“Okumak” tek manaya gelmez
Okumak, insanın en önemli eylemlerinden biridir. Çünkü okumak, sadece insana mahsus bir faaliyettir. Bu sebeple Allahu Zülcelal’in, son kitabındaki ilk emri “Oku!” dur. Demek ki gerçekten insan olmanın birinci şartı okumaktır. Okumamanın mazereti yoktur. Çünkü Rabbimiz “Oku!” emrini, okuma bilmeyen bir kuluna verdi. O kul ki kullar içinde en seçkini, en üstünü ve en güzeliydi. Ama “Oku!” emrine muhatap olduğu zaman, okuma-yazma bilmiyordu.
Ama bilmemek mazeret değildi. Çünkü insan okumak üzere yaratıldı. Okumak için akıl yeterdi ve okumak şarttı. Okumadan olmazdı. Demek ki okumak tek manaya gelmiyordu.
İnsan sadece kitabı değil, başta kendisi olmak üzere, her varlığı okumalıydı. Okuması çok ve geniş olanın, kalitesi de artacaktı. Okumayan ise yaratılış amacına ulaşamayacak, belki de imana eremeyecek ya da imanda derinleşemeyecekti.
Kaliteli insan, kâinatı bütünüyle bir kitap gibi okuyabilir. Onun gözünde her varlık, taşı, toprağı, ayı, yıldızı, güneşi, ineği, sineğiyle muhteşem bir kitaptır. Tabii ki boş gözlerle bakana değil, kalp gözüyle de görene… Bu sebeple atalarımız, “Görenedir, görene, köre nedir, köre ne!” demişlerdir.
Evet, kalp gözü açık olana, bütün varlık bir kitaptır. Bu kitap, kendisini gerçekten okuyanı, Yaratıcısına götürür. Çünkü her varlık kendisinden fazla Yaratıcısını gösterir. Bu yüzden, “Başkasının Günahına Ağlayan Adam” der ki: “Kâinat, Kuran’ı, Kur’an da kâinatı okuyor.”
Dolayısıyla, ilim tektir; onu dini olan ve olmayan diye ikiye ayırmak yanlıştır. Hayırda kullanmak şartıyla, fizik, kimya, matematik, geometri, biyoloji, tıp, astronomi gibi, bütün ilimler dinîdir; onlarla meşguliyet ve tefekkür de ibadettir.
Bu inançtaki bir Müslüman’ın en çok önem verdiği işlerden biri, hatta birincisidir okumak… Çünkü okumak ibadeti, diğer ibadetlerin de şuurlu yapılmasını sağlar, değerini artırır. Zira “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” buyuran da Yüceler Yücesi Rabbimiz’dir.
Kalp gözüyle okumak
Bu türlü okumak, tefekkür gerektirir. Tefekkür ise insanı insan yapan temel özelliklerden biridir. Varlığın bir mucize olduğunu, manasız hiçbir harfinin bulunmadığını bilen bir mümin, satır aralarını okur, görünmeyene vakıf olur. Ona göre, her varlık şeffaftır, kendisinden çok Yaratıcısını gösterir. Böylece, var oluşun manası derinleşir, değeri artar, kıymeti katlanır.
Okumasını bilene, her varlık bir kitap olur, hatta bir ansiklopedi kesilir. “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az” diye bunun için denilmiştir.
Kalbinin gözüyle bakan ve kulağıyla dinleyenler, Hz. Mevlana gibi kuyumcular çarşısındaki çekiç seslerinden bile neler duyar da aşka gelir, cezbelenir.
Sadece kafasındaki gözlerle boş boş bakan ise “Öküzün trene baktığı gibi bakar”, gördüklerinden hiçbir şey anlamaz.
Okumayan, sıradan ve sürüden ibaret kalır. Sıradan ve sürüden olanlar ise ancak güdülürler. Maddeten ve manen bir varlık gösteremezler. İkinci sınıf bile sayılmazlar.
İnsan, cevherini işlemek, kendisini çoğaltmak, kalitesini artırmak için mutlaka okumalıdır. Tabii ki her şeyi okumalı, görünenden görünmeyene ulaşmaya çalışmalıdır. İman sağlamlığıyla kalp gözü açılmış olan, bir de kitapla bilgi temelini atarsa onun için okunmayacak hiçbir şey yoktur. Bu noktada, Efendimizin şu hadisini hatırlamakta fayda vardır: “Müminin ferasetinden çekininiz; çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.”
Bu mümin bakışında dünya, okunmaya doyulamayacak muhteşem bir kitaptır; içinde anlamsız, abes, fazla, ya da eksik hiçbir şey bulunmayan, İlahi bir şaheserdir.
İşte, bu kitabı okuyor Kur’an-ı Kerim! Göklere, yere, geceye gündüze, mevsimlere dikkatimizi çekiyor; bir başka deyimle yeryüzünde olan biteni okumamızı istiyor. Çünkü bu okuma, bizi o kitabın Sahibi’ne götürecektir.
Bütün kitaplar, “tek bir Kitap” içindir
Şimdilerde kâinat kitabı neredeyse görünmez olmuştur. Hele de büyük şehirlerde, insan tabiattan kopmuş, modern hapishanelerine kapanmıştır.
Küçük yerleşim birimlerinde ise kâinat kitabı ülfet perdesiyle örtülmüştür. Bakışlar yüzeyselleşmiş, görünenler bir harf olmaktan çok anlamsız şekiller gibi algılanmaya başlanmıştır.
Bu sebeple, yeniden ilk emre dönmek ve okumayı en önemli işlerimiz arasına almak mecburiyetindeyiz. Aksi halde, kâinat kitabını okuyamayan, satırlardan oluşan kitabı da eline almayan Müslüman’ın canına okurlar. En az iki asırdır, olan da bu değil midir?
Müslüman, görevi olan okumayı daha derin yapabilmek için kitap okur. Aslında bütün kitaplar, bir kitabı anlamak için yazılmıştır.
Her gerçek kitap, zirvedeki tek Kitab’a çıkaran merdivenin basamaklarıdır.
O okumak ki…
Kitap bulunmalı ve okunmalıdır. Okumak, hayatı ve insanı bereketlendirmek ve çoğaltmak demektir.
Tek düzelikten, yalınkat yaşamaktan kendini kurtarmak demektir. Okumak, yedi veren güller gibi dört mevsim çiçek açmaktır.
Okumak, dünyayı genişletmek ve daha çok renklendirmektir…
Okumamak ise sathileşmektir. Kulaktan dolma bilgilerle yetinmektir. Okumamak, yufkalaştırır, sığlaştırır, ufuksuzlaştırır…
Okumayan insanın dünyası, boş sözlerle, gereksiz ve gerçeksiz konuşmalarla, can sıkan gevezeliklerle dolar.
İslamiyet, dinleri bile, “Kitap ehli olanlar ve olmayanlar” diye tasnif eder. Bizim toplumumuzda, “Kitapsız!” hitabı, büyük bir itham, iftira ve küfür sayılmış, daima kavga sebebi olmuştur. “Kitapsız!” ithamını ağır bir küfür olarak algılayan insanımız, Kitab’a, kitaplı olmaya gereken önemi ve değeri vermiş midir?
Bu soruya “Evet” cevabı vermemiz elbette mümkün değildir. Ancak, halkımızı kitaptan ve okumaktan uzaklaştıran bazı mazeretleri de görmezden gelmemeliyiz.
Niye okumaz olduk?
Milletimiz, yakın geçmişinde bir alfabe devrimi yaşamıştır. Bu devrimin en olumsuz yanı, toplumu bir anda okuyamaz-yazamaz duruma düşürmesidir. Daha sonra da kitabın dinden, inançtan, hatta ahlaktan uzaklaşmış görünmesi, insanımızın büyük bir bölümünü okumaktan soğutmuştur.
Yıllar yılı, insanımız çocuklarını, bırakınız diğerlerini, okul kitaplarının yanlışlarından korumaya uğraştılar. Ülkemizde, kendi ruh köküne uygun, imana ters düşmeyen, dini duyguları rencide etmeyen kitap hasreti, çok uzun yıllar sürmüştür. O kadar ki bu ülkede Basın Yayın Genel Müdürlüğü, resmi yazıyla, yayın merkezlerine, dini neşriyatı sona erdirmelerini ihtar etmiştir. Gerekçe de gayet açıktır: “Biz bu memlekette, dini bir zihniyet fideliği oluşmasını istemiyoruz!”
Dini devre dışına çıkaran bu zihniyetin yayınladığı ya da yayınlanmasına müsaade ettiği kitaplar, tabii ki çok az okundu. Ancak insanımız, gençleri bu zehir saçan yayınlardan korumak istedi. Bu suretle geniş halk yığınları, kitaptan ve okumaktan uzaklaştı. Okuyanların nasıl bir inançsızlık gayyasına düşürüldüklerini gördükçe de halkımızın büyük çoğunluğu kendilerinin ne kadar haklı olduğunu düşündüler. Sonuç olarak ortaya, okuyup ruh kökünden kopan bir azınlık ile okumayarak inancını korumaya çalışan çoğunluk çıktı.
Çoğunluk, okumadan yaşamaya alıştı. Oysaki zaman içinde inancının sesini yükselten yazarlar da yetişti. Zor şartlarda dine destek veren eserler de yazıldı. Ancak, bu faaliyetlerin karşısına da kanun kılığındaki zorbalıklar dikildi. Bu ülke kitapların yasaklandığını, yakıldığını, matbaadan alınıp kaçırıldığını, okuyanların sürüm sürüm süründürüldüğünü, ağır cezalara uğratıldığını gördü.
Okumayan medeniyetler yıkılır
İnanılmaz bir gerçektir; bu ülke Kutsal Kitabı’nın dahi yasaklandığına ve suç unsuru sayıldığına şahit oldu. Kitap üzerinden estirilen böyle bir dehşet fırtınasına rağmen, ülkemizde okuma oranının yüksek olması beklenebilir miydi?
Elbette o fırtınanın dehşeti geçti elhamdülillah, fakat insanımızın ürküntüsünden kalan kitaptan kaçma alışkanlığı yerleşip kaldı. Oysaki şimdi, kitaptan kaçmak değil, alternatif kitaplarla Kitab’a kaçmak işimiz olmalı…
Kitapsız yazarların şerrinden, kitaba inanmışların yazdıklarıyla kendimizi korumaya almalıyız.
Bu sebeple önce kitap, ulaşılamaz hürmet makamlarından, elimize ve gözümüze ve gönlümüze inmeli. Kitaba hürmet okuyarak, anlamaya çalışarak, açıklayanları okuyarak gösterilmeli.
Bilmeliyiz ki biz Kitap istikametinde yürüdüğümüz zaman, önümüzde dünyanın yokuşları dümdüz olmuştu. Kitap’tan elimizi gevşetince de dünya bize sırtını dönüp huysuz bir katır gibi firara başlamıştır. Güç bela yetişerek, binmek için yaptığımız her hamlede, bizi yerden yere vurmuş, perişan ve zelil etmiştir.
Aslında her hezimetimiz, bize bir Kitap çağrısıdır; “Gel Kitab’ına, ol yaşayan Kur’an gibi!”
Bu oluş ve kurtuluş daveti, henüz çoğumuzca gereği gibi anlaşılamadı. Ama artık geç olmak üzere… Bu sebeple bir an önce, Kitab’a dönüş seferberliği açılmalıdır. İmanı, İslam’ı, ahlakı takviye eden kitaplara dönüşümüz, yeniden kendimize geliş, özümüze dönüş harekâtı olacaktır.
Kitap ailece okunmalı
Okumayan zihin yalınkatlaşır ve dumura uğrar. Kitaba küskün olanların beyinleri paslanır; düşünme melekeleri azalır. “Okuyanlar, iki misli daha iyi görür” der Meander.
Ovidius ise çok haklı bir ikazda bulunur: “Yetişen zekâları kitaplarla beslemeyen milletler, yıkılmaya mahkûmdur.”
Bu gerçeklere rağmen, biz çocuklarımıza okuma sevgisini neden kazandıramıyoruz?
Alışkanlıklar küçük yaşta kazanılır. Kitap okuma alışkanlığı da özellikle de anne-baba ve öğretmen tarafından kazandırılır. Daha doğmamış bebek, altı aylıkken, annesinin okuduklarını dinlemeye başlar. Anneye huzur veren okumalar, çocuğu da rahatlatır. Böylece çocuk, daha bebek bile olmamışken ve kitabı görmeden, kitaba alışır.
Doğumdan sonra, bebeklerin anne baba ellerinde kitap görmesi, okuma alışkanlığına giden yolu genişletecektir. Bebeklerin de sahiplendikleri kendilerine ait kitapları olmalı… Daha sonra, boyadıkları, karaladıkları, bakmaktan, sayfalarını çevirmekten zevk aldıkları kitapları olmalı…
Çocuklar evlerinde, kütüphane görmeli…
Ve asıl önemlisi, Aile Meclisi kurulmalı… En küçüğü de dâhil olmak üzere, ev ahalisi, her akşam bir araya gelmeli, asgari 15 dakika göz göze, diz dize olmalılar. Aile meclisinin en mühim işlerinden biri de birlikte kitap okumak olmalıdır.
Bu şekilde büyüyen çocuk, okula başladığında ve okuma yazmayı söktüğünde, artık kitapsız olmayı hayal bile edemeyecektir. Okulda da eli kitaplı öğretmenler elinde eğitilirse bu çocuk hem kitabı hem de hayatı okuyabilen gerçek bir aydın olacak demektir.
Kısacası, okuyan çocuklarımız, gençlerimiz olsun diyen erişkinlerin, bu konuda mutlaka örnek olmaları gerekir. Zira örneksiz eğitim olmaz. Çocuklar, büyüklerin ve hele de örnek aldıkları kimselerin önemsediklerini önemserler; değer verdiklerine değer verirler.
Bu yüzden, bilhassa da anne-babalar, öğretmenler, mutlaka kitapla barışık olmalı; okumanın insana kazandırdığı güzellikleri fiilen temsil eden güzel insanlar olmalıdırlar. Böylece çocuklar, okuyanla okumayan arasındaki farkı açıkça görmeli ve kendiliğinden kitaba meyletmelidirler.
Böyle bir ortam oluşturulmadan, çocuklarımızın kitabı sevmelerini beklemek, imkânsıza yakın zordur. Dolayısıyla da günümüz gençliğini okumadıklarından dolayı suçlamak yanlıştır. Suç, önce Anne-babalarındır, ellerinde, evlerinde kitap yoksa… Suç, öğretmenlerindir; eğer kitabı sevdiremedilerse…
P. Peacut çok haklı olarak, “Okuma zevkini kazandırmayan tahsil, yarım kalmış demektir.” der. Suç, medyanındır; eğer fikirden çok görüntüyü öne çıkarıyorsa…
Aptal kutusunun kulağını kıvırmak, ekranları karartmak; kalpleri kitapla aydınlatmayı kolaylaştırır. Kısacası, anne babanın, öğretmenin, medyanın önem vermediği kitaba, gençler neden değer versinler!
Tabii ki, okunmaya değer kitap yazamayan meslektaşlarımı da olumsuz etkenler arasında saymak zorundayım.
Bazı kitaplar okunmamalı
Ancak, Müslüman, okuyacağı kitabı seçmek zorundadır. Zira bazı kitaplar da açıklamak için değil, örtmek, saklamak, gizlemek için yazılmıştır.
Hani bazı sözler vardır ya, bir şeyleri örtmek için söylenir. Ya da konuşmalar vardır; bir şey dememek için yapılır. O sözlerin yazıya geçmiş olanları vardır. İşte, o kitaplardan sakınmalı… O kitaplar ki İlahi kitabı, her iki haliyle de kapatmaya ve gözlerden, gönüllerden uzaklaştırmaya çalışıyor. Dolayısıyla nasıl her insan, aslında insan değilse her kitap da kitap değildir.
Kitap, kutsaldır. Rabbimiz Kitabında, Kalem üzerine yemin eder. Kitabını da insanlara bir rehber ve kılavuz olarak gönderdiğini açıklar. Bu fonksiyonu ifa etmeyen kitap, kitap değildir.
Ben, netice itibariyle, kaybettiğimiz Kitabımızı tekrar bulacağımız kanaatindeyim. Kitabımız tekrar kılıfından çıkacak, ellerden gözlere; gözlerden de gönüllere yansıyıp nurlandırmaya devam edecektir. Dolayısıyla da nursuz, pîrsiz, ahlaksız kişilerin yazdıkları, her türlü reklâma rağmen rağbet bulmayacaktır.
VEHBİ VAKKASOĞLU
GÜLİSTAN DERGİSİ