Rüya ve Islam


Islam âlimlerinden bazilari rüyanin, rüya melekleri tarafindan gösterildigine inanirlar. Bunun da insana rüyasinda refâkat eden rüya meleklerinin, insan ruhuna refâkat ederek degisik yerlere götürülüp gezdirilmesi seklinde oldugunu söylerler. Bu seyahat sirasinda ruhun gördügü olaylar, akil veya zihin olarak tabir edilen hafiza tarafindan kaydedilir, sonra yeri ve zamani geldikçe veya uyandiktan sonra bir sekilde hatirlanir.

Rüya hakkinda hemen herkes bir seyler söylemis ve özellikle Islam alimleri, rüya tabircileri ve filozoflara varincaya kadar herkes, rüya üzerine degisik yorumlar yapmislardir. Burada Risale-i Nur külliyatindan Mektubat isimli eserde geçen ve üstat Bediüzzaman'in naklettigi güzel bir rüyayi ve rüyalara ait bazi ilmi gerçekleri ifade eden bir bölümü nakletmek yerinde olacaktir. Söyle ki:
"Bir zaman kalp ehli iki çoban varmis. Kendileri agaç kâsesine süt sagip yanlarina biraktilar. Kaval tabir ettikleri düdüklerini, o süt kâsesi üzerine uzatmislardi. Birisi "Uykum geldi." deyip yatar. Uykuda bir zaman kalir. Ötekisi yatana dikkat eder, bakar ki; sinek gibi bir sey, yatanin burnundan çikip, süt kâsesine bakiyor ve sonra kaval içine girer, öbür ucundan çikar gider, bir geven altindaki delige girip kaybolur. Bir zaman sonra yine o sey döner, yine kavaldan geçer, yatanin burnuna girer; o da uyanir. Der ki: "Ey arkadas! Acayip bir rüya gördüm." O da der: "Allah hayir etsin, nedir?" Der ki: "Sütten bir deniz gördüm. Üstünde acayip bir köprü uzanmis. O köprünün üstü kapali, pencereli idi. Ben o köprüden geçtim. Bir meselik gördüm ki, baslari hep sivri. Onun altinda bir magara gördüm, içine girdim, altin dolu bir hazine gördüm. Acaba tabiri nedir?" Uyanik arkadasi dedi: "Gördügün süt denizi, su agaç çanaktir. O köprü de, su kavalimizdir. O basi sivri meselik de su gevendir. O magara da, su küçük deliktir. Iste kazmayi getir, sana hazineyi de gösterecegim." Kazmayi getirir. O gevenin altini kazdilar, ikisini de dünyada mesut edecek altinlari buldular.
Iste yatan adamin gördügü dogrudur, dogru görmüs, fakat rüyada iken ihatasiz oldugu için tabirde hakki olmadigindan, âlem-i maddî ile âlem-i manevîyi birbirinden fark etmediginden, hükmü kismen yanlistir ki, "Ben hakikî maddî bir deniz gördüm." der. Fakat uyanik adam, âlem-i misal ile âlem-i maddîyi fark ettigi için tabirde hakki vardir ki, dedi: "Gördügün dogrudur, fakat hakikî deniz degil; belki su süt kâsemiz senin hayaline deniz gibi olmus, kaval da köprü gibi olmus ve hakeza..." Demek oluyor ki; âlem-i maddî ile âlem-i ruhanîyi birbirinden fark etmek lâzim gelir. Birbirine karistirilsa, hükümleri yanlis görünür. Meselâ: Senin dar bir odan var; fakat dört duvarini kapayacak dört büyük âyine konulmus. Sen içine girdigin vakit, o dar odayi bir meydan kadar genis görürsün. Eger desen "Odami genis bir meydan kadar görüyorum", dogru dersin. Eger "Odam bir meydan kadar genistir" diye hükmetsen, yanlis edersin. Çünkü âlem-i misali, alemi hakikiye karistirirsin."