Delillerin -zayıf da olsalar- kanlarda, haddlerde ve mallarda etkileri var*dır. Bunlar şunlardır: Kanlarda, yani adam öldürmedeki belirli yemin usulünde, haddlerde, la'netleşmelerde ve yolculukta yapılan vasiyetlerin neler oldu*ğu anlatılırken mallar üzerinde.
Allah Azze şu hükmü vermiştir: "Eğer iki tanık ve iki vasi mirastan haklan olduğuna dair yemin ederek zulmetmiş ve emanete ihanet et*mişlerse onların leblerine hüküm verilir. Ama işlerin iç yüzünü bilen Allah'tır." İşte kendisinden başka hiçbir şeye tabi olunamayacak hüküm bu*dur. Kan akıtma, insanları ödürme ve Allah Azze'nin cezaları konusunda ileri sürülen zayıf deliller etkilerini gösterdikleri zaman bunlarla mallar konusun*da da gerek birinci yönteme gerekse ikinci yönteme göre (yani ya yemin ya da kanıtlar yardımıyla) amel olunmalıdır. Nitekim Davud'un (as) oğlu Süley*man (as) kadının itiraf etmesine rağmen iddia ettiği çocuğun nesebinin ona ait olmadığı hükmüne varmış, o çocuğun diğer kadına ait olduğu kararını vermiş ve ona "bu senin oğlundur" demişti.
îmam Nesaî şöyle diyor: Hayrı kanıtlamak üzere şöyle şöyle yaprnası ve yapmadığı bir şeyi söylemesi hakim için bir genişlik verir. Hakim gerçeklerin itiraf edilmiş olanın aksine olduğunu anladığı zaman aleyhine hüküm'veril*miş olan mahkum kişi aksine itiraf etse de hakim hükmünü doğru şekilde vermelidir. Böyle bir yargıya varmak ortadaki delillerden istinbat ederek çı*karılan bir ilimdir.
îmam Nesaî bir başka açıklamada da bulunuyor ve şöyle diyor: Hakim verdiği hükmün bir benzerini veya daha iyisini bulduğu zaman onu değişti*rebilir ya da verdiği hükmün tam aksine bir hüküm çıkarabilir. (îlâmu'I-Mu-vakki'în îbn-i Kayyim el-Cevziyye)
Ben de diyorum ki: Bu hususta "hakimle mahkum arasında soyun atıl*ganlıkları ve malın akış yeri bulunmaktadır" diyen herhangi bir kimsenin bu sözünü benimseyebiliriz. Hakimin verdiği hüküm kendi iç dünyasında her*hangi bir niteliğini ortadan kaldırmaz. Burada ayrıca anlaşılması biraz karma*şık hassas ve yararlı bir ilim türü sözkonusudur. Bu, takibedilen yola uygun olarak eldeki verilerden yeni hükümler çıkarmak demektir. Mesela, Hz. Sü*leyman (as) çocuk meselesinde çocuğun davah-davacı olan kadınlardan han*gisinin çocuğu olduğuna karar verirken Allah Azze'nin küçücük kalbine ver*diği ve takdir ettiği şefkat ve merhametten yararlanmıştı. Bu hükmün verili*şinde kendisinden yararlanılan yeni yargılar çıkarma kuvveti kadınlardan bi*rinin ortadaki çocuğun ikiye bölünmesine razı oluşuyla belirginleşmiştir. Ni*tekim kadınlardan biri, "evet, çocuğu ikiye böl" demişti. İşte bu anlayış hiçbir zaman bir annenin çocuğu için söyleyeceği bir söz ve bir teklif değildi. Böy*le bir öneriye yalnızca bir hasetçi kimse karşısındakinin üzülmesini amaçla*yarak söylemiş olacaktı. Zira onda kendisinde olmaya bir nimet vardı. O da hırsından dolayı bu nimetin onun da elinden alınmasını istiyordu. Ortadaki durum bundan ibaret olunca Hz. Süleyman'ın (as) verdiği hüküm gibisi bu*lunamazdı. Bu olayda böylesi bir anlayış ve kavrayış gerekli idi. Hangi ha*kim olursa olsun eğer buradaki anlayış, kavrayış ve İstidlal kendisinde yoksa davalarda hüküm verirken halkın haklarını kaybettirecek elemektir. İslam şe*riatı (hukuku) bu tipten davalarla ve olaylarla doludur.