أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ أَنْفُسَكُمْ وَأَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
"(Çok garip) sizler Kitab'ı (Tevrat'ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) hâldeinsanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?" (Bakara sûresi
2/44)
Bu âyet-i kerime doğrudan doğruya bir kısım İsrailoğullarını alâkadar etmekle beraberMüslümanlara da işârî olarak tenbihte bulunmaktadır. Burada asıl anlatılmak istenen şey de hâl ile kâl birliğinin gerçekleştirilmesidir. Nitekim bir başka âyet
bu hususu bir başka üslûpla ifade sadedinde:
لِمَ تَقُولُونَ مَا لاَ تَفْعَلُونَ "Niçin yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz ki?"[1] demektedir.
Evethâl ve kâl
hakkı tutup kaldırma
onu temsil edip anlatma adına çok önemli iki cepheli bir dildir. Bu iki görünümlü tek dil hakikatle gürleyince
onun tesiri müthiş olur. Evet
insan başkalarına söyleyeceği şeyleri önce kendi nefsinde yaşamalı ki
iç-dış
beyan-hâl farklılığına düşmesin.
Bir eserdeCenâb-ı Hak
Hz. İsa'ya "Yâ İsa
önce nefsine vaaz et. Eğer o kabul ederse
sonra insanlara nasihatte bulun! Yoksa (nefsinin kabullenmediği şeyleri başkalarına anlatma hususunda) Benden utan!"[2] buyurur.
O hâlde insan önce inandığı şeyleri yaşamalıkendinden tecrit mülâhazası içinde
kendi duygu-düşünce ve iç derinliklerini seslendirmelidir. Gece hayatı olmayan biri
teheccütten bahsederken utanmalı.. namazını huşû ve hudû ile kılamıyor
![]()
'a karşı saygılı davranıp gerekli mehâbet ve mehâfeti içinde duyamıyorsa
kâmil namazdan dem vurmamalı.. hasbî ve diğergâm değilse
bir tek kelime ile dahi başkaları için yaşamaktan kat'iyen bahis açmamalı; açmamalı zira lihikmetin (bir hikmete binaen)
anlatılan hususların tesir gücünü
anlatanın yaşamasına bağlamıştır. Bakınız
İslâm'ı anlatma ve müdafaa etme adına bazı kimselerin irşad
cevap ve reddiye gibi şeyleri hep havada kalmaktadır. Hatta
samimî olunmadığından
yer yer daha önce söylenen şeylerden vazgeçilmekte ve muhaliflerin anlayışlarına mümaşat edilmektedir. Mustafa Sabri Efendi
bu durumu şöyle izah eder: "Bunlar
anlattıkları şeylerde
başkalarına verdikleri cevaplarda
yazdıkları kitaplarda samimî değiller. Eğer samimî olsalardı
dediklerini yaşar ve hayatlarında zikzak çizmezlerdi." Yaşamadı
zikzaklar çizdi ve arkalarındakileri tereddütlere attılar.
Bu itibarla dahizmet düşüncesi ile dahi yazılmış olsa
bu kitaplar
bu reddiyeler yazıldıkları yerlerde teşettüt-ü efkâra (fikir dağınıklığına) sebebiyet vermiş ve önü alınmaz ayrı kaosların doğmasına yol açmıştır. Öyle ise
önemli olan
müessir olabilmenin yollarını araştırmaktır. O da
bilme
yaşama
metot
muhatabı tanıma
neyi
nasıl
nerede anlatacağını iyi tespit etme gibi her biri kendi çapında önemli hususların yanı başında
tebliğcinin yürekten ve samimî olmasıdır.
Buradahatırlatılmasında yarar olan bir diğer mesele de
لِمَ تَقُولُونَ مَا لاَ تَفْعَلُونَ"Niçin yaşamadığınız şeyleri anlatıyorsunuz?" âyetinin
yanlış anlaşılma ihtimalidir. Zira âyet-i kerime
zemm makamında "niye-niçin" diyerek bunları sorgularken
"Ha sakın yaşamadıklarınızı anlatmayın!" demiyor. Zira yaşamak ayrı anlatmak da ayrı birer ibadettir. İkisini birden yapmayan iki günah
birini yapmayan da bir günahla kendini tesirsizliğe mahkûm etmiş olur. Evet
daha önce de ifade ettiğimiz gibi müessiriyet
anlatılanların yaşanmasına bağlıdır.
Evetinsanlara iyiyi emredip
onları kötülükten vazgeçirmeye çalışırken insanın kendini unutması açık bir tenakuzdur ve böyle bir yanlış
ifade
beyan gücü
bilgi gibi pek çok doğruyu götürecek mahiyettedir ki
âyetin fezlekesi de
aklı olan bir insanın böyle bir çelişkiye düşmemesi gerektiğini hatırlatarak
"İnan
düşün
yaşa ve anlat!.. Aksi gevezeliktir
konuşanın kredi ve itibarını götürür ki
bu da onun kendini katmerlice unutması mânâsına gelir." demektedir. Bu itibarla vâiz
nâsih
mürşit
mübelliğ
yazar ve programcı
yapıp ettiği şeylerde ciddî olmalıdır ki kendisi de ciddiye alınsın ve bahse konu hususların değerine toz kondurmasın. Dahası irşad için yamuk yumuk davranmakla
idlal yolunda tutarlı konuşanların altında kalmasın...
[1] Saf sûresi61/2.
[2] MünâvîFeyzü'l-kadir
1/78; Ebû Nuaym
Hilyetü'l-evliyâ
2/382.[/b]
Fethullah Gülen