Tembellik mi tevekkül mü?
Tembelliğimizi, isteksizliğimizi, tevekkül ve dünyayı terk bahanesiyle aklamak mümkün değildir. Müslüman, çalışan kazanan insandır. Dünyayı müslümanca yaşar, ahiretine de müslüman olarak gider. Zor veya kolay, üzerine düşen din ve dünya işlerini yerine getirir. Dünyasını ve ahiretini bir arada düşünür.
Dünya işlerini terk edersek ortada ne medeniyet kalır, ne de yaşam kalitesi diye bir şey. İslâm tarihinde hepimizin övündüğü o devasa işleri yapan, eserleri meydana getiren ruh çalışmadan nasıl yaşatılabilir?
Müslümanların refah ve gelişimine katkıda bulunmak, bütün insanlığa öncü olmak ve hayırlara vesile olmak için dünya işlerinin hakkını vermek gerekir. Dünya gözümüzü bürümesin ama çalışıp kazanmak, dünyayı daima hayırlara vesile kılmak bir sorumluluktur.
Hep arayış içinde olup nasıl daha iyi olabilirim diye sormaktan, kendimizi gözden geçirip eksiklerimizi tamamlamaktan asla geri durmamamız gerekir. Bir yandan gönlünü dünyaya kaptırmama, bir yandan da dünyanın hakkını verme niyetini diri tutmak çok mübarek bir çabadır. Bu bir “yolda olma” halidir. Yolculuğumuzda kılavuz şüphesiz dinimizdir, helal ve haram sınırıdır.
İşte bu ölçülere göre yaşanmış bir dünya hayatı mübarek bir hayat, böyle bir ömrün ardından varılacak ahiret yurdu ise cennet olacaktır