Birincisi: Kulun, Allah-u Zülcelal’in emir ve nehylerine boyun eğmesidir. Çünkü nefs rahat etme arzusu ile Allah-u Zülcelal’in emirlerinden yüz çevirir ve nehylerine meyleder. Bu durumda insanın Allah-u Zülcelal’in emir ve nehylerinin karşısında nefsine boyun eğdirmesi, tevazudur.
İkincisi: Allah-u Zülcelal’in kudret ve azameti karşısında nefsi zelil görmek ve kendisine serbestlik verilen herhangi bir şeye iştahlı bir şekilde meyledince, onu bundan men etmektir.
İnsan gerçek tevazuya, ancak kalbindeki müşahede nurunun parlaması ile ulaşabilir. Çünkü, müşahede anında nefis erir. Nefsin erimesiyle de insan kibir ve ucb gibi kirlerden temizlenir ve tevazu halini kazanır.

Nitekim Ka'b radıyallahu anh şöyle demiştir: "Allah kime dünyalıktan bir nimet verdi de, adam bu nimetin şükrünü ödedi ve tevazu gösterdi ise, Allah Teala o nimetin menfaatini dünyada ona gösterdiği gibi, ahirette de derecesini yükseltir. Fakat verdiği nimete şükretmez ve tevazu göstermezse, Allah Teala, dünyada o nimetten ona bir kâr sağlamadığı gibi ahirette de ona cehennemden bir kapı açar; dilerse affeder, dilerse azab eder."
Peygamberler ve evliyalar, tevazularından dolayı Allah-u Zülcelal’e yakın olmuşlar. Şeytan ise kibri ve ucbundan dolayı lanetlenmiş ve Allah-u Zülcelal’in rahmetinden uzak olmuştur. Buna göre insana yarayacak olan şey; Allah-u Zülcelal’e ve O’nun kullarına karşı tevazulu olmaktır.
Seyda Muhammed Konyevi Hz.