İnandım Demek Yetmez
"Kim daha çok uyanıksa, o daha dertlidir. Kim işi daha iyi anlamışsa, onun, daha sarıdır benzi." Mevlânâ
İnsanın en değerli varlığı olan inanç, olumsuz etkenlerin tehdidi altındadır. Bu nedenle inanç duygusunu bütün gerçekliğiyle canlı tutmak gerekir. Bu da ancak sürekli tefekkürle, inancın gerektirdiği eylemle gerçekleşir. Eğer bu yapılmazsa onu dış etkenler gizli gizli kemirir; sonunda yara alır, yozlaşır sağlam inanç.
Sınırlar özen ister... İnsan, "İŞARET"leri gözden kaçırmamalı. Nefsin sisi, bakışı ağır ağır perdeler. İnsan, inanç yörüngesinden ağır ağır ağır kopar da yolunu kaybederse, bir süre sonra kendini tanıyamaz.
Bu gerçeği en iyi bilen Hz. Ömer (r.a.), "Bende münafıklık âlâmeti görüyor musun?" diye, sık sık sahabeden Huzeyfe'ye (r.a.) sorardı.
İnançta duyarlık, insan için gerçekten hayati bir konudur. "İnancım tam mı?", "Gereğini yerine getiriyor mu?", "Coşku üretiyor mu?" diye, eğer inancını korumak istiyorsa, kuşku duymalı, tedirgin olmalı insan!..
İnanç, sadece dilde ifadesini bulan bir söz değildir. O , insanın ruhundan ve kalbinden taşar, sonra da aksiyona dönüşüp meyvelerini verir.
Yüce Rabbimiz buyuruyor:
"İnsanlar, inandık deyince denenmeden bırakılacaklarını mı sanıyorlar?" (Ankebut, 2-3)
Demek ki bu konuda insandan bir duyarlık bekliyor sevgili yaratıcı... Bu gerçek üzerinde dikkatle, önemle durulmalı. İnanç, yaşanmak ister. Taraftarı olabilmek, gerçekten ona sahip olabilmek için, coşkusunu yaşamak gerekir bu inancın. İnsan bu duyarlıkla gerçeğin yanındadır. İnsan bu duyarlıkla yaşatır inancını...
İman esaslarının özeti "Âmentü" dür. Başlangıç, temel değer Allah'ın varlığıdır. İnandım demek yetmez. Yüce isimleriyle, sıfatlarıyla, tefekküre dalarak Allah'ı tanımalı. "Her şeye gücü yeten", "Yaratan", "Rızık veren", "Yaşatan", "Bağışlayan, "Öldüren", "Dirilten" bir Allah'ı düşünmek insan için ne engin sevinç ve ferahlıktır. Bu güçlü inançla Melekler, Kitaplar, Peygamberler, Ahiret günü, Kaza ve Kader gibi, diğer amentü gerçekleri daha iyi, daha kolay kavranır.
İnanç, hayatın ışığıdır. Her şeyin her şeyle ilgisini bu ışıkla görerek dikkatli olur insan.
"Aklı olan ve onunla sonuçları sezen insan, olayların sebeplerini ve onların ilerleyişini görür, onların ilk nedenlerini bilir, benzerlikleri karşılaştırabilir, bugünkü olayları gelecektekilere bağlayabilir; bütün hayat yolunu kolayca görür ve oradan geçmek için gerekli şeyleri hazırlar."1
Gerçeğe inanç ve bağlanışıyla insan, sonsuzun yolcusudur. İnanç, yaşama sevincidir. Bu inancıyla insan her şeyi, herkesi yol arkadaşları olarak görür. Kendisine gülümseyen çiçekleri selamlar. Batan güneşin tekrar doğuşunu görüp içi sevinçle titrer, coşkuya kapılıp düşüncelere dalar, "Ben de bir gün böyle yeniden doğacağım", "Bu enfes yolculuk, sebepsiz olamaz!" der.
Mümin, bu tefekkürü sürekli gündeminde tutarak hayat yolunda yürür, Allah'la yaşamanın derin mutluluğuna erer, ibretle bakıp ders alarak evrenle bütünleşir.
İnandım demek yetmez. İnsanın önünde bir yarışma alanı, bir sahne açılmış. Neyi, nasıl algılayacak ve yaşayacak diye, insanın rolü, oyunu denenecek.
Bilgi, inancın gereğini yerine getirmede insana yardımcıdır. Bilgiyi böylece yaşanır kılar insan. Bilgi gerekli, fakat yeterli değil. Üretken kılmak için bilgiyi işlemek, duyguya, inanca, sonra da yaşama dönüştürmek gerekir.
Gerçek, ancak kendisini sevenlere büyük gizini verir. İnsan ancak hayran olursa sever, severse ilgilenir, araştırır, öğrenir, benimser, o şeyle bütünleşir.
İnsan, nerede, niçin olduğunu inanç duyarlığında yaşar. İnsan bu duyarlıkla sürekli kendisine "Kim?" olduğunu sorar. Sorumluluğunun bilincine varabilmesi için, insan, yaratılışına yönelmek zorundadır. Fıtri yaşamına ters bir hayat sürüşü, insanın bölünme, bozulma nedenidir. İnsan ancak kimliğini araştırırken gerçeği bulabilir.
Kendini tanımak en değerli bilgidir. Bir amaca yönelmeden, bir şeye ilgi duymadan önce, insan kendini tanımalı. İnsan ancak o zaman kendisi olabilir. İnsan ancak o zaman evrendeki yerini, sesini bulabilir. Kendini tanımak özgürlüğe ermektir. Bitkisel hayattan, ancak böyle kurtulabilir insan.
İnsan, eğer bu duyarlığı, dikkati göstermezse, farkına varmayarak, alışkanlığın kıskacına girer. İnsan bu alışkanlıkla, bilgili, inançlı olsa bile, erdemin çiçeklerini istemeyerek çiğner. İnsan işte o zaman bakıyorken göremez.
İnanç, güçlü irade ister. Güçlü olan insan, özgür olan insandır. Kendi benliğini disiplin altına alma, bütün erdemlerin kökü ve temelidir. "Kendine emredemeyen, her zaman uşak kalır"2
İnandım demek yetmez. Yaşadığına dair bir iz, bir belge ister inanç. İnsan, sorularla test etmeli kendini. "Aşını kaç kez bir fakirle paylaştın?", "Kaç kez bir başkasının kederini azalttın?", "Ve kaç kez inancını, bir inançsıza açtın?". "Niçin bu sahnedeyim diye, hiç sordun mu kendine?" "Söyle kaç kişiye güleryüzünle güven ve neşe verdin?" İşte, kalbinin pancurlarını öz susamışlığına kapatan biri! "İnançlıyım diyordun, hiç ilgini çekti mi?"
İnanmak istediği halde inanamayan kişi, inançlının uzağında kalamaz... İnsan bilmese, farkına varmasa da, fıtratı gerçeğin özlemi içindedir. Dönecek ama, nereye nasıl? Çırpınıyor, fakat ümit edemiyor. Boğuyor, bunaltıyor arzular. Dönecek ama, bir ışık göremiyor!
"KURTARIN BENİ!!!"
Ey insan, söyle inançlıysan, kaç kez bu çığlığı işittin? Peygamber niçin, kimin için gelmişti???
Yazıda kullanılan "Eylem" kelimesine açıklık getirmeli. Bu, bazen etkili bir söz, bir yazı, bir mektup, bazen bir uyarıdır. İnsanın gücüyle orantılı olarak zararlıyı önlemede önemli bir konudur.
Sevgi kadar bazen öfke de değerlidir. Bu öfke aynı zamanda mahşer günü insana yöneltilen, "BENİM İÇİN NE YAPTIN?" sorusuna cevaptır. Asıl olan "metot"tur. Fakat inançları eğer çiğneniyorsa, asla neşelenemez, seyirci kalamaz insan!!! Bu öfke hiç kuşkusuz inancın gereğidir. Allah'a göstereceğimiz bu "içtenlik"tir belge. Ve Allah'ın ipine sarılıştır içtenlik.
İman bir intisaptır, okyanusa katılan bir damla gibi büyür, insan bu intisapla kurtulur yalnızlıktan. İnandım demek yetmez. İnanç, Allah ve peygamber sevgisiyle, gecede ve gündüzde, asırların üstünde çağlayan sesi duymayı gerektirir:
"Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. (Mûminûn, 116)
"O, her an kâinata tasarruf etmektedir." (Rahman, 29)
"... Allah her şeyi kuşatır." (Nisa, 126)
İnanmış insan, bir gezegen gibi, bu ebedi gerçeğin yörüngesinde yüzer; bu ebedi gerçek, bir nabız gibi atar damarlarında. Bu insan olayların asla oyuncağı olmaz, bir sultan gibi yaşar.
Allah'ın büyük rahmetini inanç gösterir göze. Eğer inanç olmazsa, ne güneşin doğuşu kalbe bir duygu verir, ne de gözleri kapalı yavru kuşu, annenin besleyişi... İnsan, gerçekten bakıyorken göremez.
Hayatı bugün zehirleyen manzara, hep bu duyarsızlığın sonucu değil midir? İnsana bakın; zor nefes alıyor, güneş görmeyen meyvesiz ağaç gibi, öyle sönük bir iman ki, kalpte sıkışmış kalmış. Üstünde "Kırılır! Dikkat!" yazılı bir eşya kadar önemsenmeyen insan, ne kadar öksüz bugün.
Bu dikkat gösterilmediği için, "insan" kaybolmuş... İnsan, nakışları dökülmüş kırık bir vazo... Bitkisel bir hayatla kalbi atıyor yalnız...
Hilkatin sırrı, gerçeğin boyutları gizlenir "Amentü"de.
Âmentü bir tohumdur. Bu tohumla açılır namaza, oruca, hacca, zekâta ve binbir hayra, iyiliğe yol.
Mutluluk çağında neydi o büyük coşku?
Üstünde titreyelim... Bu inanç her şeyimiz!..
Zorluğu yenmek için direnmek, inancın değerini anlamak, korumak, böylece "Varolmak" gereklidir.
Şu gerçek bilinmeli. Engeli inanç aşar.
Feridüddin-i Attar'a ait bir öykü önemlidir:
Padişahın çok sevdiği özel bir av köpeği vardı. Avını yakalamada usta ve mâhirdi. Bu köpeğe padişah çok değer verir, ava her çıkışta yanından ayırmazdı. Köpeğin tasması mücevherle süslenmişti. Ayaklarında altından ve gümüşten yapılmış halhallar ve bilezikler vardı. Sırtı da sırmalı atlas çulla kaplıydı.
Günlerden bir gün, padişah yine her zamanki gibi, yanında köpeği, maiyetiyle ava çıkmıştı. Tasmanın ipek ipi elinde, at üzerinde neşeyle yol aldığı sırada, padişah, köpeğin bir şeyle oyalandığını farketti. Tasmanın ipini çektiyse de, aynı yerde kalmakta diretiyordu köpek. Padişah, nihayet köpeğin bulduğu bir kemikle ilgilendiğini gördü, dehşet içinde kaldı. İnanamıyordu gözlerine bir türlü.
Huzurumda başka bir şeyle meşgul olmak! Beni unutarak hem de! Nasıl olur bu??? diye, hiddetle haykırdı. Padişah, son derece üzgündü. Köpeğin nankörlüğü, vefasızlığı, duygusuzluğu çok dokunmuştu ona. Bir köpek de olsa, affedemiyor, mazur göremiyordu. Bu mesele, çözülmez bir muamma gibi gelmiş, "Bir anda, hem de bir kemikle beni nasıl unutur?" diye, padişah aynı şiddetle yeniden haykırmıştı:
"Bu kadar ihsana karşı!"
Köpek, bu hiddetin manasını kavramakta gecikmedi ama, iş işten geçmişti. Padişah, tasmanın ipini derhal elinden bırakıp:
Yol verin şu edepsize! diye emretti. Etrafındakiler, "Padişahım, üstündeki mücevherleri, altınları ve gümüşleri alalım da öyle bırakalım" dedilerse de, padişah:
Hayır! Bırakınız öyle gitsin! dedi ve ilave etti:
Bırakınız öyle gitsin! Öyle gitsin de, ıssız, kızgın çöllerde onlara bakarak, kaybettiği şeylerin acısını yaşasın!!!
İnsan! Ya insan! Allah'ın ihsanının acaba farkında mı?
İnsan biraz düşünse;
"Hiçlik vâdilerinde, hırsla at koştururken seyreden demek sendin!", "kovmadan, azarlamadan, gerçeği görüp belki bir gün dönerim diye, sabırla bekleyen, gözetleyen beni, demek hep sendin Rabbim!!!" diyerek, boğulur hıçkırığa.
Cehaletlerin en düşündürücüsü, ALLAH'ın mülkünde oturup, O'nun verdiği nimetleri yiyip, O'nun güneşiyle aydınlanıp, O'nun çiçeklerini koklayıp, sonra da O'nun varlığından habersiz yaşamaktır.
Yaratılışına ters bir hayat sürüşü, insanın en önemli bölünme nedenidir. Her düşüş, her aldanış, hırsla fani şeylerin peşinden sürükleniş bizi O'ndan ayırır.
Zerreden güneşlere kadar Allah'ı hatırlatan o kadar çok şey var ki, denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa, yazmakla bitmez bunlar.
Haydi bir köpek neyse,
Fakat küçük bir çıkar karşısında, nasıl unutur insan?
Niçin, niçin unutur???
Şimdi bir kez daha, güncelliği süren gerçeği konuşalım.
Duyarsızlık nereden mi geliyor?
Yıllardır "Güneş"i saklama çabasında bir eğitim sistemi değil mi bunun tek sorumlusu!!!
İnsan, çocuklukta başlayıp, etkisinde kaldığı şeylerin özetidir.
İnandım demek yetmez. İnanç uyanıklık ister. Kötülükler, doğmadan önlenmeli. İnsan, birbirine bağlı görünmez işleyişin bilincinde değilse, bir gün apansız sonuçla karşılaşır.
Başlangıca yönelen yok... Öyle cahil asır ki, hâlâ bardağı taşıran son damlayla, yaydan fırlayan okun iziyle uğraşıyor.
Çocuk korumasızdır.
ORMANDA AYILAR SARMAMIŞTIR ONU. FAKAT TV'DE BİNBİR GÖRÜNTÜ VE SES ONA DARBELER VURUR...
İnsanı, kendisinden başka bir şey olmaya zorlarsanız, mahvetmiş olursunuz.
İnandık demek yetmez. ÇOCUĞU GÖRMELİ...
Dipnotlar: 1. Çiçero 2. Goethe.
Bu yazı Kemal Ural beyin "İnançsızlığın Anatomisi" isimli eserinden alınmıştır.