Tasavvufi Ahlak
Tasavvufi Ahlak…ARİF VE MARİFET
Cenab-ı HakkKur’an-ı Kerim’de; “ALLAH’ı hakkıyla takdir edemediler” (el-En’am
6/91) buyurmuştur. Bu ayetin tefsirinde “ALLAH’ı hakkıyla tanıyamadılar” denilmektedir.
MarifetALLAH’ın kullarına emrettiği ilk farz olarak değerlendirilmektedir. Nitekim Cenab-ı Hakk: “Ben cinleri ve insanları bana ibadet etsinler diye yarattım” (ez-Zâriyat
51/56) buyurmaktadır. İbn-i Abbas (r. a.)
“liya’budûn” (ibadet etmek için) kelimesini “liya’rifunî” (Beni bilsinler) şeklinde tefsir etmiştir. (Abdurrahman Sülemî
Risâleler
çev. Süleyman Ateş
82.)
ALLAH’ın Rasulü (s.a.v.) Efendimiz bir hadisi şeriflerinde; “Bir evin temelio evin esasıdır. Dinin esası ise
ALLAH Teala hakkında marifet
yakîn ve kötülükten men edici akıl sahibi olmaktır. ”Hz Aişe (r. a.) annemizin; “Anam babam sana feda olsun Ya RasulALLAH
men edici akıl ne demektir” diye sorması üzerine Rasulullah (s.a.v.); “Kişinin ALLAH’a asi olmasını engelleyen ve Rabbına hırsla itaat etmesini sağlayan akıldır” buyurmuştur. (Kuşeyrî
Risale’de geçen bir hadis
488.)
Hakk’a ermek için bir rehberin öncülüğünde ve denetiminde çıkılan manevî ve ruhî yolculuğa seyr-i sulûk denilir. Bu yolculuğun nihayetinde olan derecelerden ilki ise marifettir. Marifet ve irfangenellikle eş anlamlı olarak kullanılan kavramlardır.
Marifet sözlükte bilgitecrübî ve amelî bilgi
tanımak
aşinalık
herkesin yapamadığı ustalık demektir. Bir tasavvuf terimi olarak ise sûfîlerin ruhanî halleri yaşayarak
manevî ve ilahî hakikatleri tadarak
iç tecrübe ile ve vasıtasız olarak elde ettikleri bilgi
irfan anlamına gelir. Ayrıca tasavvuf kelimesinin müteradifi olarak da kullanılmaktadır. (Kuşeyrî
Risale
488.)
Kulhalka yabancı
nefsinin şerrinden berî
nefsin kötü arzularından temiz olur
gönlüyle ALLAH’a yalvarır
her an O’na başvurursa ‘muhaddes’ yani Hakk tarafından kendisine bilgi verilen
ilham alan kişi olur. Kalbine Hakk’ın sırları dolar. Bu yoldan Hakk’a dair elde edilen bilgiye marifetullah
buna sahip olan kişiye de ârif-i billah
ehl-i marifet veya ehl-i irfan denir. (Süleyman Uludağ
Tasavvuf Terimleri Sözlüğü
347; Selçuk Eraydın
Tasavvuf ve Tarikatlar
316.)
Ayrıca ârifsûfîliği en iyi yaşayan ve bilen velidir. Sûfîler
marifetin kendisinden çok onun sebep
sonuç ve belirtileri hakkında açıklamalar yapmışlardır. Her bir sûfî
kendisine bahşedilen fuyûzât nisbetinde konuşmuş ve yaşadığı vaktin içinde bulunduğu manalarına işaret etmiştir.
Kuşeyri’ye göre sâlik ilk aşamada Hakk’ın birliğiniO’nun sıfat
isim ve fiillerini tanır. (Ayrıca bkz. Mustafa Bilgen
Yüksek İslam Ahlakı
411.) Sonra ibadet ederek
riyazet ve mücahede ile çile çekerek nefsini arındırır. Bu noktadan sonra Cenabı Hakk
kendisini kuluna tarif eder. Böylece Hakk
kulun mârufu (bilineni) olur. İşte gerçek marifet budur. Yani marifet
Cenab-ı Hakk’ın kendisi hakkında kuluna verdiği bilgidir. (“Ben gizli bir hazine idim
bilinmeyi istedim” hadisi de buraya işaret etmektedir.) Bu bilgiyi alan sâlik
artık ârif veya ârif-i billah olarak isimlendirilmektedir.
Beyazıt Bistamî bir sözünde ilk aşamaya temas ederek marifeti aç karın ve çıplak bedenleyani çile çekerek bulduğunu söylemiştir. (Bkz. Kuşeyrî
a.g.e.
492.) Buna marifet-i nefs denir ki; sâlikin kendisini bilmesidir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Abdullah Farukî
İslamda Zikir ve Rabıta. Marifeti Nefs ve Nefis Nertebeleri.)
Nitekim bir hadisi şerifte “Nefsini bilen rabbini bilir” denilmiştir.
Zunnûn Mısrî ise marifete sahip olmayıkulun gayretinden sonraki aşamada olduğundan bahsederek; “ALLAH’ı
O’nun kendisini bana tanıtması yoluyla tanıdım. Yani o marifet verdiği için marifete sahip oldum” demiştir. Bu ifade şu anlama gelmektedir: Mahlûkatın varlığı ancak Hakk’ın vücudu (varlığı) ile kâim ve dâimdir. İlim ve marifet ise varlıktan sonra gelmektedir. Yani bir şey var olacak ki; bilinebilsin. Burada sâlikin varlığı da Hakk’ın varlığı iledir. Öyleyse sâlikin Hakk’ı bilmesi yine Hakk ile olmaktadır. (Ankaravî
Minhâcü’l-Fukarâ
267.)
Cüneydi Bağdâdî’nin şu sözü bu görüşü destekler durumdadır: “MarifetHakk’ın ilminin var olduğu yerde senin bilgisizliğinin mevcut olmasıdır. ”Biraz daha izah eder misiniz diyen bir zâta; “Aslında arif de O’dur maruf da (bilen de O’dur
bilinen de)” şeklinde cevap vermiştir. Mutasavvıflar bu sözü şöyle anlamaktadırlar: Sen
sen olmak itibariyle ALLAH katında cahilsin
bilgin yoktur. O tanıttığı için kendisini tanımaktasın.
Aynı manaya gelmek üzere Sehl b. Abdullah Tüsterî de; “Marifetbilgisizlik hakkında bilgidir (ALLAH katında bir şey bilmediğini bilmendir)” demiş; (Kelâbâzî
Ta’arruf
97.) Beyazid Bistâmî ise bunu; “Hakk’ın zâtını anlamaya çalışmak cehalettir” (Abdurrahman Sülemî
Tabakâtü’s-Sûfiyye
74.) diye ifade etmiştir.
Marifet ehli olabilmenin evveli zühdî bir yaşantı ve ALLAH’ı çok zikretmektir. Sâlikkendisini bildiği ve çevresine yabancılaştığı ölçüde Hakk ile tanışır. Sûfîlere göre Aziz ve Yüce olan ALLAH hakkında tam anlamıyla marifet sahibi olmak imkânsızdır. Hz. Ali’nin şu sözü de bu manayı ifade eder: “Marifet
ALLAH hakkında kalbinde ne tasavvur edersen et
Hakk’ın onun zıddı olduğunu bilmektir.” (Kelâbâzî
a.g.e.
193.) Zira Cenabı Hakk’ı hakkıyla tanımak yine kendisine mahsustur. Bir kul O’nu tanımak için olanca gücünü harcadıktan sonra O’nu tanımasının imkânsız olduğunu anladığında hakiki ve en mükemmel marifete ermiş sayılır. Bu
ariflerin marifette ulaşabilecekleri son noktadır. Bundan dolayıdır ki Hz. Ebu Bekir (r. a.) “Marifet
sâlikin ALLAH hakkında marifet sahibi olmaktan aciz olduğunu idrak etmesidir” (Serrâc
Luma
56.) demiştir.
Rahmetli üstadımız Abdullah Farukî el-Müceddidîbir sohbetlerinde hikmet ve marifet kavramlarını birlikte değerlendirerek bunların ilk menşei hakkında şunları ifade etmiştir: “(Sâlik)
Hakk’ın zatından gayrı ne varsa tamamen kalpten çıkarır. O kadar ki herhangi bir şey hatırlamaya çalışsa yine hatırlayamaz. Böyle bir hal geldikten sonra kalp nasıl eşyayı hatırlayabilir ki! İşte Ehlullah katında bu hale fena derler. Sâlik artık fenadadır
bu şeyden yani hepsinden fena bulmuştur. Bu
tarikata atılan ilk adımdır. Burası
O’nun ezelî
ebedî nurlarının sonu değil başlangıcıdır. Burası
hikmetlerin ve marifetlerin gelişme menşei ve doğuş yeridir.” (Abdullah Farukî
Yahşihan Mektubat Sohbetleri
1992.) Hz. Ali (r. a.) efendimiz de
bu noktayı dinin başlangıcı olarak kabul etmektedir. (Mustafa Bilgen
a.g.e.
411.)
Ebu Hafs; “ALLAH Teala hakkında marifet sahibi olduğumdan beri kalbime ne hakne de batıl geldi” der. (Kuşeyrî
a.g.e.
489.)
Ruveym; “Marifet arif için bir aynadıroraya baktığı zaman Mevla’sının kendisine tecelli ettiğini görür” demiştir. (Kuşeyrî
a.g.e.
491.)
Şiblî ise şöyle der: “Marifetin başı ALLAH’tırsonunun ise sınırı yoktur.” (Kuşeyrî
a.g.e.
489.)
Fâris Bağdâdî de; “Marifetmaruf (olan ALLAH)’ı müşahede halinde kişinin tamamen kendisinden ayrılmasıdır” der. (Kuşeyrî
a.g.e.
489.) Bu ise sâlikin fenâ olmasıyla
yani başka bir şeyle meşgul olmamasıyla mümkündür…
Aliyyân’a‘Mevlânla halin nasıldır?’ şeklinde bir soru sorduklarında şöyle demiştir: “O’nu tanıdıktan sonra (başkasıyla meşgul olmak suretiyle) kendisine ezâ ve cefâ etmedim. ”O’nu ne zamandan beri tanıyorsun sorusuna ise; “Bana deli
divane dediklerinden beri” cevabını vermiştir. (Kuşeyrî
a.g.e.
489.)
Arifnefsine ne kadar yabancı olursa
Rabbini bilmesi (marifeti) de o kadar olur. İçinde dünya düşüncesi olan kimsenin marifeti doğru değildir. Zira doğru marifet
Hakk’tan başkasını bırakmaz. Marifet doğru oluca arif
marifetinden de geçer ve marufta kaybolur. Böylece arifin Hakk’a yakınlığı
Hakk bilgisinin yani marifetinin artması ile mümkün olmaktadır. Ancak bu artma Cenabı Hakk’ı bizâtihî tanımakla değil; O’nun isim ve sıfatlarının tecellilerini müşahede ile ve kainatı seyrederek(Kuşeyrî
a.g.e.
489.) mümkün olabilmektedir.
Marifetin elde edilme yolları:
Bilgi iki yolla elde edilir:
Marifet-i şuhûdî: Keşf yoluyla hâsıl olan bilgidir. Perdenin ötesindeki gaybî hususlara ve hakikatlerebunları yaşayarak ve temaşa ederek ulaşma haline keşf; bu yolla elde edilen bilgiye ise marifet-i şuhûdî denir.
Marifet-i istidlâlî: Kıyasla kazanılan bilgidir. Daha önceden kazanılan bir bilgiden faydalanılarak yeni bilgilere ulaşma şeklidir.
Sâlikin bu iki yolla elde ettiği bilginin birincisine ‘marifet-i Hakk’diğerine ise ‘marifet-i mahlûk’ denir. Marifet-i Hakk
ALLAH’ı ALLAH ile bilmek
marifet-i mahlûk ise ALLAH’ın yarattıklarını yine ALLAH’ın nuru ile bilmektir. Hz. Ali (r. a.) şöyle der: “ALLAH’ı ALLAH’la
ALLAH’ın yarattıklarını ise O’nun nuruyla bildim.” (Selçuk Eraydın
a.g.e.
316.) Bu iki marifet
insan idrakinin iki temel halidir.
Marifet türleri:
Ebu’l-Hüseyn en-Nûrîmarifet ikidir
der. Birisi Hakk’ı bilmek
diğeri hakikati bilmektir. Hakk’ı bilmek
en bariz sıfatlarla vahdaniyeti ispattır. Hakikati bilmenin yolu yoktur. Çünkü Rabbın hakikatini anlamak mümkün değildir. (Sülemî
Risaleler
83.)
Marifet sahibi bir kul için üç çeşit marifet husule gelmektedir:
Marifet-i nefskişinin kendini ve hakikatini bilmesidir.
Marifet-i Mübdi’kişinin mûcidini
yaratanını bilmesidir.
Kişinin mûcidine karşı fakr-u ihtiyacını bilmesidir. (Selçuk Eraydına.g.e.
317.)
Bu üç marifet çeşidini îkan ve yakîn kavramlarıyla izah etmek yerinde olacaktır. Çünkü arif olan kimsenin önce îkan yani yakîn sahibi olması icap eder.
Îkanyakîn sahibi olmak
yakınında bulunmak demektir. Ayrıca bu kavram istidlal ve akıl yoluyla elde edilen doğru ve kesin bilgi hakkında kullanıldığı gibi
sâliki tam olarak tatmin eden sağlam bilgi manasında da kullanılır.
Yakîn ise şüphe ve tereddüde meydan bırakmayan doğru bilgidir. Vâkıaya uygun değişmez inançtır. Delillerle değiliman gücüyle apaçık görmektir. Bir başka ifade ile bir şeyin hakikati konusunda kalbî itmi’nandır. Nitekim bir haberde: “Yakîn
tamamıyla imandır” (Taberanî
el-Mucemü’l-Kebîr
8544; Beyhakî
Şuabu’l-İman 48.) buyrulmuştur.
ALLAH’ı bilmekten anlaşılması gereken bunun aklî bir faaliyet veya bilimsel bir çaba olmayıptamamen îmanî bir durum olmasıdır. ALLAH’ı bilmek
O’na sarsılmaz bir imanla bağlanmak
O’nun sevgisini her şeyin üzerinde görmekle mümkün olmaktadır. (Mustafa Bilgen
a.g.e.
411.) Bir bakıma marifet imanın tadını tatmaktır.
Yakînmüşahede (Hakk’ın
kalpte tecellileriyle bulunması) anlamına da gelir ve üç türlü yakîn vardır:
İlme’l-yakîn: Tereddüde mahal vermeyen kesin bilgi.
Ayne’l-yakîn: Gözle görerek elde edilen kesin bilgi.
Hakka’l-yakîn: O şeyi yaşayarak elde edilen kesin bilgidir.
Kur’an-ı Kerim’deki yakîn kavramlarından ilme’l-yakîn şeriat; ayne’l-yakîn tarikathakka’l-yakîn marifet ve hakikat olarak değerlendirilmiştir. (Bkz. Sühreverdî
Avârifü’l-Meârif
49; H. Kamil Yılmaz
Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar
235.) Bu anlamda bir şiir:
Şeriattarikat yoldur varana
Hakikatmarifet ondan içeri.
Rahmetli üstadımız Abdullah Farukî el-Müceddidî“Kulu ALLAH’a yaklaştıran yolların kapıları” konulu sohbetlerinde rıza kapısını açıklarken yakîn kavramından hareketle izaha çalışılan marifet konusunda şunları ifade etmişlerdir: (Ayrıntılı bilgi için bkz. Abdullah Farukî Sobetleri; Ayrıca bkz. Selçuk Eraydın
a.g.e.
84.)
“Rıza Kapısı: Bu kapıkuldan Hz. ALLAH’ın razı olduğu kapıdır. Bu kapıya ancak akıl
sevgi
iman
ilim
amelle yaklaşılır. Bunlar ihlâsla yapılırsa
yanaşılırsa ulaşılabilir. Yine bu kapıya ulaşabilmek için de kulun kendi çabası önemlidir. Bu çabalar sayılamayacak kadar çoktur. Fakat bazılarını şöyle sıralamak mümkündür.
Şeriatın emirleri tamamen yapılırsa
Tarikatın hususları tamamen uygulanırsa
Marifetin emrettikleri tatbik edilirse
Hakikate ulaşılır.”
Marifet türlerinden sonra marifetin belirtileri ve ârifin vasıflarından bahsetmek yerinde olacaktır.
Rehber Dergisi | Yakup YÜKSEL | Sayı: 67