Rabbimiz “Ben insanları ve cinleri yalnızca bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat: 4) diye buyuruyor. Nedir ibadet. Neyi kapsar, neyi kapsamaz. Bu ayrıntılara girmeden aslında birçok şeyin anlamını çözemeyiz. Huzurun ve huzursuzlukların, toplumsal patlamaların etrafında döner dolaşır; ama bir sonuca varamayız.
İbadet, yaşama anlam katan en önemli “iş”lerden biridir. Belki de ibadeti sadece işlerden biri olarak değil hayatın her evresini, her anını dolduran bir olgu olarak da değerlendirebiliriz. Anlık bir olay değil, öncesi ve sonrası ile bir yaşam biçimi… İbadet; kutsamak, yüceltmek, tenzih etmek ve bunları pratik olarak göstermek ise aslında beşeri ideolojileri yaşam tarzı olarak benimseyenleri de bir anlamda kendi dinlerinin abidleri olarak vasıflandırabiliriz.
Şehit Mutaharri, hayatın hedefi için “Mutluluktur” der. Ona göre mutluluk bilgiyle, bilinçle elde edilir. Bilincin ulaşacağı son nokta Allah'a kulluktur. Mutaharri, bu tanımlamalarıyla ibadetin kapsayıcılığını anlatmaktadır. Bilginin maddi kazançlar için istendiği, maddi kazancın çokluğu veya azlığının mutluluk veya mutsuzlukta belirleyici olacağının düşünüldüğü, hayatının hedefinin “kariyer yapmak” olduğunun vurgulandığı bir dünya, inanç ve değerlerin erozyona uğradığı bir dünyadır. Böyle bir dünyada mutluluklar sanal, inançlar folklorik, ibadetler kültürel zenginliktir. Bu yüzden biz tanımlarımızı ancak kendi zeminimizde kendi kültürel altyapımızla yapabiliriz. Arayışımız fıtratın dilini bulabilmek için olmalıdır. Vahyin kılavuzluğunda fıtratın dilini bulduğumuzda kavramlarımızı hem insani hem de İslami yorumlarla yorumlayabiliriz.
İslama göre “Allah yerlerin ve göklerin Rabbidir.”, “Göklerin ve yerin yaratıcısı”, “Göklerin ve yerin nurudur”. Yaratıcı, aydınlatıcı-yol gösterici ve terbiye edici… Bunlar Rabbimizin birçok vasfından sadece birkaçıdır. Konumuz vasıflarının tümünü değerlendirmek değildir. Burada “Gökler ve yer”den söz edilmesi dikkatimizi çekmektedir. Tevhidin kapsayıcılığı, kontrolü, yaratan ile yaratılan arasındaki belirgin ve keskin çizgiler belirtiliyor İslam inancında.
Eski Yunanda ya da tahrif olmuş dinlerde Allah inancı salt uhrevi-semavi alanla sınırlıydı. Onlara göre “Tanrı, göklerin rabbi”ydi. İnsanlar, şeytanın peşine düşerek kendilerine benzeyen Tanrılar icat etmişlerdi. Bu Tanrılar aynen insanlar gibi seven, âşık olan, kin duyan, intikam alan varlıklardı. Eski Yunan edebiyatı Tanrılar arasında yaşandığı iddia edilen ihtiras, komplo, tuzak ve tezgâh hikâyeleriyle doludur. Aynı şekilde Yahudi bilginlerinin kutsal metinleri tahrif ederek haram ve helalleri değiştirmeleri, kendilerini rableştirmeleri gibi bir sonucu doğurmuştur. Rableşen insanın adım adım “Yüce Rabbi” yeryüzünden uzaklaştırması kaçınılmazdı. O, sadece “göklerin rabbi” olarak kalmalıydı. Tahrif olan Hıristiyanlık ise “Tanrının hakkı tanrıya Sezarın hakkı Sezara” diyerek dini ve ladini ortamların sınırlarını belirgin bir şekilde çiziyordu.
İslam, Tevhid inancıyla net ve pürüzsüz mesajını yüzlerce yıldır her yere ulaştırmaya devam ediyor. İslama göre Allah, evreni yaratmış; ama başıboş bırakmamıştır. Yaratma kontrol ve gözetleme her an devam etmektedir. Allah, abesle iştigal etmeyeceğinden dolayı evrendeki her şey bir hikmetin gereği olarak yaratılmıştır. Canlılar, cansızlar, ruhaniler ve bilemediğimiz diğerleri… her şey kendi lisanıyla Allah'ı zikreder, tesbih eder. İnsan hariç evrendeki tüm yaratıklarda mükemmel bir uyum söz konusudur. İnsan ise iki seçenek ile karşı karşıyadır. Ya, Rabbi zülcelalin belirlediği sınırlar içerisinde bir kullukla evrendeki mükemmel uyuma katılacak ya da şeytan ve hizbinin peşinden giderek yeryüzüne fesat karıştıracak, nesli ve ekini tahrip edecektir.
İslam’a göre yaşam dini ve ladini diye ayrılmaz. Kur'an ve sünnet mümin için hayatın her anında emirler, tavsiyeler verir. Örnek yaşamlar gösterir. İnsanın yeme içmesi, oturup kalkması, uyuması, toplumsal ilişkileri belli düzen ve kurallar içerisinde devam eder. Sınırlar her davranışta helal haram keskinliğinde değildir. İslami ıstılahta mekruh, müstehap, mendup v.b. kavramlarla geniş bir alan söz konusudur.
Müslümanın her davranışı için ceza ya da mükâfat olabilir. Geniş bir perspektiften baktığımızda bu aslında Rabbimizin bir lutfüdür. İslam’ın kuralları, fıtratın isteğini karşılamaktadır. Fıtrat ise bir insanın onurlu, iyi bir yaşam sürmesini sağlar. Rabbimiz, şeytan ve hizbinin iğva ve saptırma çabaları karşısında elçilerini ve yüce mesajlarını göndererek insana korunma yollarını göstermiş onu yeniden fıtrata çağırmıştır. İşte fıtri istekler, sapmadan korunup normal mecrasında aktığında insan, normal insani davranışlarından bile sevap kazanabilmektedir. Örneğin yemeğe duyulan istek fıtri bir istektir. İnsan yemeğe Allah'ın adıyla başlayıp ona hamd ederek bitirirse sevap kazanır. Aksi davranış ise Allah'ı unutmak ve nimete nankörlük olarak değerlendirilebilir. Ğafur ve Rahim olan Rabbimiz unutma ve yanılmalarımızdan dolayı bizi bağışlasın.
Yeniden fıtrata, çağıralım insanları. İnsan olmaya, onurunu muhafaza etmeye, kulluğa çağıralım. Mutluluğun ancak fıtrata yönelmekle elde edileceğini herkese izah edelim.
Fıtrat, sırat-ı müstakimdir. Gazaba uğrayanlar ve sapanlar, fıtrattan uzaklaştıkları için kınanmışlardır.
Ey Rabbimiz!
Bizi hakkı hak olarak bilip hakka tabi olanlardan,
Batılı batıl olarak bilip batıldan uzak duranlardan eyle!
(Amin)
Hasan Sabaz