
Simya, altın ve insan
Eski geleneklerde ve tasavvufta, “Kibrit-i Ahmer” diye bir maddeden, bir iksirden bahsedilir.
Eski geleneklerde ve tasavvufta, “Kibrit-i Ahmer” diye bir maddeden, bir iksirden bahsedilir. “Kibrit-i Ahmer”e filozof taşı, felsefe taşı adı verildiği de olur. Nedir bu “Kibrit-i Ahmer?” inanışına göre bu “kimya” döküldüğü maddeyi altına çeviren bir tılsımdır. Bu işle uğraşmanın adı kimi zaman simya kimi zaman kimyadır. Bu uğraş Yunan felsefesinin dört madde, dört unsur (su, toprak, ateş ve hava) anlayışına dayanır.
Milattan önce 4. yüzyıldan itibaren Ortadoğu’da medeniyet ve teknoloji açısından önemli gelişmeler olmaya başlamış, düz ve geniş arazilerin verdiği imkanlarla, toprağın bereketi zenginliğe yol açmıştır. Bu dönemde halkın uğraşlarından biri de madenler olmuştur. Madenler tıpkı tarım ürünleri gibi toprağın bağrından çıkan bir takım taşlardır ve ateşin tesiriyle gözler önünde şekil değiştirir, nitelik değiştirir. Bu tür gözlemler madenlerle ilgili çeşitli inançların oluşmasına neden olmuştur. Güç kazandırmak için demire dokunmak ya da demir parçasını bedeninde bulundurmak gibi… Mesela Samyeli’nin neden olduğuna inanılan Eyyam-ı bahur çarpmasına karşı vücuda paslı bir maden parçası bağlamak gibi… Hala Avrupa’da sağlık bilezikleri birçok kişinin kolunda görülebilir.
Yukarıda söylediğimiz inançlar zaman içinde başka madenlerden altın elde etme sevdasına dönüşür. Acaba döküldüğü madeni altına çevirecek bir iksir bulunamaz mıydı? Bunu elde etmenin yollarını aramaya başladı meraklıları… Bir çok bilim tarihçisi modern kimya biliminin ortaya çıkışını insanın “Kibrit-i Ahmer” sevdasına dayandığına inanmaktadır.
Her türlü kavramı soyutlaştırmada usta olan İslâm tasavvufu; “Kibrit-i Ahmer” i de soyutlaştırmanın yolunu bilmiştir. Tasavvufçular bunu kişinin çıktığı sonsuz olgunluk mertebesi olarak adlandırmış ve İbni Arabi, Mevlânâ gibi kişiler bu iksirin aşk olduğunu söylemişlerdir. Mevlânâ hayatın üç harf ve beş noktadan ibaret olduğunu söyler. Üç harf “a-ş-k”dır. Arap alfabesinde ayın “şin” ve “sad” harfleriyle “ışk” şeklinde yazılan aşk kelimesinde ayrıca “şin” harfi üzerinde üç; “kaf” harfi üzerinde iki nokta vardır. Bu yüzden Mevlânâ “Biz aşkın çocuklarıyız, anamız aşktır bizim” demektedir. Aşk kişinin sıradan bir insandan ölümsüzlüğün sırrına ermiş bir insan-ı kamil olmasını sağlayan iksirdir. Tıpkı sıradan bir madeni altına çeviren “Kibrit-i Ahmer” gibi…
Yunusu Emre aşkın insanı ölümsüzleştiren bir iksir olduğuna inanır. Bu inançtan dolayıdır ki O aşkı bulmuş kişinin hayvanlıktan âşıklık mertebesine ulaştıran bir kemalet olarak düşünmekte ve şöyle demektedir:
“Yûnûs öldü diye salâ verirler
Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez.”
Çin geleneklerinde ve tıbbında “Kibrit-i Ahmer” tıpkı İslam tasavvufunda olduğu gibi ölümsüzlük formülü olarak tasarlanır. Bu Mevlânâ’nın meşhûr Mesnevi’sindeki gibi İnsan-ı kâmil” olmanın bir başka açılımıdır. Mevlânâ, bir sürgün dizisine benzettiği insan hayatının “ney” sazının dilinden nasıl ölümsüzlüğe doğru çevrileceğini ve formülü olan aşkın bunda nasıl bir rol oynadığını uzun uzadıya bir “çığlık” niteliğiyle ortaya koyar.
Tasavvuf büyüklerinden Süleyman Hilmi Tunahan hz. nin de bu isimde bir eseri vardır ve kitabında , manevi makamları anlatır.
Risâle-i Kibrit-i Ahmer: Süleyman Hilmi Tunahan hz.nin ,
seyr-u sülûk için bâzı ehemmiyetli mevzuları ihtiva eden bir risâlesidir. Ehillerinin ziyâdesi ile müstefid olabileceği bir eserdir.
eserin bu ismi almasının nedeni , madeni altına dönüştürmek nasıl zor ve tılsımlıysa , insanı kemale erdirmek te öyle meşakkatli ve batıni yönü olan bir iş olmasıdır .