Sayfa 2/2 İlkİlk 12
12 sonuçtan 11 ile 12 arası

Konu: Feraiz

  1. #11
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: Feraiz

    * VELA´NIN MİRAS OLMASI



    ـ4737 ـ1ـ عن عمر بن شُعيبٍ عن أبيه عن جَدِّهِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: يَرِثُ الْوََءَ مَنْ يَرِثُ الْمَالَ[. أخرجه الترمذي.



    1. (4737)- Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

    "Mala kim varis olursa vela´ya da varis olur." [Tirmizî, Feraiz 22, (2115).][65]



    AÇIKLAMA:



    Vela, burada verasete sebep olan hükmî bir akrabalık demektir. Bu akrabalık karşılıklı akidle teessüs edebileceği gibi köle azad etme sonucu da teessüs eder. Öncekine vela-i muvalat; sonuncuya da vela-i ataka denir.

    Öyle ise hadiste denmek istenen şudur: "Erkek asabelerden kim mala varis olursa, aynı şekilde arada vela bağı olan kimsenin -mesela azadlının- malına da varis olur." Asabe´ye kadınlar dahil olamayacağı için, velaya kadınların varis olamayacağı; ancak, köleyi kadın azad etmişse veya kadının azad ettiği azad etmişse, o takdirde varis olabileceği belirtilmiştir.[66]



    ـ4738 ـ2ـ وعن عمرو بن شعيبٍ عن أبيه عن جَدِّهِ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: الْوََءُ لِ‘كْبَرِ مِنَ الذُّكُورِ، وََ يَرِثُ النّسَاءُ مِنَ الْوََءِ إَّ وََءَ مَنْ أعْتَقْنَ أوْ أعْتَقَ مَنْ أعْتَقْنَ[. أخرجه رزين .



    2. (4738)- Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) anlatıyor:

    "Velâ, erkeklerden en büyüğe aittir. Kadınlar, velaya (iki durum dışında) varis olamazlar. Bu iki durum şudur: Bizzat azad ettikleri veya azad ettiklerinin azad ettikleri." [Rezin tahriç etmiştir.][67]



    AÇIKLAMA:



    Önceki hadiste de geçtiği üzere, kadınlar asabeye dahil olmadıkları için vela sebebiyle doğacak mirasa varis olamıyor. Buna iki istisnai durum var: Köleyi bizzat azad etmişse; bu takdirde velâ şahsına aittir. Çünkü, daha önce geçtiği üzere velâ, azad edene aittir. Azad eden kadınsa vela onundur, azadlısının bıraktığı -varissiz- malına varis olur. Yahut da kadının azad ettiği kimsenin azad ettiği kimse aynı durumda başka varis bırakmadan ölürse bu mala o kadın varis olabilir. [68]



    ـ4739 ـ3ـ وعن أبِى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أرَادَتْ عَائِشَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْها أنْ تَشْتَرِيَ جَارِيَةً لِتَعْتَقَهَا فأبَى أهْلُهَا إَّ أنْ يَكُونَ لَهُمُ الْوََءُ. فَذَكَرَتْ ذلِكَ لِرَسُولِ اللّهِ # فقَالَ: َ يَمْنَعُكِ ذلِكِ، فإنَّمَا الْوََءُ لِمَنْ أعْتَقَ[. أخرجه مسلم .



    3. (4739)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ), azad etmek niyetiyle bir cariye satın almak arzu etti. Ancak, kölenin sahibi velânın kendilerine ait olmasını şart koşdu. Hz. Aişe durumu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a söyledi. Efendimiz:

    "Bu şart sana mani olmasın, (zira batıldır); velâ, köleyi kim azad etmişse ona aittir!" buyurdu." [Müslim, Itk 15, (1505).][69]



    AÇIKLAMA:



    Velâ, yukarıda belirttiğimiz gibi azad edilenle azad eden arasında devam eden hukuki bağ, bir akrabalıktır. Ölüm halinde birbirlerine veraset hakkı doğuran bir bağ. İslam, bu bağın köleyi satana değil, azad edene ait olduğunu teşrî etmiştir. Bu sebeple azad edilmek kaydıyla satın alınacak kölenin velâsının kendine ait olacağını söyleyen ve bu şartla satmayı kabul eden köle sahibinin böyle bir şart koşmaya hakkı olmadığı Resûlullah tarafından belirtilmiş olmaktadır.[70]



    ـ4740 ـ4ـ وعن أبى بكر بْنِ عبْدِالرَّحْمنِ بْنِ الْحَارِثِ بْنِ هِشَام قَالَ: ]إنَّ الْعَاصَ ابْنَ هِشَامٍ هَلَكَ، وَتَرَكَ ثَثَ بَنِينَ: اِبْنَانِ ‘ُمٍّ، وَآخَرُ لِعِلَّةٍ. فَهَلَكَ أحَدُ اللَّذَيْنِ ‘ُمٍّ، وَتَرَكَ مَاً وَمَوَالِىَ فَوَرَثَهُ أخُوهُ الَّذِى ‘ُمِّهِ الْمَالَ وَوََءَ مَوَالِىهِ، ثُمَّ هَلَكَ الَّذِى وَرِثَ الْمَالَ وَالْوََءَ وَتَرَكَ ابْنَهُ وَأخاً ‘بِيهِ. فقَالَ ابْنُهُ: أنَا أحْرَزْتُ مَا أحْرَزَ أبِى. فقَالَ ا‘خُ: لَيْسَ كَذلِكَ إنَّمَا أحْرَزْتَ الْمَالَ فَقَطْ، وأمَّا وََءُ الْمَوَالِى فََ، أرَأيْتَ لَوْ مَاتَ أخِى الْيَوْمَ ألَسْتُ أرِثهُ أنَا، فاخْتَصَمَا الى عُثْمَانَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه فقَضَى بِالْوََءِ ‘خِى الْمَيِّتِ وَبِالْمَالِ “بْنِ الْمَيِّتِ[. أخرجه مالك.



    4. (4740)- Ebu Bekr İbnu Abdirrahman İbni´l-Haris İbni Hişam anlatıyor: "As İbnu Hişam ölmüş, geride üç oğlan bırakmıştı. Bunlardan ikisi bir anadan, biri de bir başka anadandı. Aynı anadan olan iki oğlandan biri daha öldü. Bu da mal ve azadlılar bıraktı. Aynı anadan olan kardeşi mala ve azadlıların velâsına varis oldu. Sonra da mal ve velaya varis olan kardeş de öldü, geriye bir oğlanla, baba bir kardeşini bıraktı. Oğlu: "Ben babamın sahip olduğu şeylere sahibim!" dedi. Kardeşi de:

    "Durum böyle değil. Sen sadece mala sahip olursun, azadlıların velasına sahip lamazsın! Bilmez misin, kardeşim bugün ölseydi, ben ona varis olmayacak mıydım?" dedi ve Hz. Osman (radıyallahu anh) nezdinde dava açtılar. O, velanın ölen kardeşe; malın da ölenin oğluna ait olduğuna hükmetti." [Muvatta, Itk 22, (2, 784).][71]



    * ASABE´NİN MİRASI



    ـ4741 ـ1ـ عن أبِى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أنَا أوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أنْفُسِهِمْ. فَمَنْ مَاتَ وَعَلَيْهِ دينٌ وَلَمْ يَتْرُكْ وَفَاءً فَعَلَيْنَا قَضَاؤُهُ، وَمَنْ تَرَكَ مَاً فَلِوَرَثَتِهِ. وفي رِوايةٍ: وَمَنْ تَرَكَ مَاً فَلْيَرِثْهُ عَصَبَتُهُ مَنْ كَانُوا[. أخرجه الخمسة إَّ النّسَائِى .



    1. (4741)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

    "Ben mü´minlere, kendi nefislerinden evlayım. Öyleyse kim üzerinde borcu olduğu halde ölür, bunu ödeyecek mal bırakmazsa, onu ödemek bana aittir. Kim de mal bırakarak ölürse bu mal varislerine aittir. -Bir rivayette- Kim bir mal bırakmışsa, buna, kim olursa olsun asabesi varis olur." [Buharî, Feraiz 4, 15, 25, Kefalet 5, İstikra 11, Tefsir, Ahzab 1, Nafakat 15; Müslim, Feraiz 16, (1619); Tirmizî, Feraiz 1, (2091); Cenaiz 69, (1070); Ebu Davud, Harâc 15, (2955).][72]



    ـ4742 ـ2ـ وعن المِقْدَام رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَنْ تَرَكَ كََّ فإلِيَّ، وَمَنْ تَرَكَ مَاً فَلِوَرَثَتِهِ، وَأنَا وَارِثُ مَنْ َ وَارِثَ لَهُ أعْقِلُ عَنْهُ وَأرِثُهُ وَالْخَالُ وَارِثُ مَنْ َ وَارِثَ لَهُ. يَعْقِلُ عَنْهُ، وَيَفُكُّ

    عَلَيْهِ عَانِيَهُ وَيَرِثُهُ[. أخرجه أبو داود .



    2. (4742)- Mikdam (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

    "Kim külfet bırakırsa yükü banadır. Kim de mal bırakırsa bu varislerinedir. Ben varisi olmayanın varisiyim. Onun yerine diyet öderim, ona varis de olurum. Dayı da varisi olmayanın varisidir, ona bedel diyet de öder. Esirine de ona (fidye ödeyerek) kurtarıverir, ona varis de olur." [Ebu Davud, Feraiz 8, (2900).][73]



    AÇIKLAMA:



    1- Külfet diye çevirdiğimiz كَلَ hem "borç" ve hem de "evlad u iyâl" manasına gelir. Öyleyse manası: "Bakıma muhtaç kimseler bırakarak ölen kimse gamlanmasın. Onların bakımı, himayesi bana aittir, bana sığınabilirler. Borç bırakmışsa borcunu da öderim" demek olur. Bir rivayette "...banadır" yerine "Allah ve Resûlüne´dir" şeklinde gelmiştir.

    2- Resûlullah, varisi olmayana varis olacağına ve varisine, hîn-i hacette terettüp edecek, diyetini vermek, esirinin esaretten kurtulmasına maddi katkıda bulunmak gibi hizmetleri yerine getireceğini ifade ediyor. Bu ifadeler, Resûlullah´ın devlet reisi şahsiyeti gözönüne alındıkta, İslam devletinin, Müslüman vatandaşı karşısındaki hukuki vaziyetini ortaya koyar.

    3- Dayının verasetine gelince: Normal olarak dayı varis olamaz. Ancak, hadis hiçbir asabesi olmayana dayının varis olacağını, diyetini ödeyeceğini belirtmektedir. Zevil erhamın varis olacağını söyleyenler bu hadisle ihticac etmişlerdir. Ancak hadisin zayıf olduğu, bu babta kavi bir hadis gelmediği kabul edilmiştir. Ulemâ, Resûlullah´ın, bu hadiste, başka varis olmama hallerinde dayıya ikram (tu´me) nev´inden verdiğini, bunun bir miras olmadığını söylemiştir. Aleyhissalâtu vesselâm´ın, dayıya, malda noktalanacak şekilde ölüye halef kılması ve buna miras demesi, mecaz nev´indendir. Tıpkı şu deyimlerde olduğu gibi; "Açlık, yiyeceği olmayan kimsenin yiyeceğidir" sabır, hilesi olmayanların hilesidir."[74]



    ـ4743 ـ3ـ وللترمذي عن عائشة مرفوعاً: ]الخَالُ وَارثُ مَنْ َ وَارِثَ لَهُ فقَطْ[. »الكَلُّ« العيال والثقل.



    3. (4743)- Tirmizî´de Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)´den merfu olarak şu rivayet gelmiştir: "Dayı, sadece varisi olmayana varis olur." [Tirmizî, Ferâiz 12, (2105).][75]



    AÇIKLAMA:



    Hadisi kaydeden Tirmizî, hadis hususunda Ashab´ın ihtilaf ettiğini, bir kısmının dayı, teyze, hala ve amcayı varis kıldığını belirtir. "Ulemanın çoğu bu hadisle amel ederek zevilerhamı ehl-i ferâiz ve asabenin bulunmaması halinde varis kıldı" der. Zevil erham burada asabe ve ehl-i ferâiz dışındaki yakınlar mânasına gelir. Ashabın çoğu (Hz. Ömer, Ali, İbnu Mes´ud, Ebu Ubeyde İbnu´l-Cerrah, Muâz İbnu Cebel, Ebu´d-Derda, İbnu Abbas ve başkaları) zevil erhamın varis olacağı görüşündedirler. Tâbiînden Alkame, Nehâî, Şureyh, Hasen, İbnu Sîrîn, Atâ, Mücâhid, Ebu Yusuf, Muhammed, Züfer vs. de bu görüşü benimsemişlerdir. Ancak Zeyd İbnu Sabit ile sazz bir rivayette İbnu Abbâs: "Zevil erhama miras yoktur, ehl-i ferâiz ve asabe yoksa mal beytulmale konur" demişlerdir. Tabiînden Said İbnu Müseyyeb ve Said İbnu Cübeyr bu görüşü benimsemiştir. İmam Mâlik, Şâfiîde bunu tercih etmişlerdir. Birinci görüş sahipleri sadedinde olduğumuz hadisten başka واُولُوا اَرْحَامِ بَعْضُهُمْ اَوْلَى بِبَعْضٍ ayeti ile لِلرِّجَالِ نَصِيبٌ مِمَّا تَرَك الْوَالِدَانِ وَاَقْرَبُونَ وَلِلنّسَاءِ نَصِيبٌ مِمَّا تَرَك الْوَالِدَانِ وَاَقْرَبُونَ. ayetlerine dayanırlar. Zira burada akrabaların terekedeki hakkı mutlak olarak ifade edilmektedir.[76]



    ـ4744 ـ4ـ وعن عائِشة رَضِيَ اللّهُ عَنْهَا قَالَتْ: ]مَاتَ مَوْلى لِرَسُولِ اللّهِ # وَتَرَكَ شَيْئاً وَلَمْ يَدَعْ حَمِيماً وََ وَلَداً. فَقَالَ #: أعْطُوا مِيرَاثَهُ رَجًُ مِنْ أهْلِ قَرْيَتِهِ[. أخرَجه أبو داود والترمذي. »الْحَمِيم«: القريب .



    4. (4744)- Tirmizî´de Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)´den merfu olarak, şu rivayet edilmiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bir azadlısı vefat etti ve mal bıraktı. Geride ne evladı ne de bir yakını yoktu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

    "Mirasını köyünden bir adama verin!" emretti." [Ebu Dâvud, Ferâiz 8, (2902); Tirmizî, Ferâiz 213, (2106).][77]



    AÇIKLAMA:



    Ölen kimse, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın azadlısı olması haysiyetiyle, geride hiçbir yakınını da bırakmayınca, malın Resûlullah´a kalması gerekir. Ancak, peygamberler miras bırakmadıkları gibi hiç kimseye varis de olmazlar. Bu durumda malın beytülmale gitmesi gerekir. Ancak Resûlullah, azadlı adına bir sadaka olması düşüncesiyle, bir fakire verilmesini, bu fakirin de azadlının köy halkından olmasını uygun görmüş olmalıdır (el-Kâdî). Neylü´l-Evtar´da Şevkânî der ki: "Bunda, malum bir varisi olmayanın mirasını, kendi memleketinden birine vermenin cevazına delil var."[78]



    ـ4745 ـ5ـ وعن بريدة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]أتَى رَجُلٌ رَسُولَ اللّهِ # فقَالَ: إنَّ عِنْدِى مِيرَاثَ رَجُلٍ مِنَ ا‘زْدِ، وَلَسْتُ أجِدُ أزْدِيّاً أدْفَعُهُ اليهِ. قَالَ: فاذْهَبْ فَالْتَمِسْ أزْدِيّاً حَوًْ. قَالَ: فأتَاهُ بَعْدَ الْحَوْلِ فقَالَ: لَمْ أجِدْ أزْدِيّاً أدْفَعُهُ اليْهِ. قَالَ: فاَنْطَلِقْ فَانْظُرْ أوَّلَ خُزَاعَيٍّ تَلْقَاهُ فَادْفَعْهُ إلَيْهِ. فَلَمَّا وَلّى قَالَ: عَليَّ بِالرَّجلِ. فَلَمَّا جَاءَهُ قَالَ: اُنْظُرْ كُبْرَ خُزَاعَةَ فَادْفَعْهُ إلَيْهِ[. أخرجه أبو داود.»الْكُبْرُ« بضم الكاف جمع ا‘كبر، وهم المشايخ، وقيل أراد به أقربهم الى الجلد اول، ولم يُرد كبر السن، وقد احتج بهذا الحديث قوم على توريث الرجل ممن يسلم على يده من الكفار، وخالفهم أكثر. الفقهاء، وجعلوا معنى الحديث ا“يثار بالبّر ورعي الذمام والصلة ونحو ذلك، وضعفوا هذا الحديث .



    5. (4745)- Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a geldi ve: "Bende Ezd´den birisinin mirası var. Ben onu verecek bir Ezdli bulamıyorum (ne yapayım?)" dedi. Aleyhisselâtu vesselâm:

    "Git bir yıl bir Ezdli ara!" emretti. Adam bir yıl sonra tekrar geldi ve "Mirası verecek bir Ezdli bulamadım!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

    "Git bak; karşılaşacağın ilk Huzâî´ye malı ver!" buyurdu. Adam geri dönünce: "Adamı bana çağırın" emretti. Adam çağırıldı. Gelince:

    "Huzâa´nın en yaşlısına bak, malı ona ver!" buyurdu." [Ebu Dâvud, Ferâiz 8, (2903, 2904).] [79]



    AÇIKLAMA:



    Ezd, Yemen´de bir kabile adıdır. Kabilenin ecdadı Ezd İbnu Gavs´a dayandığı için bu ismi almıştır. Ensarın aslı da buna dayanır.

    Ezdli birisi olmayınca, Huzâa´dan birinin tavsiye edilişinin sebebi, Huzâanın Ezd´in bir kolu olmasındandır.

    Hadiste kavmin en yaşlısı )كُنْر( ´ndan murad, en-Nihaye´de açıklandığına göre, kabilenin ceddine, diğer efrada nazaran en yakın olan kimse demektir. Bir bakıma en büyük olan manasına gelir.

    Bazıları hadisten, kişinin, küffardan İslam´a girmesine vesile olduğu kimseye varis olabileceği hükmünü çıkarmıştır. Ancak çoğunluk, hadisin zaafına hükmederek bu istidlali benimsememiştir.[80]



    ـ4746 ـ6ـ وعن ابْنِ عَبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]مَاتَ رَجُلٌ وَلَمْ يَدَعْ إَّ غَُماً لَهُ كَانَ أعْتَقَهُ. فقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: هَلْ لَهُ أحَدٌ قَالُوا: َ. إَّ غَُماً كَانَ أعْتَقَهُ. فَجَعَلَ # مِيرَاثَهُ لَهُ[. أخرجه أبو داود والترمذي .



    6. (4746)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Bir kişi ölmüş, geride azad ettiği bir köleden başka [varis] bırakmamıştı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

    "Bu adamın geride bıraktığı bir adamı var mı?" diye sordu.

    "Hayır yok! Sadece azad etmiş olduğu bir kölesi var!" dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), mirasını azadlısına verdi." [Ebu Davud, Ferâiz 8, (2905); Tirmizî, Ferâiz 14, (2107).][81]



    AÇIKLAMA:



    Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın buradaki tavrı da 4743 numaralı hadistekinin aynısı olmaktadır; varisi olmayan kişinin mirasını beytülmale değil, ona en yakın kimseye vermektedir. Şurehy ve Tavus: "Azadlı"ya (başka varis olmayınca) "azad eden" varis olduğu gibi, "azadlı" da (başka varis yoksa) "azad eden"e varis olur" demiştir.[82]



    ـ4747 ـ7ـ وعن عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]اَللَّقِيطُ حُرٌّ، وَمَالُهُ لِبَيْتِ الْمَالِ، وَكَذَا السَّائِبَةُ[. أخرجه رزين.



    7. (4747)- Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Lakit (buluntu) hürdür (ölünce) malı da beytülmale aittir. Saibe de böyledir [hürdür]" buyurdu. " [Rezin tahric etmiştir. (Hadisi Buhari mullak olarak kaydetmiştir: Feraiz 19.)][83]



    AÇIKLAMA:



    Lakit, mükerrer sefer açıkladığımız üzere sahipsiz olarak bulunan çocuklardır. Cami veya kilise avlusuna, sokağa, kıra terkedilen çocuklar gibi. Bunlara devlet sahip çıkmak zorundadır. Hukuken hürler ahkamına tabidirler.

    Saibe: Cahiliye Arabı, bazan köleyi azad ederken şöyle derdi: "Sen saibe olarak hürsün!" Bu şekilde azad edilen köle üzerinde hiçbir kimsenin vela hakkı olmazdı. Saibe, lügat olarak, hayvanın dilediği şekilde otlaması manasına gelen bir kökten gelir. İslam´da bu şartla aza etmek mekruh addedilmiştir, ama batıl değildir. Mübah diyen şaz kalmıştır. Velanın varlığı hususunda ihtilaf edilmiştir. Teferruata girmeyeceğiz. [84]


    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  2. #12
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: Feraiz

    ÜÇÜNCÜ FASIL


    RESÛLULLAH ALEYHİSSALÂTU VESSELÂM VE GERİDE BIRAKTIKLARININ MİRASI



    ـ4748 ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]سَألَتْ فَاطِمَةُ أبَا بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما أنْ يَقْسِمَ لَهَا مِيرَاثَهَا مِمَّا تَرَك رَسُولُ اللّهِ #. فقَالَ: إنَّ رَسُولَ اللّهِ # قَالَ: َ نُورَثُ مَا تَرَكْنَا صَدَقَةٌ. فَغَضِبَتْ فَهَجَرَتْهُ. فَلَمْ تَزَلْ كذلِكَ حَتّى تُوُفِّيَتْ، وَعَاشَتْ بَعْدَ رَسُولِ اللّهِ # سِتَّةَ أشْهُرٍ إَّ لَيَالِىَ. ثُمَّ فَعَلَ ذلِكَ عُمَرُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه. فأمَّا صَدَقَتُهُ بِالْمَدِينَةِ فَدَفَعَهَا عُمَرُ الى عَلِيٍّ وَعَبَّاسٍ، وَأمْسَكَ خَيْبَرَ وَفَدَكَ، وقال: هُمَا صَدَقَةُ رَسُولِ اللّهِ # كَانَتَا لِحُقوقِهِ الَّتِى تَعْرُوهُ وَنَوائِبِهِ، وَأمْرُهُمَا الى مَنْ وُلِيَ ا‘مْرُ بَعْدَهُ. قَالَ: وَهُمَا عَلى ذلِكَ الى الْيَوْمِ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي، ولفظ البخاري مختصر .



    1. (4748)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Hz. Fatıma (radıyallahu anhâ), Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh)´den, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bıraktığı maldaki hissesini taksim edivermesini talep etti. Hz. Ebu Bekr, ona şu cevabı verdi:

    "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Bize varis olunmaz, bıraktığımız sadakadır" buyurmuştu."

    Hz. Fatıma bu cevaba öfkelendi ve Hz. Ebu Bekr´e küstü, ölünceye kadar da konuşmadı. Zaten Aleyhissalâtu vesselâm´dan sonra altı ay kadar hayatta kalmış (ve rahmet-i Rahman´a kavuşmuştu.)

    Sonra Hz. Ömer (radıyallahu anh) bunu yaptı: Medine´deki sadakasını Hz. Ali ve Abbas (radıyallahu anhümâ)´ya verdi. Hayber ve Fedek´teki (sadakasını) kendi elinde tuttu ve: "Bu iki arazi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın karşısına çıkan hakları ve hadiseleri içindi. (Şimdi) bu iki arazinin işi, Resûlullah´tan sonra devlet işini eline alan halifenin tasarrufuna kalmıştır" dedi. Ravi devam eder: "Bu iki yer, bugüne kadar aynı minval üzere devam etmiştir." [Müslim, Cihad 52, (1759); Ebu Davud, Harac 18, (2968, 2969); Nesâî, Kasmu´l-Fey 1, (7, 132); Buharî, Ferâiz 4, -Buharî muhtasar olarak almıştır.][85]



    ـ4749 ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]جَاءَتْ فَاطِمَةُ الى أبى بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما فقَالَتْ: مَنْ يَرِثُكَ. فقَالَ: أهْلِى وَوَلَدِى. قَالَتْ: فَمَالِي َ أرِثُ أبِي؟ فقَالَ سَمِعْتُهُ يقُولُ: َ نُورَثُ، وَلكِنْ أعُولُ مَنْ كَانَ رَسُولُ اللّهِ # يَعُولُهُ، وَأُنْفِقُ عَلى مَنْ كَانَ يُنْفِقُ عَلَيْهِ[. أخرجه الترمذي .



    2. (4749)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Fatıma (radıyallahu anhâ), Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh)´in yanına gelip:

    "Sana kim varis olacak?" diye sordu.

    "Ehlim ve çocuğum!" cevabını alınca: "Öyleyse ben niye babamın bıraktığına varis olamıyorum?" dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekr:

    "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın: "Bize varis olunamaz!" dediğini işittim. Ancak ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın geçimini sağladıklarının geçimlerini sağlarım. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın nafaka verdiklerine ben de nafakalarını veririm!" dedi." [Tirmizî, Siyer 44, (1608).][86]



    ـ4750 ـ3ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]أرَادَ نِسَاءُ رَسُولِ اللّهِ # حِينَ تُوُفِّيَ أنْ يَبْعَثْنَ عُثْمَانَ الى أبي بكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما يَسْأَلْنَهُ مِيرَاثَهُنَّ. فقَالَتْ عَائِشَةُُ: ألَيْسَ قَدْ قَالَ رسُولُ اللّهِ #: َ نُورَثُ مَا تَرَكْنَا صَدَقَةٌ[. أخرجه الثثة وأبو داود .



    3. (4750)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hanımları, Resûlullah vefat ettiği zaman Hz. Osman´ı, Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anhümâ)´e gönderip miras hisselerini talep ettirmek istediler. O zaman ben onlara: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Bize varis olunmaz, bıraktığımız sadakadır!" demedi mi (nasıl miras talep edebilirsiniz?" dedim ve onları, bu niyetten vazgeçirdim.)" [Buharî, Feraiz 3; Müslim, Cihad 51, (1758); Muvatta, Kelam 27, (2, 993); Ebu Davud, Harac 19, (2976, 2977).][87]



    AÇIKLAMA:



    1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), sadedinde olduğumuz hadislerde, sadece kendisinin değil, peygamberler cemaatinden hiçbirinin malına varis olunmadığını, peygamberlerin bıraktığı bütün malların sadaka olduğunu belirtiyor. Şu halde peygamberlerin mirasçıları olmamıştır.

    2- Ulema, bunun hikmetini şöyle belirtir: "Peygamberlerin malları miras yoluyla helal olsaydı, mirasçıları arasında onların ölmesini bekleyip mirasına konmak isteyenler bulunabilir, hatta mirasçılarına mal topladığını zannedenler de çıkabilirdi. Bu suretle su-i zanda bulunanların hali harap olur; insanlar da peygamberlerden nefret ederdi. Bu açıdan Neml suresinde geçen "Süleyman, Davud´a mirasçı oldu" (16. ayet) ifadesi müşkilat arzeder ise, de buradaki "miras"tan muradın mal değil peygamberlik, ilim ve hikmet olduğu belirtilmiştir."

    Resulullah´ın varis olunamaz olmasının hikmetleri meyanında, Aleyhissalâtu vesselâm´ın ümmetine "baba" gibi olması da gösterilmiştir. Eğer ona varis olunsaydı bütün ümmet onun varisi durumunda olacaktı ki bu da o malın umumi bir sadaka durumunda olduğu manasını ifade eder. Birçok alim, Resûlullah´ın varis olunamaz oluşunu onun hasaisinden addetmiştir.

    3- Hz. Fatıma´nın Hz. Ebu Bekir´le miras hussundaki ihtilafı daha önce açıklandı.[88]



    * RESULULLAH´IN GERİDE BIRAKTIGI MALLAR



    ـ4751 ـ1ـ عن عمرو بْنِ الْحَارث الخزاعى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]مَا تَرَك رَسُولُ اللّهِ #: دِيناراً وََ دِرْهَماً وََ عَبْداً وََ أمَةً وََ شَيْئاً إَّ بَغْلَتَهُ الْبَيضَاءَ وسَِحَهُ، وَأرْضاً جَعَلَهَا ‘بْنِ السَّبِيلِ صَدَقةً[. أخرجه البخاري والنسائي .



    1. (4751)- Amr İbnu´l-Haris el-Huzâî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (öldüğü vakit geride) ne dinar, ne dirhem, ne öle, ne cariye ne de başka bir şey bıraktı. Onun bıraktıkları beyaz katırı, silahı ve yakınları için tasadduk ettiği bir tarladan ibaretti." [Buhârî, Vesaya 1, Cihad 61, 86, Humus 3, Megazî 83; Nisâî, Ahbas 1, (6, 229).][89]



    ـ4752 ـ2ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]مَا تَرَكَ رَسُولُ اللّهِ # دِيناراً وََ دِرْهماً وََ شَاةً وََ بَعِيراً وََ أوْصَى بِشَىْءٍ[. أخرجه مسلم وأبو داود والنسائي .



    2. (4752)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (öldüğü vakit) ne dinar, ne dirhem, ne koyun ve ne de deve bıraktı. Hiçbir vasiyette de bulunmadı." [Müslim, Vasiyyet 18, (1635); Ebu Davud, Vsaya 1, (2863); Nesâî, Vesaya 2, (6, 240).][90]



    AÇIKLAMA:



    1- Bu iki rivayet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, ölünce parapul nevinden miras bırakmadığını ifade etmektedir. Bıraktığı şey, bir beyaz katırla silahıdır. Arazi de bırakmış ise de bunu yolcuların ihtiyaçlarına sarfedilmek üzere tasadduk etmiştir.

    2- Hadiste köle de bırakmadığı belirtilir. Bu, Resûlullah´ın hiç köle kullanmadığı manasına gelmez. Sağlığında azad etmiş olduğunu ifade eder.

    3- Hz. Aişe hadisinde, ilaveten Resûlullah´ın herhangi bir vasiyette de bulunmadığı belirtilir. Bu "vasiyet"ten maksadın ne olduğu, hadisin Buharinin megazi bölümünün sonlarında da dercedilen veçhinde görülmektedir: Resûlullah´ın Hz. Ali´ye hususi bir vasiyette bulunup bulunmadığı Hz. Aişe´ye sorulur. O da bu soruya cevap sadedinde, Resûlullah´ın, son nefesini kendi kucağında verdiğini, bu halde iken Ali´ye nasıl vasiyette bulunabileceğini söyleyerek reddeder.

    Daha önce vasiyette bulunmuş olabileceği iddiasına karşı alimlerimiz: "Bu da olamaz. Çünkü bizzat Hz.Ali´nin, Resûlullah´tan Kur´an ve bir de kılıcının kabzasına asmış olduğu bir tomar kağıttan başka hususi bir talime mazhar olmadığını itiraf eden beyanlar gelmiştir" derler. Bu beyanlar pek çok rivayette te´yid ve te´kid edilmiştir. Şu halde, böyle bir iddia Şia´nın ifratkar iddialarından biri olmaktan öte bir değer taşımamaktadır.

    Hattabî, burada kastedilen vasiyetten bilhassa maddi şeyleri anlamak gerektiğine dikkat çeker. Resûlullah bu çeşitten mal ve bunlara müteallik vasiyet bırakmamıştır. Ama bunun dışında bazı vasiyetlerde bulunmuştur:

    * Namazın vaktinde kılınması.

    * Kölelere iyi muamele edilmesi.

    * Yahudi v e Hıristiyanların Arabistan´dan çıkarılması.

    * Medine´ye taşradan gelen heyetlere hediye verilmesi.[91]



    ـ4753 ـ3ـ وعن يُونُسِ بْنِ عُبَيْدِ مَوْلى مُحَمّد بْنِ القَاسم قال: ]بَعَثَنِى مُحَمّدُ بْنُ الْقَاسِمِ الى الْبَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما أسْألُهُ عَنْ رَايَةِ رَسُولِ اللّهِ # مَا كَانَتْ؟ فقَالَ: كَانَتْ سَودَاءَ مُرَبَّعَةً مِنْ نَمِرَةٍ[. أخرجه أبو داود والترمذي.»النَّمِرة« بردة من صوف يلبسها ا‘عراب .



    3. (4753)- Yunus İbnu Ubeyd Mevla Muhammed İbnu´l-Kasım anlatıyor: "Muhammed İbnu´l-Kasım, beni Bera İbnu Azib (radıyallahu anh)´e gönderip, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sancağının neden yapılmış olduğunu sormamı emretti. (Ben de gidip sordum). Şu cevabı verdi:

    "Sancağı siyahtı. Kaplan alacası şeklinde olacak bezden dört köşeli idi." [Ebu Davud, Cihad 76, (2591); Tirmizî, Cihad 10, (1680).][92]



    ـ4754 ـ4ـ وعن جابرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَ لِوَاءُ رَسُولِ اللّهِ # يَوْمَ دَخَلَ مَكَّةَ أبْيَض[. أخرجه الترمذي .



    4. (4754)- Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Mekke´ye girdiği gün bayrağı beyaz renkliydi." [Tirmizî, Cihad 9, (1679); Ebu Davud, Cihad 76, (2592).][93]



    ـ4755 ـ5ـ وعن ابْنِ عبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]كَانَتْ رَايَةُ رَسُولِ اللّهِ # سَوْدَاءَ وَلِوَاؤُهُ أبْيَضُ[. أخرجه الترمذي .



    5. (4755)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bayrağı siyah, sancağı beyazdı." [Tirmizî, Cihad 10, (1681).] [94]



    ـ4756 ـ6ـ وعن سماكِ بْنِ حَرْب عن رجل من قومه عن آخر منهم قال: ]رَأيْتُ رَايةَ رَسُولِ اللّهِ # صَفرَاءَ[. أخرجه أبو داود .



    6. (4756)- Simak İbnu Harb, -kavminden bir adamdan, bu da onlardan bir başkasından naklen- anlattığına göre, adam: "Resulullah´ın bayrağını sarı gördüm!" demiştir. [Ebu Davud, Cihad 76, (2593).][95]



    AÇIKLAMA:



    Son üç rivayet Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bayrak ve sancakları hakkındadır. Önce liva ve raye kelimelerini açıklayalım. Türbüşti: "Raye, harbin sorumlusunun taşıdığı alemdir. Savaşı bunun altında yürütür, savaşanlar bunu merkez alıp ona yönelirler" der. Livayı da şöyle tarif eder: "Emir nereye giderse beraberinde giden birliğin alametidir." Müslim şerhinde Nevevî: "Raye küçük alemdir, liva büyük alemdir" der. İbnu´l-Arabî, livayı "Mızrağın ucuna bağlanan ve üzerinde olan şey; rayeyi de, rüzgarın dalgalandırmasına terkedilmek üzere bağlanan şey" diye tarif eder. Ahteri, livayı sancak, rayeyi de sancak kelimesiyle karşılar. Şu halde biri diğeri yerine kullanılabilen iki kelimedir.

    Kadı İyaz, "bayrağın renginin siyah olması, uzaktan bakınca galib ve hakim görüntünün siyah olmasını ifade eder, halis, saf siyah olmasını değil" der. Delil olarak bir diğer rivayetteki nemire kelimesini gösterir. Bu, kaplan rengindeki alaca renkli kumaş demektir. Yani kaplanda olduğu gibi siyah ve beyaz çizgilerin bulunduğu alaca renkli kumaş. Kumaş bu haliyle kaplana (nemr) benzediği için nemre denmiştir.

    Rivayetlerdeki farklılık, İbnu Hacer´e göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın farklı zamanlarda değişik renkli sancaklara yer verdiğini ifade eder. Rivayetler, (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Beni Süleym´e kırmızı, Ensar´a sarı bayrak bağladığını kaydeder. Bir rivayete göre Resûlullah´ın bayrağının üzerinde Lailahe illallah, Muhammedun Resûlullah yazılıdır. Sa´d İbnu Malik el-Ezdi´ye verdiği bayrak ise siyah renkli ve üzeri beyaz hilallidir. Bazı alimler İslam´ı temsil eden hilalin buradan geldiğini söyler.[96]



    ـ4757 ـ7ـ وعن عاصم ا‘حْول قال: ]رَأيْتُ قَدَحَ رَسُولِ اللّهِ # عِنْدَ أنسِ بْنِ مَالِكٍ، وَكَانَ قَدِ انْصَدَعَ فَسَلْسَلَهُ بِفِضَّةٍ. قَالَ: وَهُوَ قَدَحٌ

    عَرِيضٌ مِنْ نُضَارٍ. قَالَ مَعْمَرٌ: وَالنُّضَارُ شَجَرٌ بِنَجْدٍ؛ وَقَالَ أنَسٌ: لَقَدْ سَقَيْتُ رََسُولَ اللّهِ # في هذا الْقَدَحِ مَاَ أُحْصِى. قَالَ مُحَمَّدُ بْنُ سِيرِينَ رَحِمَهُ اللّهُ: وَقَدْ رَأيْتُ ذلِكَ الْقَدَحَ وَكَانَ فيهِ حَلْقَةٌ مِنْ حَدِيدٍ فأرَادَ أنَسٌ أنْ يَجْعَلَ مَكَانَهَا حَلْقَةً مِنْ فِضَّةٍ أوْ ذَهَبٍ. فقَالَ أبُو طَلْحَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: َ تُغَيِّرْ شَيْئاً فَعََلَهُ رَسُولُ اللّهِ # فَتَرَكَهُ؛ وَقَالَ أنَسٌ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: لَقَدْ سَقَيْتُ رَسُولَ اللّهِ # بِقَدَحِي هذَا الشَّرَابَ كُلّهُ: الْعَسَلَ، وَالنَّبِيذَ، وَالْمَاءَ، وَاللَّبْنَ[. أخرجه البخاري.»النُّضَارُ« قِيل: هو خشب أثل يكون بالغور .



    7. (4757)- Asım el-Ahvel anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın su bardağını Enes İbnu Malik (radıyallahu anh)´in yanında gördüm; bardak çatlamıştı. Enes onu gümüş (halkalar) ile bağlayıp tutturmuştu." Asım ilaveten dedi ki: "O nudâr ağacından yapılmış geniş, [güzel] bir bardaktı."

    Ma´mer der ki: "Nudar, Necid´de yetişen bir ağaç çeşididir."

    Enes der ki: "Ben bu bardakla, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a sayamayacağım kadar çok su verdim!"

    Muhammed ibnu Sirin rahimehullah der ki: "Ben bu bardağı gördüm. Onun demirden bir halkası vardı. Enes onun yerine gümüşten veya altından bir halka koymak istemişti. Ebu Talha kendisine:

    "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yapmış olduğu bir şeyi değiştirme!" dedi. O da bundan vazgeçti.

    Enes (radıyallahu anh) der ki: "Ben bu kadehimle Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a her çeşit meşrubat içirdim: Bal, nebiz, su ve süt!" [Buharî, Eşribe 30, Humus 5, (Hadis bu veçhiyle Buhari´de mevcut olmayıp Ahmed İbnu Hanbel´in Müsned´inde gelmiştir: 3, (247).][97]



    AÇIKLAMA:



    1- Bu hadiste, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın şahsî eşyalarından olan tahta bir bardağı mevzubahis edilmektedir. Arapçada kadeh olarak ifade edilen bu kap, dilimizde tahtadan olması haysiyetiyle çanak veya kap kelimeleriyle çevrilmesi daha uygun olabilir. Günümüzde, küçük çapta böylesi eşyalar ahşaptan mamul olduğu takdirde tahta çanak veya su kabı demeyi tercih ederiz. Bardak öncelikle camdan mamul olanlar için kullanılır.

    2- Kurtubî, eski bir Buharî nüshasında Ebu Abdillah el-Buharî´nin: "Ben bu bardağı Basra´da gördüm, ondan su içtim" dediği ve Nadr ve İbnu Enes´in mirası arasından sekiz yüz bin dirheme satın aldığı notuna rastladığını kaydetmiştir.

    3- Hadiste bazı fevaid mevcuttur.

    * Gümüşten sap, parça gibi kakma kullanılması caizdir. Keza zincir, halka da kullanılabilir. Ancak bu meselede ulemâ ihtilaf etmiştir. Hattabi şu açıklamayı sunar:

    ** Sahabe ve tabiinden bir cemaat gümüşten mamul sap, halka vs. kakma kullanmayı mutlak olarak men etmiştir. İmam Malik ve Leys bu görüştedir. Malik merhumun, az bir gümüşün caiz olacağını söylediği de rivayet edilmiştir.

    ** İmam Şafii mekruh addetmiştir ve: "Gümüş üzerinden içmiş olmaması için" demiştir.

    ** Bazıları bu hadisten hareketle: "Kerahet, gümüş kakmanın su içerken ağza değecek yerde olmasına mahsustur" demiştir. Hanefiler bu şekilde tasrihte bulunurlar. Ahmed, İshak ve Ebu Sevr de bu görüştedir.

    ** Gümüş kakmalı kabın kullanılmasının caiz olduğuna inananlardan İbnu´l-Münzir: "Gümüşlenmiş kap "gümüş kap" değildir" der.

    ** Şafii mezhebinde takarrur eden görüş şudur: "Kaptaki kakma iri olur ve zinet maksadı taşırsa haramdır. Ama bir ihtiyaca mebni olursa mutlak surette caizdir."

    ** Bazı alimler bu meselede altın kakma ile gümüş kakmayı bir addederler. [98]
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

Sayfa 2/2 İlkİlk 12

Benzer Konular

  1. Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 01.10.09, 21:03
  2. FerÂÎz bahsİ
    By ACİZKUL in forum Hadis Bahçesi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 22.09.09, 21:09
  3. AshÂbÜ'l-ferÂiz
    By ACİZKUL in forum Fıkıh ve Akaid
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 18.05.09, 23:43
  4. İlm-i Ferâiz
    By ArzuNur in forum İ -Harfi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 13.12.08, 23:39

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •