Çünkü Yüce Allah'ın şu kavli vardır: "Ey kitâb ehli, dînîniz hususunda haddi aşmayın. Allah'a karşı hakk olandan başkasını söylemeyin...
(en-Nisâ: 171)
30-....... Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S):
— "İftar yapmayarak iki ve daha fazla orucu birbirine ulama-yın!" buyurdu.
Sahâbîler:
— Yâ Rasûlallah, Sen orucu bazen birbirine ekliyorsun! dediler. Rasûlullah:
— "Ben sizden hiçbiriniz gibi değilim. Çünkü ben, Rabb'im be*ni yedirir ve içirir hâlde gecelerim" buyurdu.
Fakat sahâbîler oruçları birbirine eklemekten vazgeçmeyince Pey*gamber oruçlarını arka arkaya iki gün yâhud iki gece birbirine uladı. Sonra (üçüncü gün) hilâli gördüler. Bunun üzerine Peygamber, oruç*larını birbirine ulamaktan çekinmeyenleri ta'kîb ve tevbîh eder gibi:
— "Eğer hilâl daha da geri kalsaydı, ulamayı sizin için (bir ceza ve ders olsun diye) o ana kadar daha artırırdım!" buyurdu
31-.......Bana İbrâhîm ibn Yezîd et-Teymî tahdîs etti. Bana Yezîd ibn Şurayh tahdîs edip şöyle dedi: Alî ibn Ebî Tâlib bizlere pişirilmiş tuğladan yapılmış bir minber üzerinde hutbe yaptı. Üzerinde, kının*da asılı bir sahîfe bulunan bir kılıç vardı.
Alî:
— Vallahi bizim yanımızda okunan hiçbir yazı yoktur, ancak Al*lah'ın Kitabı ve bir de şu sahîfedeki şeyler vardır, dedi ve sahîfeyi açtı.
İçinde diyet develerinin yaşlan ile ' 'Medine A îr Dağı 'ndan şura*ya kadar haremdir. Kim Medine'nin bu haremi içinde bir bid'at çı*karırsa, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların la'neti onun üzerine olsun. Allah o kimseden hiçbir sarf ve adi kabul etmesin!" hadîsi, bir de "Müslümanların emânı birdir. O emânı müsjtümânların (ka*dın ve köle nev'inden) en aşağı bir ferdi de üzerine alır. Her kim bir müslümânın verdiği ahdi bozarsa, Allah'ın, meleklerin ve bütün in*sanların la'neti onun üzerine olsun. Allah o kimseden hiçbir sarf ve hiçbir adi kabul etmesin!"
Yine o sahîfede "Her kim de kendi efendilerinden başka bir kav*mi, efendilerinin izni olmaksızın velî ve efendi edinirse, Allah'ın, me*leklerin ve bütün insanların la'neti onun aleyhine olsun; Allah ondan hiçbir sarf ve hiçbir adi kabul etmesin!" hadîsi yazılmıştır .
32-.......Âişe (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) bir iş yaptı da o hususta ruhsat verdi. (Birtakım insanlar Peygamber'in yapıp da ruh*sat verdiği o iş kendisine hâstır zannedip) o işi yapmaktan çekindi*ler. Onların bu çekinmesi Peygamber'e ulaşınca, Allah'a hamdettikten sonra:
— "Birtakım topluluklara ne oluyor ki, onlar benim yapmakta olduğum birşeyiyapmaktan çekiniyorlar! Allah'ayemîn ederim ki, ben onların Allah'ı en çok bilenleri ve Allah'tan en çok korkanları-yımdır!" buyurdu .
33-.......Abdullah ibnu Ebî Muleyke şöyle demiştir: Çok ha*yırlı iki zât Ebû Bekr ile Umer helak olmaya yaklaşmışlardı: Peygamber'in huzuruna Temîm oğulları hey'eti geldiği zaman, bu ikisinden biri (yânî Umer), "Mucâsi' oğullan'nın kardeşi olan el-Akra ibn Habis et-Teymî el-Hanzalî'yi onlara emîr yap" diye işaret etti. Diğeri de baş*kasını (yânî Ka'kaa ibn Ma'bed ibn Zurâre et-Teymî'yi) emîr yap di*ye işaret etti. Bunun üzerine Ebû Bekr, Umer'e:
— Sen sırf bana muhalefet etmek istedin! dedi. Umer de:
— Hayır sana muhalefet etmek istemedim, dedi.
Peygamber'in yanında münâkaşa ettiler ve sesleri yükseldi. Bu*nun üzerine şu âyetler indi: "Ey imân edenler, seslerinizi Peygam*ber'in sesinden yüksek çıkarmayın. Ona sözle, birbirinize bağırdığınız gibi bağırmayın ki, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider... "
(el-Hucurât: 2-3).
İbnu Muleyke şöyle dedi: Abdullah ibnu'z-Zubeyr şöyle dedi: Artık Umer bu âyetin inmesinden sonra -İbnu'z-Zubeyr bunu, dede*si Ebû Bekr'i kasdederek anasının babasından zikretmedi- Peyganı-ber'le bir hadîs konuştuğu zaman, O'na gizli şeyler söyleyen bir kardeş gibi konuşur, Peygamber anlamak isteyip soruncaya kadar sesini O'na işittirmezdi .
34-....... Bana Mâlik, Hişâm ibn Urve'den; o da babası Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da mü'minlerin anası Âişe(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) vefâtiyle netîcelenen hastalığı içinde:
— "Ebû Bekr'e söyleyin de insanlara namazı kıldırsın!" buyurdu. Âişe şöyle dedi: Ben:
— Ebû Bekr Sen'in makaamında (yânî namaz kıldırdığın mih-râbda) durursa, ağlamaktan kıraati insanlara işitteremez. Umer'e em*ret de insanlara o namaz kıldırsın! dedim.
Rasûlullah yine:
— "Ebû Bekr'e söyleyin de insanlara namaz kıldırsın!'"buyurdu. Âişe şöyle dedi: Ben Hafsa'ya da:
— Peygamber'e: Ebû Bekr Sen'in makaamında durursa ağlamak*tan kıraati insanlara işittiremez. Onun için Umer'e emret de insanla*ra o namaz kıldırsın! diye söyle! dedim.
Hafsa dediğimi yaptı. Onun üzerine Rasûlullah:
— "Şübhesiz ki, sizler elbette Yûsuf Peygamber'in sahibeleri olan kadınlarsınız (yânî onun günündeki kadınlar gibisiniz)/ Ebû Bekr'e emredin de insanlara namazı o kıldırsın!" buyurdu.
Bunun üzerine Hafsa, Âişe'ye hitaben:
— Zâten senden bana hayır gelecek değildi! dedi (de canının sı*kıntısını açıkladı) .
35-.......Bize ez-Zuhrî tahdîs etti ki; Sehl ibn Sa'd es-Sâidî (R) şöyle demiştir: Uveymir el-Aclânî, Aclân oğullan'nın başkanı olan Âsim ibn Adiyy'e geldi de:
— Bana re'yini haber ver: Bir adam karısı ile beraber bir adamı bulsa, kadimn kocası o adamı öldürmeli, siz de öldürdüğü adama mu-kaabil onu öldürmeli misiniz?(Yoksa bu koca nasıl yapar?) Yâ Âsim, sen bu mes'eleyi benim için Rasûlullah'a soruver! dedi.
Bunun üzerine Âsim bunu Peygamber'e sordu. Peygamber de böyle soruları, hoşlanmayıp, ayıpladı. Akabinde Âsim ailesi yanına döndü, Uveymir de geldi. Âsim, Uveymir'e Peygamber'in böyle so*rulardan hoşlanmayıp ayıpladığını haber verdi. Bunun üzerine Uvey*mir:
— Vallahi ben bizzat kendim Peygamber'e gideceğim de bunu soracağım! dedi ve Peygamber'e geldi.
O sırada Yüce Allah, Âsım'm ardından- "Zevcelerine zina is-nâd eden, kendilerinin kendilerinden başka şâhidleri de bulunmayan kimselere gelince, onlardan herbirinin yapacağı şâhidlik, kendisinin hakîkaten sâdıklardan olduğunu Allah 'a yemin ile dört kerre tekrar edeceği şâhidliktir. Beşinci şehâdet de eğer yalancılardan ise Allah 'in la yneti muhakkak kendisinin üstüne (olmasını ifâde etmesi)<//r..." (en-Nûr: 6-9) âyetleri olan - Kur'ân indirmişti. Peygamber, Uveymir'e:
— "Allah senin ve karın hakkında Kur'ân âyeti indirdi" dedi ve onların ikisini çağırdı.
Bu karı-koca, Peygamber'in önüne geçip birbiriyle la'netleşme yemîni yaptılar. Uveymir:
— Yâ Rasûlallah! Eğer ben bu kadını yanımda tutarsam, ben bunun aleyhine yalan söylemiş olurum! dedi de Peygamber ona ka*dınından ayrılmasını emretmeden o kadını boşayıp ayrıldı.
Artık, la'netleşme yapanlar hakkında onların birbirlerinden ay*rılmaları sünnet yânî kaanûn oldu. Peygamber meclistekilere:
— "Bu kadına bakınız! Eğer bu kadın keler fasilesinden kızılca kurt gibi kısa bir çocuk getirirse, ben Uveymir'in kadına ancak iftira ettiğini sanırım. Eğer kadın bedeni siyah, iri gözlü ve kıçının iki yanı büyük tipte bir çocuk getirirse, ben Uveymir'in kadına zina isnadın*da doğru söylediğini sanırım" buyurdu.
Sonra kadın, çocuğu sevilmeyen iş üzerine getirdi (yânî esmer,
iri gözlü hâlde getirdi; çünkü bu, âdette kadının zinasının sübütunu tazammun etmekteydi) .
36-.......İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Mâlik ibn Evs en-Nasrî ha*ber verdi. (İbn Şihâb dedi kiMuhammed ibn Cubeyr de bana bu gelecek hadîsten şöyle zikretti: Ben Mâlik ibn Evs'in yanına girdim de, oria bu hadîsi sordum. O şöyle dedi: Ben gittim, nihayet Umer'in yanma girdim. Ben onun yanında otururken, kapıcısı Yerfa, Umer'e geldi de:
—(Ey Mü'minlerin Emîri!) Usmân ibn Affân, Abduijahmân ibn Avf, ez-Zubeyr ibnu'l-Avvâm, Sa'd ibn Ebî Vakkaas geldiler, senin huzuruna girmeye izin isterler, onlara iznin var mı? dedi.
Umer:
— Evet vardır, dedi.
Onlara izin verdi. Girdiler, selâm verip oturdular. Biraz sonra Yerfa yine geldi ve:
— Alî ile Abbâs da geldiler, izin isterler, müsâade var mı? dedi. Umer onlara da izin verdi. Bunlar da girdiler. Abbâs:
— Ey Mü'minlerin Emîri! Benimle (Alî'yi işaret ederek) şu zâlim arasında hükmet! dedi ve bu ikisi birbirine kaba ve sert sözler söylediler
Orada bulunan topluluk, Usmân ve diğer arkadaşları:
— Ey Mü'minlerin Emîri, bunların aralarında hükmedip gönül*lerine huzur ve sükûn ver! dediler.
Bunun üzerine Umer:
— Sabrediniz, acele etmeyiniz! Gök ve Yer izni iradesiyle duran Allah hakkı için size sorarım: Siz bilirsiniz ki, Rasûlullah (S): "Biz peygamberler camiasının terîkesi vâris olunmaz. Bizim bıraktığımız her mal sadakadır, vakıftır!" buyurdu. Ve bu sözüyle Rasûlullah kendi*sini kasdediyordu, değil mi? dedi.
O topluluk, yânı Usmân ile arkadaşları:
— Evet, Rasûlullah böyle buyurdu! diye tasdîk ettiler. Bunun üzerine Umer, Alî ile Abbâs'a dönüp:
— Allah hakkı için size de sorarım: Rasûlullah'ın, kendisini kas-dederek böyle buyurduğunu siz de bilirsiniz, değil mi? dedi.
Alî ile Abbâs da:
— Evet, diye tasdîk ettiler. Bunun üzerine Umer:
— Şimdi ben size bu malın hukukî vaziyetini söyleyip bildire*yim! diye şöyle îzâh etti: Allah Taâlâ bu fey'de tasarrufu Rasûlul-lah'a tahsîs buyurdu. O'ndan başka kimseye bu hakkı vermedi. Çünkü sânı yüce olan Allah Kur'ân'da "Allah 'in onlardan Rasûlü 'ne verdiği fey 'e gelince; siz bunun üzerine ne ata, ne deveye binip koşmadınız. Fa*kat Allah rasûllerini dileyeceği kimselere musallateder. ABfûı herşeye hak-kıyle kaadirdir... " (ei-Haşn 6-8) buyurmuştur. Bundan dolayı bu mal*da tasarruf etme, sâde Rasûlullah'ın hakkı idi. Sonra vallahi bu mala sizden başka kimse ortak olmadı. Ve sizin zararınıza kimse tasarruf da iddia eylemedi. Rasûlullah bu fey' malının nemasını size verdi ve onu aranızda taksim edip dağıttı. Nihayet fey'den o malın aslı mah*fuz kaldı. Peygamber bu maldan ailesinin bir senelik nafakasını ayı*rır, onları infâk ederdi. Sonra bundan arta kalanı alırdı. Onu Allah'ın malı (vakıf) kılardı. (Cihâd ve hayır yollarına harcardı.) Bu malı Peygamber sağlığında böyle kullandı. Ey cemâat! Size Allah adiyle so*ruyorum: Sizler de bunu böyle biliyor musunuz? dedi. Onlar da:
— Evet, dediler.
Sonra Umer, Alî ile Abbâs'a:
— Ben sizlere de Allah adiyle soruyorum: Siz ikiniz de bunun böyle olduğunu biliyor musunuz? dedi.
Onlar da:
— Evet biliyoruz, dediler. (Umer devamla
— Sonra Allah, Peygamber'ini vefat ettirdiğinde Ebû Bekr: Ben Rasûlullah'ın vekîliyim! diye bu mallara el koydu ve Rasûlullah'ın kullandığı gibi kullandı.
Sonra Umer Alî ile Abbâs'a doğru dönerek:
— Ebû Bekr'in bu suretle muamele ettiği zamanı siz de hatırlar*sınız.
Umer dedi ki:
— Siz ikiniz o zaman Ebû Bekr'in o mal hakkında şöyle şöyle yaptığını söylüyordunuz. Allah bilir ki, Ebû Bekr bu hareketinde doğru idi, lutufkârdı, akıl ve zekâ sahibi idi. Hakka uymuştu. Sonra Allah Ebû Bekr'i vefat ettirdi. Ben de: Rasûlullah'ın ve Ebû Bekr'in hale*fiyim! dedim. Ve emaretimin ilk iki yılında bu mala el koydum. Ve Rasûlullah ile Ebû Bekr'in kullandığı gibi idare ettim. Sonra ikiniz müştereken bir kelime üzerinde birleşip bana geldiniz. İşiniz toplu olup aranızda niza yoktu. (Sizinle görüştüm. Sonra ayrı ayrı geldiniz.) Yâ Abbâs, sen bana geldin. Benden kardeşinin oğlundan isabet eden his*seni istiyordun. (Alî'yi kasdederekBu da eşinin babasından nasîbi-ne düşen hissesini istiyordu. Bunun üzerine ben size: İsterseniz bu hurmalıkları size vereyim. Allah'ın ahdi ve andı boynunuza olmak üzere siz bu malı Rasûlullah'ın, Ebû Bekr'in ve emirliğim zamanın*da benim idare ettiğimiz gibi idare ediniz. Şayet kabul etmezseniz, artık bana birşey söylemeyiniz! dedim. Bu teklifim üzerine siz de: Peki, bu şartla bize ver! dediniz. Ben de ikinize teslîm ettim. Şimdi ey ce*mâat! Allah adına yemînle sizlere soruyorum: Ben bu malı bu şartla bu ikisine teslîm ettim mi? dedi.
Topluluk:
— Evet, teslîm ettin! dediler.
Sonra Umer Alî ile Abbâs'a döndü de:
— Sizlere de Allah'a yemînle soruyorum: Ben bu malı bu suret*le sizlere teslîm ettim mi? dedi.
Onlar da:
— Evet, teslîm ettin! dediler. Umer onlara:
— (Aranızda çıkan ihtilâf üzerine) şimdi benden bunun hâricin*de bir hüküm mü istiyorsunuz? Gök ve Yer kendi izniyle, iradesiyle ayakta duran Allah'a yemîn ederim kî, ben kıyamet kopuncaya ka*dar bunun hâricinde bir hükümde bulunamam. Eğer siz idareden âciz iseniz bana geri veriniz. Ben onu sizin hesabınıza yeterlilikle idare ede*rim! dedi