İnsan kendisini büyük görmedikçe; onda kibir olmaz. Kendini büyük görmek için de kendisinde kemal sıfatlarından birinin bulunmasına inanmış olması gerekir. Kemal sıfatları ise dini ve dünyevi olmak üzere iki kısımdır. Dini kemal ilim ve ameldir. Dünyevi üstünlük sıfatları ise asalet güzellik kuvvet servet ve nüfuz gibi şeylerdir. İlim kibrin birinci kapısıdır.
İlim sahibi olan kişi hemen ilmin şerefiyle şereflenmek ister. Kendisini büyük görerek diğer insanları hakir görmeye başlar. Her yerde insanlardan saygı ve hürmet bekler ve gördüğü saygı ve hürmetin kendi hakkı olduğunu düşünür.

Bu ilim sahibi kişinin dünyevi açıdan yaptığı kibirdir. Ahiret bakımından da ilmi sayesinde kendisini -u Zülcelal'e herkesten daha yakın görür. Kendisini daima üstün olarak görüp başka insanlar için endişelenir; fakat kendisini emniyette hisseder.

Oysa gerçek ilim insanın kendisini ve Rabbini bilip son nefesinde dünyadan imanlı olarak mı yoksa imansız olarak mı ayrılacağından korkmasıdır. İşte bu hakiki ilim insanın emin olmasını değil -u Zülcelal'den korkmasını tevazu ve huşuunu arttırır. Gerçek ilim sahibi bu ilim nimetinin şükrünü hakkıyla yerine getirmediğini ve -u Zülcelal'in; “Sana verdiğim ilim ile ne yaptın” diye kendisini sorguya çekeceğini düşünerek herkesi kendinden hayırlı görendir. Onun için Ebu'd Derda (ra) buyurmuştur ki;
“İlmi çoğalan kimsenin sancıları çoğalır.”

Demek ki ilim kibrin en büyük sebebidir. Huzeyfe (ra) bir gün cemaate namaz kıldırıp selam verdikten sonra dedi ki: “Bundan sonra kendinize ya başka bir imam bulursunuz yada namazınızı yalnız başınıza kılarsınız. Ben bir daha imamlık yapmam. Çünkü namaz kıldırırken aklımdan;
“Bu cemaatte imamlığa benden daha layık kimse yok” diye bir düşünce geçti. Bu da kibir alametidir. Onun için bir daha imamlık yapmam.”

Onlar -u Zülcelal'in emir ve nehiylerini ince ince yerine getiriyorlardı. Buna rağmen kendi üzerlerinde bir muhafız gibi davranıyorlar ve kalplerini daima kontrol ediyorlardı. Onların bu hallerinden gücümüz yettiği kadar ibret almamız lazım. Çünkü -u Zülcelal saniyesi saniyesine kalbimize muttalidir vakıftır. Kalbimizde olan biten herşeyden haberdardır.

-u Zülcelal bütün dünyayı Hz.Süleyman (as)'ın emrine vermişti. Hz.Süleyman (a.s.) bir gün memleketine şöyle bir göz atınca kalbi memleketine meyletti ondan hoşlandı. Bunun üzerine -u Zülcelal rüzgara: “Onun elbiselerini kaldır” diye emretti. Rüzgar da onun elbiselerini havaya uçurdu ve Süleyman (as)'ın avret yerleri açıkta kaldı. Süleyman (as) rüzgara: “Ey rüzgar! Elbiselerimi yerine getir!” diye emretti.Rüzgar da: “Sen de kalbini yerine getir” diye cevap verdi.

Kibrin bir kapısı da amel ve ibadettir. Amel ve ibadet sahipleri başkalarına böbürlenme rezaletinden kurtulamazlar. Oysa bazı evliyalar: “Amelin meyvesi tevazudur” demişlerdir. Onun için insan yaptığı ibadetten dolayı kendisine bir kibir ve büyüklenme geldiğini gördüğü zaman hemen kendi kendini kontrol edip o halinden ve o ibadetinden dolayı da -u Zülcelal'e karşı tövbe etmelidir.

Kibrin diğer bir kapısı da insanların helak olduğunu ve yalnız kendisinin kurtuluşa erdiğini sanmaktır Halbuki esas helaka uğrayanlar bu düşünceyi taşıyanlardır. Nitekim Hz. Peygamber (sav) bir hadis-i şeriflerinde; “İnsanlar helak oldu! diyeni duyduğunuz vakit (iyi bilin ki) asıl helakte olan kendisidir.” (Müslim Ebu Hureyre) Başka bir hadis-i şe-riflerinde ise: “Bir kula din kardeşini hakir görmesi kötülük olarak yeter.” (Müslim Ebu Hureyre) buyurmuştur.

Eski bir rivayette şöyle geçmektedir: İsrailoğulları zamanında kötülüğü ile meşhur bir adam vardı. Herkese zulüm yapardı. Bir gün bir abidin yanından geçerken kendi kendine: “Bu da 'ın kulu ben de 'ın kuluyum. Bu iyi bir insan bense kötü bir insanım. Bunun yanında biraz oturayım belki -u Zülcelal onun hürmetine beni de affeder.” dedi ve o abidin yanına oturdu. Abid onu görünce: “Bu kötü insan kim oluyor ki benim yanıma oturuyor” diye kibirlendi ve onu yanından kovdu. Bunun üzerine -u Zülcelal o zamanın peygamberine şöyle vahyetti: “
Her ikisinin de geçmişini yok ettim ve o adamı da affettim.”


Şunu çok iyi bilmek lazımdır ki kim kendisini başkasından üstün görürse bu cehaleti sebebiyle bütün amelini mahvetmiş olur.

Kibrin Diğer Sebepleri de Şunlardır

Birincisi; asaletle övünmektir. Asil bir aileye mensup olan kimse kendisi gibi olmayanları hakir görür. Hatta ilim ve amelde kendisinden üstün olsa da ona kıymet vermez. Bir gün Hz.Ebu Zer (ra) ile Hz.Bilal (ra) şiddetli bir tartışmaya girişmişlerdi. Ebu Zer (ra) Bilal'e (ra): “Kara kadının oğlu” dedi. Bilal (ra) da bu sözünden dolayı onu Hz. Peygamber (sav)'e şikayet etti. Peygamber Efendimiz (sav) Ebu Zer'e: “Söylediğin bu söz cahiliyet dönemindeki kibirden kalbinde kalan bir şeydir.” dedi. Bunun üzerine Hz.Ebu Zer kendini yere attı ve Hz.Bilal ayağı ile kafasına basıncaya kadar başını yerden kaldırmamaya yemin etti.” (Buhari İman sh.22)

Yine iki kişi Peygamber Efendimiz (sav)'in huzurunda birbirlerine üstünlük taslayarak tartışıyorlardı. Biri dedi ki: Ben falancanın oğluyum. Sen kimsin? Senin annen bile belli değildir.” Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) buyurdu ki: “Musa (as)'ın yanında iki adam böyle birbirlerine karşı övünmeye kalkıştı. Hatta birisi dokuz batın geriye kadar saydı. -u Zülcelal Musa (as)'ya şöyle vahyetti: “Ey Musa! Ona söyle iftihar ettiği dokuz kişi cehennemdedir. Kendisi de onuncusudur.” (İbni Mübarek)

İkincisi güzellikle övünmektir. Bu daha çok kadınlarda görülür. Bu da başkalarını ayıplamaya küçük düşürmeye ve gıybete sebep olur.

Üçüncüsü Servet ile övünmektir.

Dördüncüsü Kuvvet ile övünmektir.

Beşincisi ise nüfuzuyla övünmektir. Adamlarının yardımcılarının akraba ve çocuklarının çokluğu ile kibirlenmektir