Küreselleşen dünyamızda teknolojinin ilerlemesiyle çağın gerektirdikleri ve getirdikleri çağımızın insanını oluşturmuş ve adeta insanımız makineleşmiştir. İnsanımız artık kapitalizmin etkisiyle sermaye arayışına girmiş büyük pazar ekonomisinde yerini alabilmek ya da ayakta kalabilmek uğruna eşyanın esiri haline gelmiştir. İnsanımız her geçen gün gruptan biraz daha kopmuş, bireyselleşmiştir. Bunun insanımızdan götürdüğü çok şey olmuştur. Ancak dikkat buyurursanız yazımda sadece duygularını kaybetmesini ele alacağım. Evet, insanımız insan olmanın meziyetlerinden sadece birisi olan duygularını kaybetmiştir. Kalabalıklar içinde yalnızlaşmıştır. Bu yalnızlık serüvenini ve kurtuluş çarelerini gelin hep beraber gözlemleyelim satırların derinliklerinde.
Hani bazen kalabalıklar içinde yalnız kalırsınız etrafınızda çok kişi vardır da siz yalnızsınızdır aslında. İç aleminizde fırtınalar koparda siz bunu kimseye söyleyemezsiniz. İçinizden çok gözyaşı dökersiniz de yüzünüz sahte bir gülümseme halindedir. Bu noktada kimileri gerçek mahbubunu bulurda cismaniyetin kalıbından kurtulup farklı alemlere doğru yol alırlar. Kimileri de bu yalnızlık içinde çaresizcesine nereye gitmek istediğini bilmeden bilinmez taraflara savrulurlar. Bu yol uzun, ince, kılıçtan keskin bir yoldur. Çokları yolun yarısına bile gelemeden yolda takılıp kalmışlar kimileri de bunların aksine iradelerini çelik gibi bileyerek nice kutluların ulaştıkları yere ulaşmış, adeta ballar balını bulmuşlardır. Yunus’un dediği gibi ballar balını buldum kovanım yağma olsun deyip sadece mahbublarıyla olacakları zamanı düşünüp belki de takdim edilen birtakım lütuflarla teselli bulmuşlardır. Bir kutlunun söylediği gibi yalnız biri iste başkaları istenmeye değmiyor, bir için ağla başkaları ağlanmaya değmiyor. Bu noktada demek ki her şeyin fani olduğunu ne olursa olsun, sen ne yaparsan yap, sen onu unutsan da onun seni unutmadığı gerçek bir sevgilinin olduğunu düşünüp belki de ya baki entel baki deyip ona layık olmaya çalışmak lazım. Kim bilir her şerde bir hayır var misali çekilen sıkıntılar, kalabalıklar içinde yalnızlıklar da insanı o yüceler yücesine ulaştırmak için vesile olur. Yol uzun sabır lazım. Yolda taşmış, çakılmış, sarpmış, kayalıkmış,yokuşmuş hiç fark etmez sonunda o olduktan sonra dikenler bile gül gelir insana. Değil mi ki? Bizler kimlerin torunuyuz örneklere iyi bakmak lazım bakarken ibret almak lazım. Fatih Sultan Mehmet’e 20 yaşında İstanbul’u fethettiren güç neydi? Eyüp Sultan Hazretleri’ni at sırtında İstanbul’un surlarına getiren güç neydi? Onlar kaynaklarını nerden almışlardı ki bu kadar güçlüydüler. Zorluklar yıldıramadı onları çünkü onlar güçlerini ulaşmak istedikleri o yüceler yücesi varlıktan almışlardı. bütün kaynakların kaynağı olan, varlıktan almışlardı. Gücü sınırlı olan, cüz-i iradeye sahip olan varlık gücünü yine kendi gibi sınırlı olan bir varlıktan alırsa yolda kalmaz mı? Sırtını dayadığı dayanak da artık onu taşıyamaz olunca ya da bir anda yok olunca ortada kalmaz mı? Belki de bizler hatayı burada yapıyoruz. Dayanak noktasını iyi belirlemek lazım. Zaten sınırlı bir güce sahip olan insanoğlu gücü,desteği yine kendisi gibi sınırlı bir şeyden beklerse varın halini siz düşünün. Sınırlı kaynaklar sınırsız kaynaklarla beslenirlerse ancak kaynak olmaya devam ederler. Aynı bunun gibi de cüz-i iradeye sahip âdemoğlu külli iradeye sahip yaratıcısına dayanırsa yaşamına devam edebilme gücünü bulur kim bilir belki de ab-ı hayat sunu içebilir ve muhabbetullah, marifehullah ve ardından da zevk-i ruhaniye ulaşarak gaye-i hayatını gerçekleştirmiş olur. Bunun için hiçbir şeye öyle delicesine bağlanmamak gerekir. Sahip olduğun şeylerin senin olmadığını hatta her şeye onunla hükmedebildiğimiz aklımızın, vücudumuzun da bizim olmadığını düşünmek gerekir. Hal böyle olunca sahiplenmediğimiz şeylerden vazgeçmesi de kolay olur. Belki sevilirse ya da sahiplenilirse ancak hakiki sahibinden ötürü sevilip sahiplenmek gerekir tıpkı Yunus’un yaratılanı yaratandan ötürü sevmek dediği, Fuzuli’nin
Canı kim cananı için sevse cananın sever
Canı için kim ki cananın sever canın sever
Diye nitelediği sevgi gibi. Eşyayı sadece batınından ötürü sevmek zahirini düşünmemek, ya da batınından ötürü sevmemek… insan bunu aşabilirse hani şu sürekli tartışılan nasıl mutlu olunur sorusunun yanıtını verebilecek ve mutluluğun sınırlarını aşacaktır. Şair ne güzel söylemiş;
Mal sahibi mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi,
Mal da yalan mülk de yalan
Gel biraz da sen oyalan.
Esbap perdesini aşıp zahiri görmek işte o noktadan sonra da insan olmanın gereklerini yerine getirip hakiki mülk sahibini görmek. Mülk sahibini görüp kendisinin de sahibi olduğunu bilecek. Her zaman onunla olacak, kimse dinlemese de onu dinleyecek, sessiz çığlıklarını duyacak, işitecek ve bir şekilde ona cevap verecek, herkesin terk ettiği yerde onu terk etmeyecek, her türlü sıkıntısını istediği zamanda ona anlatabilecek. İsterse sabahın ilk ışıklarında isterse gecenin en karanlık olduğu zamanda herkesin uykuya daldığı vakitte onunla olacak malikini bulup, insan olarak yaratıldığı için bir kez daha rabbine şükredecek. Yani kendini bilecek insanoğlu, bilecek başta bahsettiğimiz kalabalıklar içinde yalnız kalmanın mümkün olmadığını, ne kadar büyük derdi olsa da derdinden büyük rabbi olduğunu hatırlayacak adeta
Gelse celalinden cefa,
Yahut cemalinden vefa
İkisi de cana safa
Lütfunda hoş kahrında.
Diyecek ve ne gelirse sevdiğinden geldiğini bilecektir. Peki insan olmak nedir? Nasıl insan olunur? İsterseniz bunu bir kıssadan hisseyle yanıtlayalım ve sözümüzü noktalayalım. Bir bilgeye, “Nasıl insan oluruz?” diye sormuşlar. “Üç adımda” demiş bilge. “Nedir onlar?” “Sana kötülük yapanlar hakkında sen kötü düşünmeyeceksin, bu birinci adımdır. Sana kötülük yapanlara iyilik yapmaya başlarsın, bu ikinci adımdır, bu adımı atabilirsen insan olmaya başladın demektir. Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmemeye başlarsın” Ve bilge o güzel cevabı verir. “ İşte insan oldun demektir.” Bilgenin anlatmak istediği belki de dövene elsiz sövene dilsiz olabilmektir bu da her yiğidin harcı değil er yiğidin harcıdır ki, meydan öyle bir meydan değil erlerin meydanıdır, erleri beklemektedir.
alıntı