Hak yolunda yürüyen zat daha sonra dâî (Hakk’a davet eden) olur. Dâîler de birkaç çeşittir: Kimi dâî Allah’a çağırır, kimi dâî Sünnet’e çağırır.
Sünnet’e çağıran, dinin hükümlerine çağıran dâîdir. Allah’a çağıran dâî, amellerde hakikate ermeye, ihlâsa, işleri tam yapmaya, sadakate çağırır. Nitekim ancak nefsin arzularından, adetlerinden geçmekle sıdk derecesine ulaşılabilir.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır.” (Nahl, 125). Burada yüce Allah, peygamberine “hakîm” ve “vaiz” adını verdi. Ve o çağırıcıya: “Allah’ın izniyle O’na çağıran ve aydınlatıcı bir lâmba.” (Ahzâb, 46) sözüyle risalet, elçilik elbisesini giydirdi.
Demek ki salik Allah yolunda ilerlerse bu yol onu vuslat makamına götürür. Bu, o kulun Hakk’ın kendisinden istediği şeye kavuşması, O’nun rızasına ermesi demektir.
Her dâî’nin birtakım takipçileri vardır. En az takipçisi olan, Allah’a çağırandır. Çünkü O’nun kudret ve ihtişamı büyüktür (buna dayanmak güçtür). Allah yoluna çağıranların takipçileri, Allah’a çağıranın takipçilerinden daha çoktur. Zira bunun derecesi daha aşağıdır. Sünnet’e çağıranın takipçileri ise daha fazladır. Çünkü bu hal, nefsle bağdaşabilen, nefsin uyabileceği bir haldir. İbadetler burada yapılır, işler burada görülür.