Abdullah ibn Yezîd ile Ebû Hureyre (R)
Peygamber(S)'in: "Eğer hicret olmasaydı, muhakkak ben Ensâr'dan bir kişi olurdum" buyurduğunu söylemişlerdir .
Ebû Mûsâ da Peygamber(S)'den şunu söylemiştir: "Ben rüyamda kendimi Mekke'den hurmalıkları olan bir arza hicret ediyorum gördüm. Zannım o arzın Yemâme yâhud Hecer olduğuna gitti. Bir de gördüm ki, o Medine'dir; Yesrib'dir"

117-.......el-A'meş tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû VâiPden işit*tim, şöyle diyordu: Biz (hastalığında) Habbâb'ı ziyaret ettik. O şöyle dedi: Biz, Peygamber'in izniyle Medine'ye, Allah'ın cihetini yânı nzâsım isteyerek hicret ettik. Artık ecrimiz Allah üzerine (va'di gere*ği) sabit oldu. Yoldaşlarımızdan bu hicretin ecir ve ni'metinden hiçbirşey almadan âhirete geçenler de vardır. Mus'ab ibn Umeyr bun*lardan biridir. Mus'ab, Uhud günü şehîd edildi de geriye sâdece ak ve kara çubuklu bir ihram bıraktı. Biz onu bu ihramla kefenlemeğe çalışıyorduk. Onunla başım örttüğümüzde ayakları meydana çıkıyor; ayaklarını örttüğümüz zaman da başı açığa çıkıyordu. (Bu yoksul*luk karşısında) Rasûlullah bize şehidin başını örtmemizi ve ayakları*nın üstüne de ızhır otundan bir mikdâr koymamızı emretti. Bizden kendisine hicretin meyvesi ulaşan ve bu meyveyi devşirenler de var*dır .

118-.......Alkame ibnu Vakkaas şöyle demiştir: Ben Umer(R)'den işittim şöyle dedi: Ben Peygamber(S)'den işittim, zannediyorum şöyle buyuruyordu: "Ameller niyete göredir. Artık kimin hicreti na*il olacağı bir dünyâ yâhud evleneceği bir kadından dolayı olmuş ise, işte onun hicreti, hicretine sebeb olan şeyedir. Her kimin hicreti Al*lah'a ve Rasûlü'ne yönelik ise, onun hicreti de Allah'a ve Rasûîü'-nedir .

119-.......Bana Ebû Amr eI-Evzâî,Abdete ibn Ebî Lubâbe'den;
o da Mucâhid İbn Cebr el-Mekkî'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Umer (R): "Fetihten sonra hicret yoktur" der idi.
Yahya ibn Hamza dedi ki: Ve yine bana el-Evzâî, Atâ ibn Ebî Rebâh'tan tahdîs etti. O şöyle demiştir: Ben Ubeyd ibn Umeyr el-Leysî ile beraber Âişe'yi ziyaret ettim. Biz Âişe'ye hicretten sorduk. Âişe şöyle dedi: Bu gün (yânî fetihten sonra) hicret yoktur. Vaktiyle müzminlerden herhangi biri kendisi aleyhine bir fitne yapılacağından korktuğu için, dîni ile Yüce Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne kaçar idi. Bu gün ise Allah İslâm'ı zafere ulaştırıp üstün kılmıştır. Bu gün mü'-min istediği yerde Rabb'ine ibâdet ediyor. Lâkin bu gün cihâd ve (ci-hâdda cevâb kazanma) niyeti vardır .

120-....... Hişâm şöyle demiştir: Bana babam Urve, Aışe den şöyle haber verdi: Sa'd ibn Muâz şöyle demiştir:
— Yâ Allah! Sen bilirsin ki, Rasûlü'nü yalanlayan ve O'nu va*tanından çıkaran kavim kadar kendilerine harb ve cihâd etmek iste*diğim hiçbir kimse yoktur. Yâ Allah! Öyle zannediyorum ki, Sen bizimle onların arasında harbi indirdin (yânî artık edilecek harb kal*mamıştır).
Ve Ebân ibnu Yezîd şöyle dedi: Bize Hişâm, babası Urve'den tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Bana Âişe: "Senin Peygamberini ya*lanlayan ve O'nu vatanından çıkaran Kureyş kavmi kadar kendileri*ne (karşı) harb etmek istediğim hiçkimse yoktur" şeklinde haber ver*di

121-.......Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) kırk yaşında peygamber gönderildi. Kendisine vahyedilir hâlde Mekke'de onüç sene ikaamet etti. Sonra hicretle emrolunup Medi*ne'ye hicret etti. On yıl da orada ikaamet etti. Kendisi altmışüç ya*şında iken öldü.

122-....... Abdullah ibn Abbâs (R) -bu senedle gelen hadîste-:
Rasûlullah (S), Mekke'de (vahy geldikten sonra) onüç sene eğlendi. Kendi altmışüç yaşında iken de (Medîne'de) vefat etti, demiştir.

123-.......Bana İmâm Mâlik, Umer ibn Ubeydillah'ın âzâdlısı Ebu'n-Nadr'dan; o da Ubeyd'den, yânî İbn Huneyn'den; o da Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah (S) minber üzerine oturdu ve:
— "Şübhesiz bir kul var ki, Allah onu dünyânın güzelliğinden kendisine dilediği kadar vermekle, kendi yanındaki âhiret atıyyeleri arasında muhayyer kıldı; o kul da Allah katında olan şeyleri tercih etti" buyurdu.
Bu söz üzerine Ebû Bekr ağladı ve:
— Babalarımız, analarımız Sana feda olsun, dedi.
Biz Ebû Bekr'in bu sözlerine hayret ettik. İnsanlar da hayret edip:
— Bu şeyhe bakınız! Rasûlullah, Allah'ın dünyâ güzelliğinden vermekle kendi yanında olan şeyler arasında muhayyer kıldığı bir kul*dan haber veriyor; bu şeyh de: Babalarımızı, analarımızı Sana feda ettik diyor! dediler.
Meğer Rasûlullah, o muhayyer kılınan kul imiş; Ebû Bekr de bu*nu hepimizden iyi bilen imiş. Rasûlullah (S):
— "Şübhesiz arkadaşlık hususunda da, mal harcama hususun*da da insanların bana en çok vergilisi olan Ebû Bekr'dir. Ümmetim*den birini kendime halîl edinecek olaydım, muhakkak Ebû Bekr'i edinirdim, lâkin islâm yüzünden olan kardeşlik ve sevgi (şahsî dost*luktan üstündür). Mescid'de Ebû Bekr'in küçük kapısından başka kapanmadık hiçbir kapı kalmasın" buyurdu .

124- Bize Yahya ibn Bukeyr tahdîs etti: Bize el-Leys, Ukayl ibn Hâlid'den tahdîs etti: îbnu Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, Peygamber'in zevcesi Âişe (R) şöyle demiş*tir : Ben babamla anamın İslâm Dîni'ni dîn edinmiş olmayarak ya*şadıklarım hiç hatırlamadım. O zamanlarda Rasûlullah'ın gündüzün iki tarafında, sabah akşam bize gelmediği hiçbir günümüz geçmezdi. Müslümanlar (Kureyş müşrikleri tarafından) belâya, işkenceye uğra*tılınca (Rasûlullah sahâbîlerine hicret için izin vermiş), Ebû Bekr de Habeş diyarı tarafına hicret etmek üzere (Mekke'den) çıkmıştı. Ebû Bekr Berku'l-Gımâd mevkiine ulaşınca kendisine İbnu'd-Dağıne ka*vuştu. İbnu'd-Dağme Kaare kabilesinin seyyididir . Ebû Bekr'e:
— Yâ Ebâ Bekr, nereye gitmek istiyorsun? diye sordu. Ebû Bekr de:
— Beni kavmim(in ezası) çıkardı. Arzda yürüyüp seyahat etmek ve Rabb'ime ibâdet etmek istiyorum, dedi.
Îbnu'd-Dağme:
— Yâ Ebâ Bekr, senin gibi bir zât yurdundan çıkmaz ve (başka*ları tarafından) çıkarılmaz. Çünkü sen herkeste bulunmayan (en de*ğerli) bir malı ihsan edersin, hısımlarını ziyaret edip onlarla ilgilenirsin, işini görmekten âciz olan aile ferdlerinin yükünü çekersin, misafiri ağırlarsın, hakk engellerine karşı yardım edersin. Şimdi ben senin için bir koruyucuyum. Haydi Mekke'ye dön de kendi beldende Rabb'ine ibâdet et, demiştir.
Bunun üzerine Ebû Bekr geri dönmüş, İbnu'd-Dağme de kendisiyle beraber yollanmıştır. (Mekke'ye gelince) İbnu'd-Dağıne o ak*şam Kureyş'in şeriflerini dolaşmış ve onlara:
— Şübhesiz Ebû Bekr gibi biz zât memleketinden çıkmaz ve çı*karılmaz. Sizler şu yüksek sıfatlan olan bir adamı memleketinden çı*karır mısınız; o, kimsede bulunmayan en kıymetli malı ihsan eder; o, hısımlara ziyaret edip onlarla ilgisini devam ettirir; o, aile yükünü çeker; o misafiri ağırlar; o, hakk yolunda meydana gelen hâdiselerde insanlara yardım eder, dedi.
Ve böylece Ebû Bekr'i korumasına aldı. Kureyş de İbnu'd-Dağme'nin Ebû Bekr'i emânına almasını reddetmedi. Hakkındaki bu sözlerini yalanlamadı. Kureyş ileri gelenleri İbnu'd-Dağıne'ye hita*ben:
— Sen Ebû Bekr'e emret! O, kendi evinde Rabb'ine ibâdet et*sin, orada namaz kılsın, ne dilerse okusun! Fakat okuduğu ile bize ezâ vermesin, okumasını açıktan yapmasın! Çünkü biz, kadınlarımı*zı ve oğullarımızı fitneye düşürmesinden korkarız, dediler.
İbnu'd-Dağıne Kureyş'in bu sözlerini Ebû Bekr'e söyledi. Ebû Bekr de bu şartlara göre evinde Rabb'ine ibâdet etmek, namazını açıktan kılmamak, evinin dışında Kur'ân okumamak suretiyle ikaamet etti.
Bir zaman sonra Ebû Bekr için bunun zıddı bir re'y hâsıl oldu da evinin önünde bir mescid yaptı. Burada namaz kılmaya ve Kur'*ân okumaya başladı. Bunun üzerine.müşriklerin kadınları ve çocuk*ları Ebû BekrMn ibâdet ve kıraatine hayret ederek, ona bakmak için birbirlerini itiyor ve onun üstüne atılıp düşüyorlardı. Ebû Bekr ince yürekli ve çok ağlar bir adamdı. Kur'ân okuduğu zaman gözyaşları*nı tutamazdı. Ebû Bekr'in bu hâli, Kureyş müşriklerinin ileri gelen*lerini korkuttu da, onlar İbnu'd-Dağıne'ye haber gönderdiler. İbnu'd-Dağıne de onların yanına geldi. Kureyş:
— Biz Ebû Bekr hakkında senin onu himayene, evinde Rabb'i*ne ibâdet etmek üzere müsâade etmiştik. Ebû Bekr ise bu sınırı geçe*rek evinin önünde bir mescid yapmış, içinde aşikâre namaz kılmağa ve Kur'ân okumağa başlamıştır. Doğrusu biz, kadınlarımızın ve oğul*larımızın fitneye düşmelerinden korkmuşuzdur. Artık sen Ebû Bekr'i bundan nehyet! Eğer Ebû Bekr, Rabb'ine kendi evinde ibâdet etmekle yetinirse ibâdet etsin. Eğer dayatır da muhakkak namaz ve kıraatini i'lân etmek isterse, ona verdiğin ahd ve emânını sana geri vermesini iste! Emîn ol ki, biz sana verdiğimiz sözden caymayı çirkin gördük. Fakat biz, Ebû Bekr'in aşikâre ibâdet etmesine de söz vermiş değiliz, dediler.
Aişe şöyle dedi: Bunun üzerine Îbnu'd-Dağıne, Ebû Bekr'e gel*di de:
— Benim sana nasıl bir husus üzerine akd yapıp söz vermiş ol*duğumu iyice bilmişsindir. Şimdi sen ya o husus üzerinde yetinirsin,
yâhud da benim ahd ve emânımı bana geri verirsin! Emîn ol ki ben bir kimseye verdiğim emânımı bozmuş olduğumu Arab milletinin işit*mesini arzu etmem, dedi.
Bunun üzerine Ebû Bekr:
— Ben artık senin himayeni sana geri veriyorum! Ben Azız ve Celîl olan Allah'ın himayesine razıyım (O'na sığınıyorum), dedi.
Peygamber (S) o gün Mekke'de bulunuyordu. Peygamber, müslü-mânlara:
— "Sizin hicret edeceğiniz yurt, iki kara taşlık arasında hurma*lıkları olan bir şehir olduğu bana rü'yâmda gösterildi" buyurdu.
Bu hadîsteki "İki lâbe", "İki kara taşlık"tır. Peygamber'in bu sözü ve teşviki üzerine Medine tarafına hicret edenler hicret etmişti. Habeşistan'a hicret edenlerin çoğu da (Mekke yoluyla) Medîne'ye dö*nüp gelmişlerdi. Ebû Bekr de Medine tarafına hicrete hazırlanmıştı. Fakat Rasûlullah ona:
— "Sabret! Bana da (hicret için) izin verilmesini umarım" bu*yurdu.
Ebû Bekr de:
— Babam sana feda olsun, böyle bir izin gelmesini umar mısın? diye sordu.
Rasûlullah:
— "Evet umarım" diye tasdîk buyurdu.
Bu sebeble Ebû Bekr de Rasûlullah'a hicrette arkadaşlık etmek üzere hemen hareket etmekten kendini men' etti. Aynı zamanda Ebû Bekr evinde bulunan en kuvvetli iki hecin devesini dört ay, talh ağacı yaprağı ile ev içinde besledi, (onlan dışarıya salıvermedi). Semur yap*rağı, silkilip kurutulmuş yapraklardır.
İbn Şihâb şöyle dedi: Urve dedi ki, Âişe şöyle demiştir: Bir gün biz zeval vaktinin ilk saatinde (en sıcak zamanda) Ebû Bekr'in evin*de oturuyorduk. Ev halkından biri Ebû Bekr'e:
— İşte Rasûlullah, bize gelmesi mu'tâd olmayan bir saatte, ba*şını bir sargı ile sarmış olarak geliyor! dedi.
Ebû Bekr de:
— Babam, anam O'na kurbân, vallahi mühim bir hâdise olma*dıkça bu saatte gelmek âdeti değildi, dedi.
Âişe, rivayetine devam ederek dedi ki: Rasûlullah geldi, izin is*tedi. Kendisine içeri girme izni verilip buyurun denildi. Bunun üzeri*ne evimize girdi. Müteakiben Peygamber, Ebû Bekr'e:
— "Yanında bulunanları dışarı çıkar!" buyurdu.
Ebû Bekr de (beni, annem Ümmü Rûmân'ı ve kızkardeşim Es-mâ'yı kasdederek):
— Babam Sana kurbân yâ Rasûlallah! Onlar Senin ehlin ve mah*remindir (yabancı yoktur), dedi.
Rasûlullah:
— "Bana (Mekke'den Medine'ye) çıkmakhğım için izin verildi"
dedi.
Ebû Bekr de:
— Yâ Rasûlallah, babam Sana kurbân oisun! Ben de sohbeti*nizde ve maiyyetinizde bulunmak isterim, dedi.1
Rasûlullah:
— "Evet (sen de beraberimde olacaksın)" buyurdu.
Ebû Bekr:
— Babam Sana kurbân yâ Rasûlallah, şu iki binek devemden
birini beğen al! dedi. Rasûlullah:
— "Ancak bedeliyle alırım" buyurdu .
Âişe dedi ki: Biz Rasûlullah ile Ebû Bekr'in sefer gereklerini çar*çabuk hazırladık. Her ikisi için deriden bir dağarcık içinde bir mik-dâr azık düzenleyip koyduk. Dağarcığın ağzı bağlanacağı sıra Ebû Bekr'in kızı Esma, belinin kuşağından bir parça yırtıp ayırdı da, onun*la dağarcığın ağzını bağladı. Bundan dolayı Esmâ'ya "Zâtu'n-Nitâk" -Kuşmeyhenî rivayetinde: "Zâtu'n-Nitâkayn( İki kuşaklı)"- diye isim takıldı .
Âişe dedi ki: Sonra Rasûlullah ile Ebû Bekr Sevr Dağı'ndaki bir mağaraya ulaştılar ve orada üç gece gizlendiler .Her gece yanlarında Ebû Bekr'in oğlu Abdullah gecelerdi. Abdullah maharetli, çabuk an*layışlı taze bir gençti. Seher vakti Rasûlullah ile Ebû Bekr'in yanından çıkar, Mekke'de gecelemiş gibi Kureyş ile sabahlardı. Abdullah, Ra*sûlullah ile Ebû Bekr hakkında Kureyş müşriklerinin hilelerinden duy*duğu şeyleri ezberler, tâ karanlık basınca gelir, Rasûlullah ile babasına haber verirdi. Ebû Bekr'in kölesi Âmir ibn Fuheyre (o civarda) bol sütlü sağmal koyun sürüsü otlatır ve akşamdan bir müddet geçtiğin*de o sürüyü Rasûlullah ile Ebû Bekr'in yanlarına getirirdi. Onlar da sağıp taze süt içerek gecelerlerdi. O süt, kendi sağmallarının sütü idi. Ve içine kızgın taş konularak ısıtılmış (ve biraz pişirilmiş) idi. Niha*yet gecenin sonunda Âmir ibn Fuheyre (mağaranın önüne gelir), sağmal koyunlara seslenir, tekrar otlatmaya götürürdü. Rasûlullah ile Ebû Bekr'in mağarada bulundukları üç gecenin hepsinde Âmir süt işini böyle te'mîn etmiştir.
Rasûlullah ile Ebû Bekr (Mekke'de iken) Abd ibnu Adiyy oğul*ları olan ed-Dîl oğulları'ndan yol kılavuzluğunda maharetli (Abdul*lah ibn Ureykıt adında) bir kişi îcâr etmişlerdi. Bu adam Âs ibn Vâil es-Sehmî ailesi hakkında yemînli dost olmak üzere elini kana batır*mıştı . Bu zât hâlâ da Kureyş kâfirlerinin dîni üzere idi. Fakat doğ*ruluğuna emniyet ve i'timâd ederek Rasûlullah ile Ebû Bekr, develerini ona teslim etmişler ve üç gece sonra develeriyle beraber Sevr Dağı'*ndaki mağarada buluşmak üzere va'dleşip muahede etmişlerdi, bu kılavuz kişi Rasûlullah ile Ebû Bekr'in develeriyle üçüncü gecenin sa*bahında Sevr'e, onların yanına geldi. Rasûlullah ve Ebû Bekr'le be*raber Âmir ibn Fuheyre ve kılavuz Abdullah ibn Ureykıt da yollandı*lar. Kılavuz yolcuları alıp sahiller yolunu ta'kîb ederek Medine'ye git*mek üzere hareket ettiler.
İbn Şihâb şöyle demiştir : Bana Abdurrahmân ibn Mâlik el-Mudlicî -ki o, Surâka ibn Mâlik ibn Cu'şum'un erkek kardeşidir- haber verdi. Ona da babası Mâlik, Surâka ibn Cu'şum'dan şöyle derken işittiğini haber vermiştir: (Hicret kaafilesi Mudlic oğullan sınırından geçtiği sırada) Kureyş kâfirlerinin etrafa saldıkları elçileri bize geldi. Mekkeliler Rasûlullah ile Ebû Bekr'den herbirini öldüren veya esîr eden kimse için ayrı ayrı mükâfat ta'yîn ediyorlardı,
Surâka dedi ki: Bu günlerde ben, kavmim Mudlic oğulları'nın toplantılarından birisinde oturuyordum. Bu sırada Kureyş adamla*rından bir kişi çıkageldi. Biz otururken o ayakta dikildi de:
— Yâ Surâka! Ben biraz önce sahile doğru yollanan birkaç yol*cu karaltısı gördüm. Öyle sanıyorum ki, bunlar Muhammed ile sahâbîleridir, dedi.
Surâka dedi ki: Ben derhâl bu adamın anlattığı yolcuların Mu*hammed ile sahâbîleri olduğunu anladım. Fakat (ondan saklamak için) ona:
— Gördüğün karaltılar Muhammed'le sahâbîleri değildir. Lâ*kin sen Fulân ve Fülân kişileri görmüş olacaksın! Şimdi onlar bizim gözlerimiz önünden geçip gittiler, kendilerine âid bir kayıp arıyor*lar, dedim.
Sonra (hareketimi meclistekilere sezdirmemek için) bir müddet daha mecliste eğlendim. Sonra kalkıp evime girdim. Cariyeme atımı alıp çıkarmasını ve yüksek tepenin arkasında beni beklemesini em*rettim. Ben de kargımı alarak evimin arka tarafından çıktım. Ve kar*gımın (parıltısını gizlemek için) alt tarafını yerde sürüklemiş, üst tarafını da aşağıya doğru tutmuştum. Nihayet atımın yanma geldim, üstüne bindim ve beni gayeme yaklaştırması için hayvanı dört nala kaldırdım. Sonunda Rasûlullah ile sahâbîlerine yetişip yaklaştım. Bu sırada atım sürçüp kapaklandı. Ben de atımdan düştüm . Fakat he*men toparlanıp kalktım ve elimi ok kuburumun içine uzattım, on*dan fal kalemlerini çıkardım . Muhammed'le sahâbîlerine zarar verir miyim, yoksa vermez miyim? diye onlarla fal baktım. Fal neti*cesinde hoşlanmadığım şey (yânî zarar veremeyeceğim hususu) çıktı. Bunun üzerine ben yine atıma bindim. Fal oklarının aykırı çıkması*na rağmen, ben onlara isyan edip, atımı yine dört nala kaldırdım. At beni onlara yaklaştırıyordu. Nihayet Rasûlullah'ın okuduğunu işit*tim. Rasûlullah arkasına dönüp bakmıyordu. Ebû Bekr ise arkasına çok dönüp bakıyordu. Rasûlullah'ın okuduğunu işittiğim sırada atı*mın iki ön ayağı yere (kum içine) battı. Hattâ bu batış dizlerine ka*dar erişti. Ben de attan düştüm. Sonra ben hayvanı kalkmağa zorladım. O da kalkmağa çalıştı. Fakat bir türlü ayaklarını çıkarma*ya gücü yetişmedi. Hayvan (zorlukla homurdanarak) kalkıp doğru*lunca da hemen iki ayağının gömülen izinden göğe doğru ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı. Bunun üzerine ben fal oklarıyle tek*rar fal baktım. Yine hoşlanmadığım surette çıktı. Sonra ben Muham*med'le sahâbîlerine:
— el-Emân! diye haykırdım .
Bunun üzerine durdular. Ben de atıma binerek tâ yanlarına vardun. Rasûlullah ve sahâbîlerini taarruzumdan koruyan bunca hâri*kalarla karşılaştığım şu anda gönlümde kesin bir kanâat hâsıl oldu ki, Rasûlullah'ın işi ve peygamberlik da'vâsı yakında zahir olup za*fere ulaşacaktır. Bu kanâat üzerine O'na:
— Kavmin Kureyş, Sen'in öldürülmen veya esîr alınman hak*kında mükâfat ta'yîn etmişlerdir, dedim.
Ve Kureyş'in, kendisine ve sahâbîlerine karşı ne kadar fenalık yapmak istediklerini birer birer onlara haber verdim. Ve kendilerine yol azığı ve yol metâ'ı arzettim. Fakat benden birşey almadılar ve hiç-birşey de almak istemediler. Yalnız Rasûlullah bana:
— "(Yâ Surâka!) Bizim yolculuğumuzu gizle!" dedi.
Bunun üzerine ben Rasûlullah'tan hakkımda bir emânnâme yaz*masını istedim. Rasûlullah da Âmir ibn Fuheyre'ye emretti. Âmir de bir deri parçasına yazıp verdi. Bundan sonra Rasûlullah, maiyyetiyle yoluna devam etti .
İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber ver*di ki, Rasûlullah yolda müslümânlardan deve süvârîsi bir kaafile içinde gelmekte olan Zubeyr ibnu'l-Avvâm'a kavuştu. Bu kaafile Şam'*dan gelmekte olan tacirlerdi. Zubeyr, Rasûlullah ile Ebû Bekr'e be*yaz maşlahlar giydirdi .
Medine'de müslümânlar, Rasûlullah'ın Mekke'den yola çıktığı*nı işitmişler ve karşılamak için her sabah kuşluk vakti Harre mevkii*ne çıkarak öğle sıcağı basıncaya kadar Rasûlullah'ın gelmesini bekliyorlardı. Yine bir gün müslümânların beklemeleri uzadıktan sonra dönmüşlerdi. Evlerine girdikleri sırada Yahûdîler'den bir kişi, ken*disine âid bir işe bakmak üzere Yahûdî kulelerinden bir kulenin üs*tüne çıkıp yüksekten uzaklara bakmakta iken, Rasûlullah ile sahâbî-lerini, beyazlar giymiş oldukları hâlde -sıcaktan meydana gelen serap ve sis manzaralarını yararak geldiklerini gördü. Artık Yahûdî bu muh*teşem gelişi saklamaya muktedir olamayarak, yüksek sesiyle:
— Ey Arab cemâati! Beklemekte olduğunuz nasibiniz ve devlet*liniz işte geliyor! diye haykırdı.
Bu sesi işiten bütün müslümânlar, silâhlarına sarılarak evlerin*den fırlayıp Rasûlullah'ı karşılamaya koştular. Ve Harre denilen ka*ra taşlık yolunda Rasûlullah'a kavuştular. Rasûlullah şimdi maiyyetiyle ve karşılayıcılarıyle Medine'nin sağ tarafına (Kubâ yönüne) doğru meyledip yollandı. Nihayet Rasûluîlah, maiyyetiyle beraber Harise oğullarından Amr ibn Avf ailesinin yurduna indi. Ve onlara (onla*rın başında bulunan Kulsüm ibn Hıdm'e) misafir oldu. Küba'ya va*rış rebîu'İ-evvel ayının bir pazartesi gününe tesadüf etmişti .
Karşılayıcılara karşı kabul merasimini Ebû Bekr yapmış ve ko*nuşmuştu. Rasûlullah ise sükût edip bir tarafa oturmuştu. Hattâ En-sâr'dan Rasûlullah'ı evvelce görmeyerek Küba'ya gelenler, Ebû Bekr'i (Şâm ticâreti münâsebetiyle) tanıdıklarından, evvelâ ona selâm veri*yorlardı. Tâ ki, Rasûlullah'a güneş isabet edip de hemen Ebû Bekr varıp, kendi ridâsıyle Rasûlullah'ıri üzerine gölgelik yapınca, o za*man Rasûlullah'ı herkes tamdı.
Rasûlullah, Amr ibn Avf oğulları'nda on küsur gece misafir kaldı. Bu müddet zarfında Takva üzerine kurulan mescid kuruldu ve Rasû*lullah ve mescid içinde namaz kıldı .
Sonra Rasûlullah devesine bindi. Muhacirler'den ve Ensâr'ın karşıiayıcılarından meydana gelen bir kalabalık, beraberinde yürümek suretiyle, sevinç gösterilen yaparak Medine'ye hareket etti. Nihayet Medine'ye vardığında devesi, Rasûlullah'ın Medine'deki mescidinin yerinde çöktü. Burasını müslümânlar o sırada namaz kılma yeri edin*mişlerdi. Daha evvel de Sa'd ibn Zurâre'nin terbiyesinde bulunan Sü*heyl ve Sehl adlı iki yetîm çocuğa âid olup hurma kurutacak harman yeri idi. Rasûlullah'ın devesi bu arsaya gelip çökünce, Rasûlullah:
— "înşâallah burası bizim menzilimiz ve makaamımızdır" bu*yurdu.
Bilâhare Rasûlullah, bu iki genci da'vet edip, burasını mescid yapmak üzere değer bahâsıyle onlardan satın almak istedi. Gençler:
— Yâ Rasûlallah, burasını biz Sana bağışlarız, dediler.
Fakat Rasûlullah, çocuklardan hibe suretiyle almak istemedi. Ni*hayet ta'yîn edilen bir bedelle satın aldı. Sonra mescidi bina etti. Mes*cidin inşâsı sırasında Rasûlullah, sahâbîleriyle beraber mescid duvarlarına kerpiç taşımaya başladı. Taşırken de şu beyitleri okudu:
Haza '1-hımâlu lâ hımâle Hayber Hazâ eberru Rabbena ve athar
İnne '1-ecre ecru 'î-âhıre Ferhami'î-Ensâra ve'î-Muhâcire (- Ey Rabbimiz, yüklenip taşıdığımız şu balçıktan düzülmüş ham kerpiç yükü, Hayber'in hurma hamulesi değildir. Bu ondan daha ha*yırlı ve daha temizdir. Şübhesiz ki hayırlı ücret, âhiret ücretidir. Yâ Rabb, sen Ensâr'a ve Muhâcirler'e merhamet eyle) diyordu..
Rasûlullah, müslümânlardan ismi bize bildirilmeyen bir şâirin şiirini misâl olarak inşâd etmiştir.
İbn Şihâb ez-Zuhrî: Rasûlullah'ın bu beyitten başka tam bir şii*rin bir beytine misâl olarak getirip inşâd ettiği, hadîslerde bize ulaş*madı, demiştir .

125-.......Hişâm, babası Urve'den ve Fâtıma bintu'l-Munzir'den; onlar da Esmâ(R)'dan tahdîs etmiştir (Esma şöyle demiştir): Ben Peygamber (S) ile Ebû Bekr için Medine'ye gitmek istedikleri zaman bir sofra hazırladım. Babama:
— Sofranın ağzını bağlayacak, kuşağımdan başka birşey bula*mıyorum, dedim.
Babam:
— Kuşağını ikiye böl, dedi.
Ben de öyle yaptım da işte bundan dolayı ben "Zâtu'n-Nıtâkayn = İki kuşaklı" diye isimlendirildim .

126-.......Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim, o şöyle dedi: Peygamber (S) Medine'ye yönelip hareket ettiği zaman, yolda kendisim Surâka ibnu Mâlik ibn Cu'şum ta'kîb etti. Peygamber de onun aleyhine beddua etti. Bunun üzerine onun atı*nın ayakları yere battı. Surâka, Peygambere:
— Benim için Allah'a duâ et, ben sana zarar vermeyeceğim, de*di.
Peygamber de onun lehine duâ etti.
Râvî dedi ki: Rasûlullah yolda susadı da bir çobana uğradı. Ebû Bekr:
— Ben bir kap alıp onun içine az bir mikdâr süt sağdım, onu Peygamber'e getirdim ve kendisi bundan içti; ben de bundan hoşnûd oldum, demiştir .

127- Bana Zekeriyyâ ibn Yahya, Ebû Usâme'den; o da Hişâm ibn Urve'den; o da babası Urve'den; o da Esmâ(R)'dan olmak üzere tahdîs etti. Esma (Mekke'de iken) oğlu Abdullah ibnu'z-Zubeyr'e hâmile olmuştu. Esma dedi ki: Ben gebelik müddetini tamamlamış olarak Mekke'den çıktım ve Medine'ye geldim, Küba'ya indim. Abdullah'ı orada doğurdum. Sonra onu Peygamber'e getirdim de kucağına koydum. Bunun üzerine Rasûlullah bir hurma istedi. Onu çiğnedikten sonra çocuğun ağzına tükürdü. Bu suretle oğlumun midesine ilk inen şey, Rasûlullah'm tükrüğü oldu. Sonra Rasûlullah bir hurma çiğnemiyle çocuğun damağını oğdu. En sonra çocuğa duâ etti, ona bereket ve saadet diledi. Ve böylece Abdullah ibnu'z-Zubeyr (hicretten sonra Medine'deki) müslümân aileleri içinde ilk doğan çocuk oldu.
Bu hadîsi Alî ibn Mushir'den; o da Hişâm'dan; o da babası Ur*ve'den; o da Esma'dan senediyle rivayet etmekte Zekeriyyâ ibnu Yah-yâ'ya.Hâlid ibn Mahled mutâbaat etmiştir. Bunda: Esma, Peygam-ber'in yanına gebe olarak hicret etti, ifâdesi vardır .

128-.......Âişe (R) şöyle demiştir: (Medine'de) İslâm içinde ilk doğan çocuk Abdullah ibnu'z-Zubeyr'dir. Onu Peygamber'e getir*diler, Peygamber bir hurma aldı da onu çiğnem yaptı, sonra da onu çocuğun ağzının içine soktu.. Böylece çocuğun karnına ilk giren şey, Peygamber'in tükrüğüdür .

129-.......Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Allah'ın Peygam*beri Mekke'den Medine'ye, Ebû Bekr'i bineğinin arkasına bindirmiş olarak geldi. Ebû Bekr, (saç ve sakalı ağardığından) ihtiyar (görünü*yor, ticâret için gelip gittiğinden de) tanınıyordu. Allah'ın Peygam*beri ise (saçı ağarmadığmdan) genç görünüyor, tanınmıyordu.
Râvî dedi ki: Herhangi bir kimse Ebû Bekr'le karşılaşır da:
— Yâ Ebâ Bekr! Şu önündeki adam.kimdir? diye sorar. O da:
— Bu adam beni doğru yola hidâyet eden kimsedir, diye cevâb verirdi.
Zanneden kimse, Ebû Bekr'in bu sözle ancak maddî olan yolu kasdettiğini sanır. Hâlbuki Ebû Bekr bu sözündeki yol ile, ancak ha*yır yolunu kasdediyordu. Ebû Bekr bir ara arkasına döndü ve birden kendilerine yetişmiş olan bir süvariyi (yânî Surâka'yı) gördü. Bunun üzerine:
— Yâ Rasûlallah, işte bir süvari bize yetişti, dedi. Allah'ın Peygamberi geriye döndü de:
— "Yâ Allah! Onu düşür" dedi.
Bu duâ üzerine at onu yere attı. Sonra at homurdanarak ayağa kalktı.. Bu düşme ardından Surâka:
— Ey Allah'ın Peygamberi, ne dilersen emret, dedi. Peygamber ona: . .
— "Sen yerinde dur, arkamızdan bize yetişecek hiçbir kimseyi bırakma" buyurdu.
Râvî Enes dedi ki: (Ne garîbdir ki) Surâka bir gündüzün evve*linde Allah'ın Peygamberi aleyhine çalışan, O'nun canına kasdeden bir kimse iken, o gündüzün sonunda O'nun hayâtını müdâfaa eden bir silâh mesabesinde olmuştur!
Nihayet Rasûlullah Harre tarafında konak etti. Oradaki ikaa-metinden sonra Ensâr'a (yânı dayıları olan Neccâr oğullan'na) haber gönderdi. Onlar silâhlanarak Allah'ın Peygamber'ine ve Ebû Bekr'e geldiler de, bunlar selâm verdiler ve:
— (Buyurunuz!) Düşmanlarınızdan emîn, dostlarınız tarafından itaat edilmiş iki kimse olarak develerinize bininiz, dediler.
Bunun üzerine Allah'ın Peygamberi devesine bindi. Ebû Bekr de arkasında, deve üstünde vaziyet aldı. Bu silâhlı kuvvetler, Pey-gamber'le Ebû Bekr'in develeri çevresini kuşattılar. (Bu suretle dü*zülen kaafile Medine'ye doğru yollandı.) Bu sırada Medine'de:
— Allah'ın Peygamberi geldi, Allah'ın Peygamberi geldi! denil*di.
Artık herkes yükseklere çıkıp O'na bakıyor ve:
— Allah'ın Peygamberi geldi, Allah'ın Peygamberi geldi! diyorlar ve sevinç gösterileri yapıyorlardı.
Bu sevinç içinde ilerleyip gelen Peygamber, nihayet Ebû Eyyûb'un evinin yanına indi. Şu muhakkak ki, Peygamber orada kendi ailesi ferdlerine bâzı sözler söylüyordu. Tam bu esnada O'nun konuşması*nı Abdullah ibn Selâm işitti. Kendisi, ailesine âid olan bir hurmalık*ta onlara hurma topluyor hâldeydi. Hemen onlar için toplamakta olduğu hurmaları orada bırakıvermeye acele etti de topladığı hurma*lar beraberinde olarak Peygamber'in yanma geldi. Allah'ın Peygam*beri 'nden ilk defa olarak konuşmasını işitti. Sonra tekrar kendi ailesi*nin yanına döndü.
Allah'ın Peygamberi devesinden indikten sonra (Abdulmuttalib'in anası Selmâ kadın yönünden hısımlarını kasdederek):
— "Hısımlarımız evlerinden hangisinin evi daha yıkındır?" di*ye sordu.
Neccâr oğullarından Ebû Eyyûb:
— Ey Allah'ın Peygamberi, benim evim yakındır! îşte şu, evim*dir, şu'da kapısıdır, diye gösterdi.
Peygamber:
— "Öyle ise haydi git de bizim için yatıp istirahat edecek bir yer hazırla!" buyurdu.
Ebû Eyyûb hemen gidip geldi de Peygamber'le Ebû Bekr'e hita*ben:
— Yüce Allah'ın bereketi üzerine ikiniz de kalkıp buyurunuz! dedi.
Allah'ın Peygamberi Ebû Eyyûb'un evine gelince, Abdullah ibn Selâm da geldi ve şunları söyledi:
— Şehâdet ederim ki, sen Allah'ın Rasûlü'sün ve sen hiç şübhe-siz hakkı getirdin. Yahudiler benim kendilerinin seyyidi ve seyyidle-rinin oğlu olduğumu, onların en bilgilisi ve en bilginlerinin oğlu olduğumu bilmişlerdir. Onları çağır da, onlar benim müslümân ol*duğumu bilmeden Önce, beni onlardan sor (mevki'imi tezkiye ve tas-dîk ettir). Çünkü Yahudiler eğer benim müslümân olduğumu bilirlerse, benim hakkımda bende bulunmayan şeyler söyleyip bana iftira eder*ler, dedi.
Bunun üzerine Allah'ın Peygamberi (Abdullah ibn Selâm'ı bir tarafa gizledikten sonra) Yahûdîler'e haber gönderip çağırdı. Yahu*diler gelip huzuruna girdiklerinde, Rasûlullah (S):
— "Ey Yahûdîcemâati, size veyl olsun, Allah'a ittıkaa ediniz. Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemîn ederim ki, sizler be*nim Allah'ın hakk rasûlü olduğumu ve benim hakkdîni getirmiş ol*duğumu muhakkak pek iyi bilmektesinizdir. Onun için müslümân olunuz" buyurdu.
Yahudiler:
— Biz senin peygamber olduğunu bilmiyoruz, dediler.
Bu sözü Peygamber'e üç defa söylediler. Sonra Peygamber on*lara:
— '-Sizin içinizde Abdullah ibn Selâm var, o nasıl adamdır?" diye sordu.
Yahudiler:
— O bizim seyyidimiz ve seyyidimizin oğludur; en bilgilimiz ve en bilgilimizin oğludur, dediler.
Peygamber:
— "Abdullah ibn Selâm müslümân olursa sizler ne dersiniz?'' diye sordu.
Yahudiler:
— Hâşâ Allah'a! Abdullah ibn Selâm hiçbir vakit müslümân ol*maz! dediler.
Peygamber yine:
— "Abdullah ibn Selâm müslümân olursa sizler ne dersiniz?" buyurdu.
Yahudiler:
— Hâşâ Allah'a! Abdullah hiçbir vakit müslümân olmaz! dedi*ler.
Peygamber üçüncü defa:
— "Abdullah ibn Selâm müslümân olursa sizler ne dersiniz?" diye sordu.
Yahudiler de üçüncü defa:
— "Hâşâ Allah'a! Abdullah ibn Selâm hiçbir vakit müslümân olacak değildir, dediler.
Bu sefer Peygamber, Abdullah ibn Selâm'a hitaben:
— "Yâ İbne Selâm, bulunduğun yerden bunların önüne çık!" buyurdu.
Abdullah, saklı bulunduğu yerden çıkarak:
— Ey Yahûdî cemâati! Allah'tan itükaa edip korkun! Kendisin*den başka hiçbir ilâh olmayan Allah'a yeminle söylüyorum ki, sizler O'nun Allah'ın Rasûlü olduğunu ve O'nun hakk dîn getirdiğini mu*hakkak iyi bilmektesiniz, dedi.
Yahudiler de ona karşı:
— Sen yalan söyledin, dediler.
Bu çelişkili sözleri üzerine Rasûlullah, Yahûdîler'i huzurundan dışarı çıkardı

130-.......ibn Cureyc şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibn Umer, Nâfi'den; yânî o da İbn Umer'den haber verdi; o şöyle demiştir: Umer ibnu'l-Hattâb (R) ilk Muhâcirler'e Beytu'l-mâlden dört mevsim ve*ya dört yılda dörtbin dirhem ta'yîn etti. İbn Umer için de üçbinbeş-yüz dirhem ta'yîn etti.
Umer ibnu'l-Hattâb'a:
— İbn Umer de Muhacirler'dendir; onun tahsisatını dörtbinden niçin eksilttin? denildi.
Bunun üzerine Umer:
— İbn Umer'i ancak ana-babası hicret ettirmişlerdir, deyip: O kendi kendine muhacir olan kimse gibi değildir, gerekçesini söylü*yordu .

131-.......Buradaki iki ta'rîkten birinde el-A'meş şöyle demiş*tir: Ben Şakîk ibn Seleme'den işittim, şöyle dedi: Bize Habbâb tah-dîs edip şöyle dedi: Bizler Rasûlullah'm maiyyetinde Allah'ın cihetini, yânî rızâsını arayarak (Medîne'ye hicret ettik, ecrimiz (va'di gereğin*ce) Allah'a vâcib oldu. Yol arkadaşlarımızdan bunun ecrinden hiç-birşey yemeden âhirete geçenler vardır. Bunlardan biri Mus'ab ibn Umeyr'dir. O, Uhud günü şehîd edilmişti de biz onu, içinde kefenle*yeceğimiz hiçbirşey bulamamış, ancak ak ve kara çubuklu ve kalemli bir ihram bulmuştuk. (Biz şehidi onunla kefenlemeye çalışıyorduk.) Bu alacalı ihramla başını örttüğümüz zaman ayakları meydana çıkı*yor; ayaklarını örttüğümüzde de başı meydana çıkıyordu. Bu yok*luk karşısında Rasûlullah (S) bize bu ihrâmh şehidin başım örtmemizi, ayaklarının üzerine de ızhır otundan koymamızı emretti. Bizden, ken*dilerine hicret meyvesi ulaşan ve bu meyveyi devşirenler de vardır

132-.......Muâviye ibn Kurre şöyle demiştir: Bana Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin oğlu Ebû Burde tahdîs edip şöyle dedi: Abdullah ibn Umer bana:
— Sen babam Umer'in, senin baban Ebû Musa'ya dediği şeyi biliyor musun? dedi.
Ben:
— Hayır bilmiyorum, dedim.
Abdullah ibn Umer şöyle dedi: Benim babam senin babana:
— Yâ Ebâ Mûsâ, Rasûlullah'la maiyyetinde İslâm'a girmemiz, O'nun beraberinde hicret etmemiz, O'nun beraberinde cihâd etme*miz ve O'nun beraberinde yaptıklarımızın hepsinin bizim lehimize sabit olması ve Rasûlullah* tan sonra yaptığımız amellerin hepsi de başa-baş müsâvî olması, yânî lehimize ve aleyhimize birşey sabit olmama*sı seni sevindirir mi? dedi.
Buna karşı benim babam (doğrusu: Senin baban):
— Hayır (bu beni sevindirmez). Vallahi biz Rasûlullah'tan son*ra da cihâd etmiş, namaz kılmış, oruç tutmuş ve daha birçok hayır ameli işlemişizdir. Ve bizim ellerimizle birçok beşer İslâm Dîni'ne girdi. Biz elbette bu amellerimizin sevabını da ümîd ediyoruz, dedi.
Bunun üzerine babam Umer:
— Fakat ben, Umer'in nefsi elinde bulunan Allah'a yemîn ede*rim ki, Rasûlullah'ın beraberinde yaptığımız amellerin bizim için sa*bit olup sevabının bize ulaşmasını, lâkin O'ndan sonra yaptığımız herbir amelden de başa baş müsâvî olarak (yânî ne lehimize, ne de aleyhimize birşey sabit olmayarak) kurtulmamızı çok arzu etmişim*dir, dedi.
(Ebû Burde dedi ki Ben, İbn Umer'e:
— Şübhesiz senin baban Umer, Allah'a yemîn ederim ki, benim babam Ebû Musa'dan hayırlıdır, dedim .

133-....... Ebû Usmân en-Nehdî şöyle demiştir: Ben îbn
Umer(R)'den işittim: İbn Umer için: O babası Umer'den önce hicret etti denildiği zaman, bu sözden öfkelenerek şöyle demiştir:
Ben ve babam Umer, Rasûlullah'ın huzuruna geldik ve kendisini gündüz uykusu uyurken bulduk. Bunun üzerine tekrar konak yeri*mize döndük. Biraz sonra Umer beni gönderdi de:
— Git bak bakalım, Rasûlullah uyanmış mı? dedi.
Ben Rasûlullah'a geldim ve huzuruna girdim de kendisiyle bey'-at ettim. Sonra babam Umer'in yanına gittim ve ona Rasûlullah'ın uyanmış olduğunu haber verdim. Akabinde hızlı hızlı yürüyerek Ra-sûlullah'a gittik. Nihayet babam Umer, Rasûlullah'ın yanma girdi de, O'nunla bey'at yaptı. Sonra ben Rasûlullah ile (ikinci defa) bey'-atlaştım .

134-.......Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib(R)'den işittim, tahdîs edip şöyle dedi: Ebû Bekr, babam Âzib'den bir binek devesi satın aldı. Ben o deveyi Ebû Bekr'le beraber onun evine taşı*dım.
Râvî dedi ki: Bu sırada Âzib, Ebû Bekr'e, Rasûlullah'ın hicret yürüyüşünü sordu. Ebû Bekr şöyle dedi:
Bizim üzerimize gözcüler tutuldu. Biz (üç gün sonra) geceleyin (mağaradan) yola çıktık. O gecemizi ve gündüzümüzü sür'atle yürü*dük. Nihayet güneş gündüzün ortasına gelip dikildi. O sırada gözü*müze büyük bir kaya göründü. Onun yanına geldik. Onun biraz göl*gesi vardı.
Ebû Bekr dedi ki:
Ben Rasûlullah için beraberimde bulunan bir postekiyi yere dö-şedim. Sonra Peygamber onun üzerine yattı. Ben de onun etrafında olan şeyJeri bakıp araştırmak üzere gittim. Bu sırada bir çobanla kar*şılaştım ki, çoban küçük koyun sürüsü içinde bizim istediğimiz gibi o kayanın gölgesinden faydalanmak isteyerek, ona doğru gelmekte*dir. Ben çobana:
— Sen kimin çobanısın ey delikanlı? diye sordum. O:
— Fulân kimsenin çobanıyım, dedi. Ben ona:
— Senin koyunlarında süt var mı? dedim. O:
— Evet vardır, dedi. Ben ona:
— Süt sağar mısın? dedim. O:
— Evet sağarım, dedi ve sürüsünden bir koyun tuttu. Ben ona:
— Memesi üzerindeki kıl, toprak ve pislikleri silkele, dedim. Ebû Bekr dedi ki:
Çoban biraz süt sağdı. Benim yanımda da Rasûlullah'a su içir-diğim deriden bir su kabı bulunuyordu ve ağzı üzerinde bir bez par*çası vardı. Sütün üzerine biraz da su döktüm, hattâ kabın aşağısı bi*raz soğudu. Sonra bunu Peygamber'e getirdim de:
— Yâ Rasûlallah, bu sütü iç! dedim.
Rasûlullah içti, ben de bundan hoşnûd oldum. Sonra hareket et*tik. Bizi arayıcılar izimiz üzerinde idiler.
el-Berâ dedi ki: Ben Ebû Bekr'in beraberinde olarak onun ailesi yanına girdim. Birden kızı Âişe'yle karşılaştım ki, o kendisine ateşli bir hastalık isabet etmiş olduğu için yatmakta idi. Bu esnada babası*nı gördüm ki, onun yanma gitti de kızının yanağından öptü ve:
— Nasılsın ey kızcağızım? Dedi .

135-.......Peygamber'e hizmet eden Enes (R) şöyle demiştir: Pey*gamber (S) Medine'ye geldi. Onun sahâbîleri içinde Ebû Bekr'den baş*ka saç ve sakalı kırçıl kimse yoktu. Ebû Bekr saç ve sakalını kına-ve ketem bitkisi ile gıhfladı, yânı saçlarını boyadı. Ve Duhaym şöyle dedi: Bize el-Velîd tahdîs etti. Bize el-Evzâî tahdîs etti: Bana Ebû Ubeyd, Ukbe ibnu Vessâc'dan tahdîs etti. Bana Enes ibn Mâlik (R) tahdîs edip şöyle dedi: Peygamber (S) Medine'ye geldi. Ebû Bekr, O'nun (Muhacir olarak gelen) sahâbîlerinin en yaşlısı idi. (Onun saç ve sakalının siyahlığına beyaz karışmıştı.) Ebû Bekr, kına ve ketem karışığı ile saçlarını boyadı da saçlarının kırmızılığı siyaha yakın de*recede şiddetli, koyu renkli oldu .

136- Bize Esbağ ibnu'l-Fefec tahdîs etti: Bize Abdullah ibnu Vehb, Yûnus ibn Yezîd'den; o da îbn Şihâb'dan; o da Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da Âişe'den şöyle tahdîs etti: Ebû Bekr (R), Kelb oğul*ları kabilesinden bir kadınla evlendi ki, o kadına Ümmü Bekr denili-rid. Ebû Bekr, Medîne'ye hicret ettiği zaman bu kadını boşadı da, sonra o kadını, kadının amca oğlu (Ebû Bekr Şeddâd ibni'l-Esved ibn Abdi'ş-Şems ibn Mâlik ibn Ceûne) zevceliğe aldı. İşte o, (Bedir'-de öldürülüp de Peygamber'in kuyuya attığı) Kureyş kâfirlerine mer*siye olarak şu kasideyi söyleyen şâirdir :
Ve mâ zâ bi'1-kalîbi kalıbı Bedrin Mine'ş-şîzâ tüzeyyenu bi's-senâmi Ve mâ zâ bi'1-kalîbi kalıbı Bedrin Mine 'î-kaynâti ve 'ş-şerbi 'I-kirâmi Tuhayyî bi's-selâmeti Ümmü Bekrin Ve hel lî ba'de kavmi bin selâmı Tuhaddisuna'r-Rasûlu bi-en senahyâ Ve keyfe hayâttı esdâin vehâmi

137-.......Bize Hemmâm ibn Yahya, Sabit el-Bunânî'den; o da Enes'ten tahdîs etti ki, Ebû Bekr (R) şöyle demiştir: Ben Peygam-ber(S)'le beraber mağaranın içinde bulunurken başımı yukarıya kal*dırdığım zaman üstümüzde bizi aramağa çıkan müşriklerin ayaklarını gördüm de:
— Ey Allah'ın Peygamberi! Bunlardan bâzısı gözünü aşağıya eğ*miş olsa, muhakkak bizi görecektir, dedim.
O:
— "Sus yâ Ebâ Bekr! Biz, üçüncüleri Allah olan iki kişiyiz!" buyurdu .

138-.......Ebû Saîd el-Hudrî (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Bir bedevî, Peygamber'e geldi de O'na hicretten (yânî çölden Medîne'ye hicret etmekten) sordu. Peygamber (S) ona:
— "Sakın hicrete kalkışma! Çünkü hicret işi çok çetindir. Senin develerin var mı?" buyurdu.
.Bedevî:
— Evet vardır, dedi. Peygamber:
— "Sen onların zekâtını veriyor musun?" dedi. Bedevî:
— Evet veriyorum, dedi. Peygamber:
— "Sen o develerin sütünden başkalarının da faydalanması için onları başka kimselere muvakkaten veriyor musun?" dedi.
Bedevi:
— Evet veririm, dedi. Peygamber:
— "Develerin su başına gelmeleri gününde oradaki fakirlere süt*lerinden sağıp içiriyor musun?" dedi.
Bedevi:
— Evet içiririm, dedi. Peygamber:
— "Öyle ise sen denizlerin (yânî şehirlerin) ötesinde çalış! Çün*kü Allah senin işinden hiçbirşey eksik bırakmaz (çölde de sana ve*rir)" buyurdu