken "filanın yüzüsuyu hürmetine " gibi sözler söylemekle herhangi dini bir kusur işlenmiş olur mu?
Cevap:
Duada, Allah'a (c.c) herhangi birinin yüzüsuyu hürmetini vasıta yapmak, O'nun ve Rasûlü'nün bize öğrettiği bir yol de ğildir. Bildiğiniz gibi, Kur'an-ı Kerim bu tür anlayışlardan uzaktır. Hadislerde de bu anlayışa temel oluşturabilecek bir örnek yoktur. Duada bu yolu uygulamış olan veya bir başka sına öğreten sahabeden herhangi birisini de hatırlamıyo rum. Doğrusu Alemlerin Rabbi'ne dua ederken herhangi bir kulun yüzüsuyu hürmetini referans göstermek veya filan kulun hatırı için benim istek ve ihtiyaçlarımı karşıla demek mânâsına gelen anlayış tarzı müslümanlara nasıl musallat olmuş anlamakta güçlük çekiyorum. Ben böyle yapmanın yasak olduğunu söylemiyorum, sadece şu iki şeyi söylüyo rum: Birincisi; bu şekilde dua yapmak, Alemlerin Rabbinin bize öğrettiği dua yapma şekline ve metoduna aykırıdır. Hz. Peygamberin doğrudan doğruya ashabına öğrettiği dua tar zına da aykırıdır.
Bu sebebledir ki, bu tarz duadan uzak du rulmalıdır. Zira Peygamber, Efendimiz ve diğer bütün pey gamberler, Allah ile kulları arasındaki ilişkinin ve bağın doğru şeklinin ne olduğunu açıklamak için gelmişlerdir. Öy leyse onların ne uyguladıkları ne de öğrettikleri bir dua şekli olan bu tarz bir dua şeklini, herhangi bir kimse uygulamaya kalkışırsa, şüphesiz o, muteber olan bir şekli terkedip, mute ber olmayan bir şekli uygulamış olur.
İkinci olarak da, bu dua şeklinin nefrete şayan bir yol ol duğuna inanıyorum. Başka bir kişinin bu dua şeklini benim gördüğüm gibi görmeyip başka bir açıdan bakması ve nefrete şayan bulmaması farklı bir durum. Ben ne zaman bu dua şeklinin zararlarına dikkat etsem, gözümün önüne hemen çok mert ve çok cömert bir zat gelir: Onun kapısına gelen her hangi bir insamn arzuları anında yerine getiriliyor, feyz ve keremi herkesi kuşatıyor, her isteyen ondan dilediğini talep edebiliyor, lûtfu herkese açık ve herkes ona kolaylıkla ulaşa biliyor. Böyle bir zâtın karşısına bir kişinin doğrudan gele rek: "Ey kerem sahibi, cömert insan! Bana yardım et" demek yerine, filan kişinin hatırına benim ihtiyaçlarımı gider de mesi ne kadar uygun düşer varın siz hesap edin. Bu isteme biçiminde, o cömert kişinin merhameti ve cömertliği sebe biyle başkalarının ihtiyaçlarım gidermediği, fakat arkadaş larının, dostlarının ve akrabalarının hatırına lütuf ve ihsan da bulunduğu su-i zannı gizlidir.
Eğer bunların vasıtasıyla dua edilmezse sanki o zaman ondan lıiç bir şey alamayacağı nız zannıyla ümitsizliğe düşüyorsunuz. Filanın yüzüsuyu hürmetine demek; aynı zamanda, istekte bulunduğunuz zâta baskı uyguladığınız mânâsına gelir ki, siz aslında şöyle demek istiyorsunuz: "Ben filan büyük insanın tavsiyesi ile geliyorum. Benim ricamı herhangi aracısız bir insanın ricası gibi düşünerek geri çevirmemelisiniz." Eğer bu tarz dua bu söylediğim anlama gelmiyorsa, ne anlama geldiğini bana da öğretin. Böylece içimdeki sıkıntıdan kurtulacağım için mem nun olurum. Fakat eğer bu tarz duanın anlamı gerçekten be nim anladığım şekildeyse, o zaman Allah Teâlâ'nın kâmil sı fatları hakkında doğru bilgiye sahip bir şahsın böyle bir dua tarzını hayâl edebileceğini bile düşünemiyorum. Fıkıh alim leri bu dua tarzının, bu gibi mahzurlarım dikkate alarak mekruh olduğu kanaatine varmışlardır.
Nitekim Hanefî Fıkhının meşhur kitabı Hidayede şöyle yazmaktadır: "Bir kimsenin dua ederken filanın hakkı için, filanın yüzüsuyu hürmetine veya peygamberlerin, nebilerin hakkı için demesi mekruhtur. Zira yaratılanın, yaratan üzerinde hiçbir hakkı söz konusu değildir."
MEVDUDİ