Dünya da garip veya yolcu gibi ol. Kendini kabre girmişlerden say.”
(Hadis-i ŞerifCamiü’s-Sağir
3052)
Resmini görür ya da ismini duyarız bazı yerlerinhemen severiz. Oysa ne yanına gitmiş
ne de yakından görmüşüzdür oraları
ama severiz. Bazen içimizdedir bu yerler
bazen dışımızdadır.
Akıl bir sırrın peşine düştü müakın eder düşünceler. Düşünmek ne büyük bir nimet
ne büyük bir eylemdir. Zihnimiz mekik gibi işler. Arı kovanı gibi uğuldar durur.
Kaba taneler elekten geçmezüstte kalır. Akıl çözemedikleriyle boğuşur durur. Yıldızların ağına takılır. Hayrettedir.
Yeryüzü ve gökyüzü korosune varsa hepsi birden tesbihatıyla doldurur içinizi. Tek anlamsız ses
tek hikmetsiz bir nefes ve bir kıpırdanış yoktur kâinatta. Ama ne çare ki
fanidir her şey. Bir gün gelip bu muhteşem gösteri bitecek
sergilenen eserler kaldırılacak
ebedî bir âleme taşınacaktır.
Ve insana sorulacaktır orada neler görüp görmediği; nelerin dikkatini çekip çekmediği. Yeryüzünün şahidibu serginin şeref misafiri olan insana tek tek sorulacaktır
nasıl ders çıkarıp
neler yaşadığı
Yüce Yaratanın eserlerine ilgisiz kalıp kalmadığı sorulacaktır. Hayatın sırrına dair sorular sorup sormadığı sorulacaktır.
Soruyor Alman şair H. Heine; “Deniz ufkunda ıssız bir gece denizi / Bir genç adam duruyor / Bağrında üzüntülerbaşında şüphe / Gamlı dudaklarla dalgalara soruyor: / ‘Çözün bana n’olur sırrını hayatın / Azap veren bu çok eski sırrı / Söyleyin
nedir insan? / Nereden geldi
gittiği yer neresi? / Kimler yaşar yukarda
altın yıldızlarda?’ / Dalgalar ebedî mırıltılarında / Rüzgâr esiyor
bulutlar geçiyor / Kırpışan yıldızlar kayıtsız
soğuk / Ve bir genç durmuş cevap bekliyor.”
***
Her adım ilk adım ya da her adım son adım olabilir. Yeniden başlayabilir her şey ya da âniden bitebilir. Bir tel koparâhenk birden kesilebilir. Anlayacağınız
o kadar kısadır işte hayat. Her nefes mukaddes mi mukaddestir. Her nefes bir daha alınmayabilir
bir daha verilmeyebilir de. Anlayacağınız o kadar kısadır işte hayat…
Bitenölen
giden için öyledir de
yaşayan için pek farklı mıdır sanki? Elbette hayır. Yaşayanlar bir zanla avunurlar. Bittiğine
gittiğine aldırmazlar. Tükenir altın saniyeler ve bir daha gelmemek üzere gider en güzel günler. Hayalimiz bir ince çalışmaya başladı mı
ne muhteşem kapılar açılır önümüzde. Bu zenginlikten yoksun olan insan
gerçekten yoksuldur.
Yolcu olduğunu bildi mi insanneler olur neler. Bir defa alışkanlıklar yıkılır
prangalar çözülür. Ruh
artık alabildiğine özgürdür. Her şeyden önce bulunduğumuz şehirden
oturduğumuz yerden ayrılmak
durağanlıktan kurtarır bizi. “Hayat bir faaliyettir
” o zaman anlarız bu güzel sözün mânâsını. Bir yere bağlı kalmanın
koskoca bir kâinat önümüzde dururken küçücük bir mekâna hapsolmanın sıkıntısı mahveder insanı. Yakar
yandırır. Bulunduğu yerde çivilenip kalmak
açılımlara ve yeniliklere karşı ruhumuzu kapatır ve daracık bir âlemde boğulur gideriz.
Bir ağacın gölgesine oturmuş garip bir yolcudur insan. O küçücük insanı büyük yapan şey de belki budur. İnsan bir sudurakacaktır; denizini arayıp bulacak ve ona ulaşacaktır. Bir yerde bir noktada durup kalmaması gerekir. Geldiği yere aittir. Geldiği yeri
köklerini arar
ana vatanını özler. Hasretle ve özlemle doludur insan
oraya ve o yerlere karşı.
İnsanın hayatı cennette başladı. Yine bir gün İnşaallah cennette karar kılıpebediyen orada devam edecektir. Bunun için dünyadayız
cenneti kazanmak için
işte bu imtihandayız. Cenneti özlüyoruz. İçimizdeki arayış ve özleyiş hep onunla doludur
orası içindir.
Necip Fazıl Kısakürek;
“Neye baksam ardında hasret çektiğim diyar
Kavuşmak nasıl olmazmadem ki ayrılık var.”
Bizim namımıza söylüyor ebedî hasret şarkımızı.
Evet içimizdeki arayış ve özleyiş hep onunla doluduronun içindir. Gölgeler peşimizi bırakmasa da bu böyledir. Yönünü şaşırsa da
yolunu bazen kaybetse de insan
yüreğinde sürekli bu koşuyu yaşar
içinde kaynayan bu coşkuyu
bu atılışı duyar. Elinde mi duymamak. Yaratan koymuş. Silip çıkaramazsın oradan.
Ne kanatlar çırpar içimizdehele görmeyelim gökte bir çift kanat şakırtısını
bir balonu
bir uçağı…
***
Bisikletin arkasında babama sarıldığım günlerrüzgâr yüzüme gelmesin diye başımı babacığımın sırtına dayadığım günler
o akşam üstleri bisikletle eve dönüşler
ne güzeldi. Ne güzeldi
“Kapıldım gidiyorum
bahtımın rüzgârına” şarkısını ıslık çalıp söylemek
ne güzeldi. Sıra sıra dükkânlara selâm verip geçmek ne güzeldi. Ve Fırıncı Mahmut’tan aldığımız o mis gibi kokan tepsi ekmekleri ne mübarekti. Zaman
o bisikletin iki tekerleğinin altında uzar da uzardı
geçmek bilmezdi. Bir rüya mıydı yaşadıklarımız? Sahi gerçek miydi? Acaba neydi? Dünyada yaşadığı bir ânı unutmaz ve özlerse insan
cenneti nasıl özlemez
ebedî bir âlemi nasıl istemez ki?..
İnsan kendini kuşatan bu küçücük noktalardan çıkışlar yapıp bir nefes alır. Bir yığın zengin çağrışımlar arasından kendine açık bir kapı bulup yol alır. Yolcudur insan. Hem içindehem de dışında yolcudur.
Bir ağacın gölgesinde oturmuş garip bir yolcudur insan.
Yol hiç bitmesin isteriz ama biter. Dünya yolculuğu mezarda biter. Aslında orada da bitmez yaötesi var. Biri biter
biri başlar. Yolculuğun hakkını vermeli
tadını çıkarmalı insan. Yolun hakkı ise
Yaratanın istediği şekilde yaşamaktır hayatı. Elde imkân ve fırsat varken
yaşadığına aldanmamak
yolculuğunun çok süreceği zannına kapılmamaktır.
Baharınakasyaların kokusunu
dalların
çiçeklerin çağrısını duymak…
Kuşlar dallarda kıpır kıpır şimdi. Dallar rüzgârın önünde hışır hışır zikirdedir şimdi.
Kalbim sonsuz bir denizde yüzer gibi. Korkusuz ama huzursuz değil. Kulağıma eğilmiş fısıldıyor Bediüzzaman:
“Evetbaharımızda yeryüzünü bir mahşer eden
yüz bin haşir numunelerini icâd eden Kadîr-i Mutlak’a
Cennetin icâdı nasıl ağır olabilir? Demek
nasıl ki onun risâleti
şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi
‘Eğer sen olmasaydın
kâinatı yaratmazdım
’ (Hadîs-i kudsî
Keşfü’l-Hafâ
2:164) sırrına mazhar oldu. Onun gibi
ubûdiyeti dahi
öteki dâr-ı saadetin açılmasına sebebiyet verdi. Acaba hiç mümkün müdür ki
bütün akılları hayrette bırakan şu intizam-ı âlem ve geniş rahmet içinde kusursuz hüsn-ü san’at
misilsiz Cemâl-i Rubûbiyet
o duâya icâbet etmemekle
böyle bir çirkinliği
böyle bir merhametsizliği
böyle bir intizamsızlığı kabul etsin? Yani
en cüz’î
en ehemmiyetsiz arzuları
sesleri ehemmiyetle işitip ifâ etsin
yerine getirsin; en ehemmiyetli
lüzumlu arzuları ehemmiyetsiz görüp işitmesin
anlamasın
yapmasın; hâşâ ve kellâ! Yüz bin defa hâşâ! Böyle bir Cemâl
böyle bir çirkinliği kabul edip çirkin olamaz.1 Demek
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm
risâletiyle dünyanın kapısını açtığı gibi
ubûdiyetiyle de âhiretin kapısını açar.”
***
Bak diyor Mevlânâ da; “Dalların el çırpışını görmüyorsun değil mi? Buna can kulağı gerek… Ten kulağıyla duyulmaz ki.” Ve bizi diriliğecanlılığa çağırıyor; “Bin bahar görse
taş yeşermez” diyor.
Ne çok bakan varoysa gören gözler öyle az ki. Ne çok kulakları olan var; oysa gerçekten duyan öyle az ki.
Bir atın düşen nalındankoca bir ordunun bozguna uğrayışına kadar uzanan zincirleme olayları bir düşün hele. Bir kerecik olsun
![]()
namına kâinata bakmayanın ve buradaki inceliklere şahit olmayanın hâli ötede yamandır. Hesabı kolay değildir.
Kalbinin sevgiyle taştığı ve seni senden daha çok esirgeyen bir Rabbinin olduğunu anladığın bir andaalnını toprağın bağrına bas. Bir secde et Rabbine. Sonsuz huzuru duy işte orada. İçten bir isteyişle
derinden bir titreyişle secdeye git. Baharı
uzakta değil içinde duy…
Bırak artık şu mızıldanmayı; “Bunca yıl yapamadımedemedim” nazlanıp
sızlanmayı. Bir kenara bırak mazeretleri
eğil bir kerecik Rabbin için. Yangın yerine dönsün için. Nice perişan
nice pişmanlık dolu yıllar bir secdede çözülsün. Şeytanın kaçınıp yapamadığı bir emri
bir ibadeti sen yapıyorsun
dikkat et. Kıymetini bil.
için eğilmek
secdeye varmak ve öylece kala kalmak oralarda. Hıçkıra hıçkıra ağlamak. “Ben ne yaptım
bir ömrü nerelerde geçirip heder etmişim yâ Rabbi. Oyalamış onca lüzumsuz şey beni.”
Sesine ses miruhuna bir yeni nefes mi istiyorsun? Düş toprağa bir tane gibi
kır dizlerini
sağına soluna hiç bakmadan. Arif Nihat Asya gibi; “Kulun olarak doğmasaydım
gelir fahri kulun olurdum
’ım
” diyerek diz çök ve eğil. Toprağa
anne toprağa eğil. Söyleyecekleri vardır
dinle bir hele:
“Nerde kaldın evlâtölünce mi gelecektin bağrıma
o kadar geç mi? Vefalı ol düş yanıma. Buradan seslen
’ıma. Buradan
benim yanımdan
tam da işte buradan…”
Hiçbir şey geçmişyitirilmiş değildir aslında
yeter ki insan yeniden başlayabilme yürekliliğini gösterebilsin. Şeytanın ve nefsin esiri olduğunu fark edebilsin yeter ki. Bu şanlı savaşın adı cihaddır. Hem de her savaştan büyük ve çetindir bu savaş. Çünkü kendi kendine karşı mücadelesi zordur insanın. Ama başaracak kadar donanımlıdır. Yalnız değildir. Kösteği kadar desteği de vardır. Geçmiş de gelecek de işte bu âna bağlıdır. Bu ânı kullanmamıza bağlıdır.
ile olanı kim yıkabilir?
ile olmak isteyeni kim bozabilir? Cevabı bizdedir. Engeller var elbette önümüzde
ama engeller de aşmak için
değil mi? Hepimizin sürdürüp durduğu engelli bir koşudur hayat. Haydi bir ezanla
bir namazla dirilişe. Haydi. Düşmeden önce girelim o yatağa
başımızı secdeyle uzatalım o toprağa.
Haydi secdeye. Haydi kavuşmayaözgürlüğe. İnsanın içinde de nice uçurumlar vardır. Hem de ne ölçülemez derinliktedir. Kim çıkarabilir oraya düşeni? Bir düşüş
bir de yükseliş korkusu var içimizde. Uzatılan eli ve elleri gör artık. O eli tut ki
o da seni tutsun. Kendimize
varoluş sebebimize bakıp
Hz. Peygamberimize (asm) salâtü selâm getirerek doğrulmalıyız düştüğümüz yerden
silmeliyiz ellerimizdeki kirleri
kalbimizdeki günahları. Silkmeliyiz
temizlemeliyiz tövbeyle. Tövbenin nuruyla yıkanmalıyız.
Sınanmak için varız yeryüzünde. Zor sorular ise Yaratan’a sığınmak için. Acz içindeysen korkmayardımına
imdadına yetişecek biri var demektir. O seni bilir ve asla unutmaz:
“Şüphesiz kiyerde ve gökte
![]()
’a (cc) hiçbir şey gizli kalmaz.” (Âl-i İmran
5)
Duâmız:
Ey vaat ettiği zaman vaadini yerine getiren ve tehdit ettiği zaman affedip cezalandırmaktan vazgeçen’ım!.. Çoktur
büyüktür günahım. Hata ve günahlarımı
o sonsuz geniş olan rahmetinin içine al ve affet
’ım. Sen
rahmeti geniş ve bağışlaması çok bol olansın. Âmin.