Kâinatın Efendisinerisâlet vazifesi verilmeden önce
insanlığın ve dünyanın ma'nevi çehresini tanımak ve bilmekte fayda vardır. Ancak o zaman Resûlullah'ın insanlığı nasıl dinî
ruhî
fikrî
içtimaî ve siyasî bir karanlık ve sapıklık içinden kısa zamanda çekip çıkardığını anlayabiliriz!
Milâdi altıncı asır sonları...
Bu zamaninsanlık âleminin üzerine küfür
dalâlet ve ahlâksızlık kâbusunun olanca kesafetiyle çöktüğü ve onu boğmaya var gücüyle çalıştığı bir asırdır... O gün için dünya üzerinde göze çarpan mühim devletler şunlardır: Bizans
İran
Mısır
Hindistan
İskenderiye
Mezopotamya
Çin
v.s.
Bütün bu devletlerde :
A) Doğru Bir İnanç Sistemi Mevcut Değildi.
İnançsızlığın veya yanlış inancın ruh ve vicdan ıztırabı içinde kıvranan zamanın insanları âdeta çılgına dönmüşlerne yaptıklarını bilmeyen azgınlar durumuna gelmişlerdi.
Kâinatta cereyan eden hâdiselere ve yüce Kudretin eseri olan eşyaya tapılmakta idi. Yıldızlaraateşe
kupkuru
ruhsuz taş ve tahtalara zavallı insanlık "İlâh!" diye secde ediyordu.
Ruh ve vicdanlar tek'a îmândan mahrum karanlıklara gömülü bulunduklarından
"Herşey İlâhî kudretin eseridir" denilmiyor ve dolayısıyla devrin insanları tarafından
kâinat; mânâsız
abes ve gayesiz mütalaa ediliyordu! Îmân
irfan ve basiretten mahrum bu zavallılar
bir harfin
bir kelimenin
bir kitabın müellifsiz vücud bulmayacağını biliyorlardı da
içinde binbir türlü esrâr ve hikmeti muhafaza eden kâinat kitabını sahipsiz ve mânâsız kabul edecek kadar düşünceden mahrum bir perişanlık içinde kıvranıp duruyorlardı...
Bu içler acısı vaziyetiyle bütün dünyanınTevhid inancını
![]()
'ın varlık ve birliğine inanmayı insanlığa takdim edecek
gönülleri şirk
küfür ve dalâlet kirinden temizleyecek bir peygambere ihtiyacı vardı ve onu bekliyordu!
B) Bu Ülkelerin Hepsinde İnsanlar Sınıflara Ayrılmışlardı.
İlâhî ölçüden mahrum insanlıkzengin fakir
kuvvetli zaif
avam havas
efendi köle diye birçok sınıflara ayrılmış durumda bulunuyordu. Zengin ile fakir
halk ile devlet ricali arasında korkunç bir kopukluk ve uçurum vardı!
Sınıflar arası hava oldukça gergindi. Üst tabakadakilerin zulüm ve tahakkümü sebebiyle alt sınıflar her an patlamaya hazır bir barut fıçısını andırıyordu. Misâl olsun diye o günkü İran'ın durumuna bir göz atalım:
"Birçok ibtidaî kavimlerde olduğu gibi İranlılar da birbirinden tamamen ayrılmış ve ilk üçü en aşağı tabakada olan dördüncüsünden bütünüyle kopmuş dört sınıfa (kasta) ayrılmıştı. En yüksek olan üç sınıfmünhasıran Magi kabilesinden alınan ve bu itibarla Magiped veya Möbed denilen rahipler ve hâkimler
cengâverler ve resmî me'murlardı. Rençber ve san'at sahiplerinden mürekkep kısım da dördüncü sınıfı teşkil ediyordu."
Sözde halk denilen zümre isehür şehirlilerden ve toprağa bağlı esir ve kölelerden (serfler) mürekkepti ve bu sonuncuların vazifeleri
hiç bir mükâfat ve ücret karşılığı olmaksızın tarlalarda veya orduda çalışmaktı. Bunlar tamamiyle kendi hallerine terkedilmiş
aşılmaz maniâlarla ayrılmış oldukları -mal ve mülkünden serbestçe faydalanan- Dehkanlığa
yani şehirliliğe bile yükselmeyi ümid edemezlerdi..."
Doğu Roma İmparatorluğunun hali daha da acıklı ve ibretliydi: "Halkkendiliğinden bir çok tali sınıflara ayrılmıştı. Bunlar:
1) Ne orduya alınan ve ne de herhangi bir çeşit ticârete girişebilen toprak sahiplerinden mürekkep Curule (Kürül) denilen sınıf![]()
2) İran'daki benzerleri gibi toprak sahibi olmayannüfus vergisi veren
babadan oğula intikal eden muhtelif loncalara bağlı Haraçgüzâr (vergi veren) halk
![]()