Ölüm soğukturürkünçtür ilk algılamayla
şartlanmışlıkla
öğrenilmişlik ve öğretilmişlikle böyledir..yakinen yaşadığında ölüm olgusunu
üşür insan
buz keser hayata geçmişine
geleceğine
hatıralarına hayallerine..An da durmuştur onun için..varsa yoksa kayıp duygusu
çaresizlik
acı
hüzün
yas ve hepsinin kapsayan bir anlamsızlık duygusu..Ne de saçmadır hayat
ne de anlamsız böyle..Kardeşim benim kardeşimdi
babam benim babam
ananem de benim ananemdi...benim..Ama ölmesine dahi engel olamadım...Ne de acımasızdır hayat ben daha ölümün soğuk yüzüyle yüzleşmeye hazır değildim..Hazır değildim sarsılmaya
sessiz ve aciz kalmaya
kalakalmaya öylece..Hatta kaybetmeye hazır değildim böylesine..Ne kadar geç olsa da ölen için hala onunla yapılacak birşeylerimiz
geçireceğimiz vakitler
paylaşacağımız türlü şeyler vardı…
Aslında insan kendi ölümüyle yüzleşmektedir kaybettiğini düşündüğü her yakınından sonra..Ölüm kavramı her zaman soğuktur da insanaaklına getirmek istemez insan
uzak tutar onu kendinden
Hakk’ın uzak tuttuğu ölçüde çevresinden..Bir türlü düşünmek istemez bunu da Peygamber der insanlığa “Ağız tadını bozan ölümü çokça hatırlayınız”..Yine de bigane kalırız bu söze
düşünürüm der geçeriz ya da yüzeysel düşünürüz ama öyle ya biz daha genciz ve yapacaklarımız var
hayallerimiz var
koca bir ömür var önümüzde..Öyle ya ölüm yaşlılara özgüdür
hatta yaşlılar bile daha yaşlılara
asırlıklara atfeder ölümü..ama malumdur hepimize ki uzak tutsak da bu düşünceyi bilincimizden
hasıraltı etsek de ölümün ne yaşı vardır
ne vakti
ne de kontratı…Ansızın geliverir çoğunlukla.. Yaradan’ın sevgili kuluysak
belki uzak yakınlarımızla yaşarız bu duyguyu ilk ki olabildiğince hassaslaşalım bu kavrama ve kararınca duyarsızlaşalım..Önceliklerimi zi
öfkelerimizi
hırslarımızı
anlaşmazlıklarımızı
arzularımızı gözden geçirip dengeye oturtalım..Her ne kadar kendi ölümümüzün suyunun suyu olsa da bu uzak ölümler
zamanla ölüm halkası daralır ve dünyanın merkezi olarak sembol edilen “Ben” e odaklanır…Esasında ne kadar soğuk görünse de ölüm bize ısınır böylece ve biz ölüme ısınırız ki bizi hırslarımızdan
tamahkarlıklarımızdan
nefsani arzu ve zaaflarımızdan arındırdığı
kalbimizi yumuşattığı
bize hayatın anlamını sunduğu için...Ürperten soğukluğunun aksi gibi pişirip olgunlaştırmasını bizi
hayret ve ibretle müşahede ederiz..ve yakınlaştıkça bu fasit daire
ölmeden önce ölmenin sırrına derece derece vasıl oluruz..ve şükrederiz bu halet-i ruhiyeyle ölümü duyumsayan ve ona göğsünü açan müminler olarak hayatımıza anlam kazandırdığı
bize yaşama sevinci kattığı için..Öyle ya ölümü çıkarsak aradan hayatta keyfekeder ne kalır ki geriye..Tuzsuz salata yenir
salçasız yemek…ama ölüm kreması olmayan bir hayat pastasından kimse tatmak istemez esasında..
Beka yurduna inananlar için ölüm bir vuslattırdüğün gecesidir
can kuşunun kafesinden kurtularak özgürlüğe kanat çırpmasıdır. Elbette ki hüzün hakkımız ve bize insan olmamız hasebiyle bahşedilen nimetlerin en haslarındandır..ki sağlıklı bi matem süresinin yaşanması
ölünün ardından elzemdir
süreci değerlendirip yeniden hayata motive olmamız adına..Alemlerin Efendisi ki hayatın
ölümün müsebbibi
alem varlığına mebni yaratılmış Peygamberimiz
oğlu İbrahim’in ölümüne döktüğü gözyaşlarına şaşıran ve ölüme dökülen gözyaşını yadırgayan ashabınca “ Sen Peygambersin
sen de mi ağlıyorsun?” şeklinde bir soruyla karşılaşınca “ Kalbi olan hüzünlenir” demişti..ve yine eklemişti; ”Eğer bu dünyadan ahirete intikal edenler için ahiret bir vuslat yurdu olmasaydı bu hüznümüzün sonu olmazdı
ama yine de hüzünleniyoruz”..Bu da insan olmanın getirisi
kalbin zekatı herhalde..Ölümü bir son
bir kesinti değil de bir uykudan uyanış olarak gören inancımızla
anlayışımızla ruhumuz okşanır. Bu anlayış bizi Rahman ve Rahim’ in kulları olduğumuz ve onun merhametinin her şeyi kuşattığı gerçeğiyle buluşturur. Ne güzel buyurmuş Mevlana: "Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye başladı mı
bende bu cihanın gamı var
dünyadan ayrılığıma tasalanıyorum sanma; bu çeşit şüpheye düşme. Bana ağlama
yazık yazık deme. Şeytanın tuzağına düşersem işte hayıflanmanın sırası o zamandır. Cenazemi görünce ayrılık ayrılık deme. O vakit benim buluşma ve kavuşma zamanımdır. Beni kabre indirip bırakınca
sakın elveda elveda deme; zira mezar cennetler topluluğunun perdesidir. Batmayı gördün ya
doğmayı da seyret. Güneşe ve aya batmadan ne ziyan geliyor ki? Sana batmak görünür
ama o
doğmaktır. Mezar hapis gibi görünür ama o
canın kurtuluşudur. Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumundan şüpheye düşüyorsun? Hangi kova kuyuya salındı da dolu dolu çıkmadı? Can Yusuf'u ne diye kuyuda feryad etsin? Bu tarafta ağzını yumdun mu
aç öte tarafta…”
O’na aidizhayatı veren onu alacağı saati de belirliyor taa ezelden.. Ama yüreğin türlü halleri var..Sabretme ve kabullenme erdemleri
Müslüman ismine liyakaten teslimiyyet
tevekkül halleri nefs ve şeytan ittifakının hışmına uğrarken; isyan
küfür
direnme
uzun süren matem ve hayatın anlamsız
Yaratıcının acımasız olduğuna dair içimizde var olan nefsani ve şeytani vehimler
haller
kriz durumlarını kollayan isyan yetimizle tahrik edilir…İnanan kalplere düşense bu halleri tanımak ve rahmani olanla
şeytani olanı tefrik etmektir..Zor da olsa aslolan..ve bilinmelidir ki her şey zıddıyla kaimdir..
Ezcümleinsanoğlunun mutlak kabul ettiği tek gerçek
inananlar için iman vesikası ve dahi hayatın anlamı; “ Ölüm var
çünkü hayat var!”..