Sevgiinsanî duyguların en mâsumu ve en ziyade hürmete lâyık olanıdır. Sevgiye bir tutam şefkat
bir tutam da nezaket karıştırdığınızda o
melekleri kıskandıran bir kıvama ulaşır. Sevgi
tek başına bir ölçüdür. Hak ona bakar
halk onu arar. Sevgi
Yusuf’un (aleyhisselâm) kuyusunda sabır
Nemrut’un ateşinde gül olur; hicret yolunda emniyet olup dillerde
“lâ tahzen innallahe meana”ya (üzülme
bizimle beraberdir) dönüşür.
Bizlerbir tutam sevgiydik önce. Sonra “Ete
kemiğe büründük.” Daha sonra “İnsan gibi göründük.” Ete kemiğe bürünen misâlimizdeki kemalâtı görünce endam aynasında
başladık övünmeye ve sevmemiz gerekenlere tahakküm etmeye. Hem de mâbudiyetten uzaklık noktasında ve mahlûkiyet nispetinde müsavi olduğumuzu bile bile. Sevginin yolunu değiştirdik. O da kurudu. Ve biz
sevgisiz kalıp öldük sanki. Her şey soğudu
kadavralaştık birden. Arzın orta yerine kondu nâşımız. Payandamız ene
gassalimiz kibir
kefenimiz ise
şöhret bezindendi. Semada ve serâda okundu salâlarımız. Duyanlar koşup geldi
bölük bölük. Kimi aşağıydı ayağımızdan
kimi yüceydi âfâkımızdan. “Bir türbe ki ruhum; gelen ağlar
giden ağlar.” misâli gelen ağladı
giden ağladı hâlimize. En çok da melekler yas tuttu ölen bedenimize; İblis
taht-ı derekesinde zafer şarkıları söylerken.
Âdettenmişher biri bir hakikati fısıldamak için yaklaştı musallaya. Birisi: “Büyük görünme
küçülürsün
dememiş miydim? Hani Mâlikü’l-mülk ‘kalû belâ’da seni arza halife kılmıştı. Gözlerinden kulluk akıyor
kalbin sevgiyle kaynıyor
beyninse görülmemiş marifet şimşeklerine hamileydi. Ben sana o gün yaklaşıp; ‘Büyük görünme
küçülürsün. Büyüklüğün şe’ni
tevâzû ve mahviyettir. Tekebbür ve tahakküm değildir.’ dememiş miydim?” dedi. Bir diğeri
yaklaşıp şöyle seslendi: “Hırs
şükürsüzlük olduğu gibi
hem sebeb-i mahrumiyettir
hem de sebeb-i zillettir. İnne’ş-şehvete tusayyiru mulüke âbiden (Şehvet
efendileri köle yapar) hatırlatmasında bulunmamış mıydım? Kibir
şöhret ve egoizm şehveti; sevgi pınarlarını kurutup
seni zillete mahkûm etti. Bak ne hale düştün!”
Bir kez daha gücümüzü toplayıp “Hayırhayır! Bunlar doğru olmaz
olamaz!” diye haykırmak
nefsimizi tezkiye etmek istedik. Fakat dizlerin bağı çözülmüş; dilin ise
cansuyu çekilmişti sanki. Fakat muhatap
gönül diline âşinaydı. Anladı bir çırpıda ızdırabımızı ve art arda dizdi sorularını: “Söyler misin sütünden içtiğin
balından yediğin ve yününden giyindiğin hayvanat âlemi için ne yaptın? Hepsine teşekkür sadedinde en son ne zaman bir kedinin sırtını okşadın? Meyvesinden ve sebzesinden yediğin
gölgesinde eğlendiğin nebatat adına ne yaptın? Onlara teşekkür adına en son ne zaman bir kır çiçeğini Yasinlerle suladın? ‘İnsanların en hayırlısı
insanlara en çok faydası dokunandı.’ söyler misin en son ne zaman yolda insanlara eza veren bir taşı alıp kenara koydun?”
Bir zamanlar bütün bunları yapanlarbaşkasını doyurma uğruna aç yatanlar vardı. Onlar serapa sevgi kahramanıydılar. Sevgiyi sever
nefretten nefret ederlerdi. Sevgisizler
onlara da kıydılar. Yüreği sevgide harman olmuş bir sevgi kahramanının elleri
marifetten mahrum softalar tarafından kesilince hazret
ellerini açar ve naz makamında şöyle dua eder: “
’ım ellerimi kesen bu insanları bağışlamadığın sürece ruhumu alma.” Sevgisizler
hayatı sevgiden tecrit ederek
adı bilinmez nice sevgi kahramanına da kıydılar. Sevgi kahramanlarının yücelttiği insanlık haysiyeti
esfelin karanlıklarında çile dolduruyor şimdi. Ve kendisine sahip çıkacak kutlu elleri bekliyor.
Sana düşenellerini yıkamak hem de dirseklerine kadar; sîmana yerleşen kibir tortusundan arınmak için yüzünü paklamak/yıkamak
hem de tüy bitimine kadar; ayağını kaydıran fikirler için bir merkez yaptığın başını da soğuk bir su ile mesh etmek; bu kadar arınmadan sonra iş tamam olsun diye
bir de seni sevgisizler ülkesine taşıyan ayakları yıkamak. Yıka ki
artık hiçbirinin oralarda bezi olmasın.
Kibir musallasında yatan insan içincümle âlem ağlaşırken
beyazlar içinde bir mevta daha getirildi onun yanı başına. Ağlaşmalar yeri göğü delercesine çoğaldı. Eyvah! Bu gelen sevgiydi. Sararmış
solmuş; Züleyha’dan daha perişan olmuştu. O da ölmüştü sanki insan gibi. Musallanın birisinde yatan
mahallinden mahrum sevgi; ötekinde ise
sevgiden mahrum insanın kalbiydi. Fakat sevginin her yanını masumiyet kaplamıştı. Duruşuna bakılırsa
söyleyeceği çok şey vardı. Ama dilin hükmü yoktu musalla taşında. Gönül dili tercüman oluverdi sevgiye: “Kendi rızasıyla zarara girene merhamet edilmez; fakat insanın sevgisizlik ateşi beni de yaktı
bitirdi. İnsanın ölümü benim de ölümüm oldu sanki. Onun olmadığı âlemde ben de mânâmı yitirdim. Şeyh Galip’ten ödünç aldığım şu mısralarla insanlık adına af için geldim gufran kapısına. ‘Su uyur
düşman uyur
haste-i hicran uyumaz.‘ Çiçek için dalı ne ise
benim için de insan o. Onsuzluk hicranı hasta kıldı ruhumu. Yedi kat semanın sularını uyuttum
ekmeği aşı unuttum; ama sevgiye mahal olan insan kalbinden ayrı kalmanın hicranıyla hasta olan ruhumu bir türlü uyutamadım. Şimdi insan için bir fırsat dilenmeye geldim. O da yaptıklarından nâdim ise
bir iksir-i nuranî olan şefkat-i İlâhiyye’den mağfiret diliyorum.” Sevginin sevgi dolu sözlerinden güç alan insan
içini şerh etmek istedi; ancak ümitsizliğin küflü prangaları bütün ruhunu sarmıştı. Bu zincirleri kırmak da sevgiye düşmüştü. Şöyle dedi: “Düşün bir defa
senin gibi zaif
aciz ve fânî bir mahlûka bu koca kâinatı hizmetçi eden ve imdadına gönderen Zât; ilim
kudret
hikmet sahibidir; şefkati ve rahmeti boldur. Ondan istedikçe değer kazanacaksın. Onun mağfiretinden müstağni kaldıkça rahmetten uzak kalacaksın. ‘Dua edin
cevap vereyim.’ diyen O. ‘Dualarınız olmasaydı hiç kıymetiniz olmayacaktı.’ diyen O. Ruhunu öldüren şu kibir libasını çıkar
fakra bürün. Acz Burak’ına bindiğinde kalbin zümrüt tepelerinde dolaşabilirsin.” İnsan da öyle yaptı. İblis’in gönül tahtına inşa ettiği kibir tahtı
hak ile yeksan oluverdi birden. Musallası beyaz bir Burak’a dönüştü. Sevginin
aczin ve fakrın gücünü fark eden insan
yükseklere
daha yükseklere kanat açarken
bulutları sayfa
yapıp ardında şu satırları bıraktı:
“Sırtında şalın
Yanağında alın
Veya
Kovanında balın
Olmasa bile
Sevgiyle çal kapımı
Sana
Gönül sarayımın bütün kapılarını açarım
Ama
Sevgiyle sulamadığın bir gülle
Sevgiyle arşınlamadığın bir yolla
Sevgiyi bilmeyen bir kulla
Geleceksen kapıma
Sakın gelme!
Sana
Gönül sarayımın bütün kapılarını kaparım.”
Orhan Tek
Sızıntı dergisi