Abdurrahman Tâğî hazretleri şöyle buyurur:
“Vaaz ile sohbet arasında fark vardır. Sohbet cezbe ile meydana gelir. Cezbe ilâhi muhabbetin yansımasıdır. Sohbete katılanlara feyz ve rahmet gelir. Sohbet gönülden olur. Mürit eğer vahdet deryasında yüzüyorsa, bu yolun büyükleri ile irtibat halinde demektir. Onu dinleyenler gönül dünyasından etkilenir. Çünkü sohbet eden kendi gönül dünyasını dışarıya verir. Ama vaaz böyle değildir. Vaaz eden kişi ile insanları irşat eden mürşidin sohbeti birbirinden çok farklıdır.
Sohbet eden mürşid-i kâmil ise, feyiz deryasından istifade eder, Rabbinin muradı neyse onu anlatır. Çünkü mürşid-i kâmil nefsin hile ve oyunlarından kurtulmuştur. Halkın değil Cenab-ı Hakk’ın itibarına göre sohbet eder. Bu da manevi bir haldir. Onun sözleri cezbenin eseridir. Mürşid-i kâmil yaşadıklarını anlatır. Yapmadığı bir ameli yapın demez. Nefsine kabul ettiremediği davranışları bir başkasına telkin etmez. Ama dünyevî ihtirasları olan kişilerin yaptığı vaaz böyle değildir. İnsanlara tesiri çok az olur. Bu düşüncelerimi mürşidim Gavs-ı Hizânî Hazretlerine de söyledim. Bana şöyle dedi:
– Bu sözlerin doğrudur. Zira bu, dünyevî menfaatler peşinde koşan vaizlerle, kâmil mürşitlerin farkını ortaya çıkarmış oluyor!”
(Altın Silsile, Semerkand Yay.)