Maionia, Menye (Gökçeören)
Maionia, Gediz ovasının bitimi ile dağların uzantıları arasında, antik çağda şehirleşmenin çok az gelişebildiği kesimdeki küçük bir ovada kurulmuştur. Bugünkü yeri Salihli ile Kula ilçeleri arasındaki Gökçeören’dir.
Maionia ismini Homeros Lydia ülkesi için kullanır.Hellen dilinde bir anlamı olmadığından Luwi dilinden geldiği sanılmaktadır. Homeros’a göre bu kentte, Mermnad sülalesi öncesinin, büyük bir ihtimalle Thrak kökenli Maion boyunun son kalıntıları yaşamakta imiş.
Herodot ise tarihinde şöyle yazar:
“..buralarda Agron’dan önce hüküm sürmüş olanlar,eskiden Maionia’lılar denilen Lydia halkına ...” “...Lydia’lılar eskiden Maionia’lılar adını taşırlardı...”
Strabon’da Herodot’u doğrulayan şu ifade vardır:
“...Thebe ovası ise.sonrdan Maionlar olarak adlandırılan Lydler ile ...kolonize edildi.”
Herodot ve Strabon Mcaionia sadece isim olarak geçmektedir, kent ile ilgili bilgi verilmemiştir. Homeros ise Troia savaşı sırasında kentten sadece isim olarak bahseder.
Bizans devrinde ise Maionia’nın Sardes metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi olmuştur.
Yörede yüzey araştırması ve arkeolojik kazılar yapılmadığından bu konudaki bilgi çok yetersizdir. Ancak çevrede İlk Çağ ve Orta Çağdan kalmış dağınık yapı kalıntılarına rastlanır. Buradaki taşlar bölgenin diğer yerlerinde olduğu gibi inşaat malzemesi olarak kullanılmıştır. Gökçeören köyünün evlerinin duvarlarında sütun, başlık ve diğer mimari parçalar şpoli malzeme olarak kullanılmıştır.
Günümüze gelen en belirgin yapı, küçük bir tepecik üzerindeki Orta Çağdan kalma bir kalenin kuzey duvarıdır.
Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Edebiyet Fakültesi Arkeoloji bölümü öğretim görevlisi Duygu S. Akar Tanrıver’in “Geçmişten Geleceğe Yanık Ülke Kula Sempozyumu’ndaki (1-3 Eylül 2006)” “Kula Yakınlarında Bir Antik Kent: Maionia (Gökçeören/Menye)” konulu bildirisi kentin tarihine açıklık getirmektedir:
Maionia antik devirde hem Lydia’nın kuzeybatı bölgesinin büyük kısmını kaplayan ne Katakekaumene adı verilen volkanik arazi üzerinde yer alan bir bölgenin adı ve hemde bu arazinin batı kısmında kurulmuş olan olan bir Lydia kentinin adı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Homeros’un Troia savaşını analttığı İlliada adlı eserinde Tmolos dağı eteklerinde yer alan bölge için Meonie ismini kullanmaktadır.
Tarihçi Herodotos’da Lydialılar’ın eski adının Maionialılar olduğunu söylemektedir.
Bazı antik yazarlar ise Maionia’dan şehir ismi olarak söz etmektedirler.Örneğin Stephanos Byzantinos Maionia’dan bir Lydia kenti olarak bahseder.Hierocles’in Synecdemos (gezi notları) adlı eserinde Maionia bir kentin ismi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bizans döneminin piskoposluk listelerinde İ.S. 14. yy a kadar kentin adının MEONIA ya da MAIONIA şeklinde geçmektedir.
Yukarıda sayılan ve burada sayılamayan antik edebi kaynaklar, sikkeler ve kentin etnik ismini kaydeden bazı yazıtlar sayesinde varlığını kanıtlayan Maionia kenti, uzun zamanda beri zengin epigrafik buluntular sayesinde Kula civarında bulunan bügünkü Menye’nin bulunduğu yere yerleştirilmektedir.
Maionia’nın bugünkü Menye’ye lokalize edilmesi ilk defa 1831 yılında G.Keppel tarafından yapılmıştır.Keppel Menye civarında yaptığı gezide kopya ettiği bir yazıtta Meiones şeklinde bie etnik isim okumuş ve bu yazıtın bulunduğu yerin Maionia olduğu kanısına varmıştır.Ayrıca 1837 yılında bölgede araştırma yapan Hamilton,Menyedeki camide kopya ettiği Maionon (Maionialıların) ifadesi bulunan yazıt sayesinde Maionia’nın buraya lokalize edilmesi konusunda daha kesin bir yargıya varmaktadır.Keppel ve Hamilton’un bu lokalizasyon önerileri.Keil ve Von Premerstein tarafından 1911 yılında kesinlik kazanmıştır. Menye adı daha sonra değiştirilerek Gökçeören olmuştur.
Maionia kentinin arazisinin sınırlarının nerlerden geçtiği eldeki verilere göre şöyledir.
Kentin arazisini büyük bir kısmını Lydia’nın kuzeydoğusunda yer alan ve Katakekaumene adı verilen volkanik alan kapsamaktadır.Antik dönemde “yanık arazi “ anlamına gelen Katakekaumene adıyla bilinen bu bölgenin yanmış .kül olmuş bir havası vardır.Nispeten düzlük olan ova kısmı küllüktür,dağlık ve kayalık alanlar ise siyah lavlarla kaplıdır.Bazı bulgular burada ani bir volkanik patlamanın varlığını göstermektedir.Bu bölgede birbirinden ayrı duran 3 yanardağ yer almaktadır.Strabon’un “Burada birbirinden kırk stadion kadar uzaklıkta olan physa dene üç çukur görülür”şeklindeki ifadesinde geçen oluşumlar olasılıkla buradadır.Katakekaumene’nin Maionia kenti arazisinin ne kadarını kapsadığı kesin olarak saptanamasada kent kuzeyde Saittai, batıda Satala , doğuda Kollyda ve güneyde Philadelphia toprakları sınırlanmaktadır. Peter Herrmann kent arazisini güneyde Görnevit,kuzeyde Kenger,Yağbastı ve Emre köyleri ile sınırlandırmıştır.Hasan Malay güneyde yer alan Soğanlı köyünüde Mainoia arazisine yerleştirmektedir.
Homeros’un İliada destanında bölgenin o dömendeki sakinlerine ilişkin bazı bilgiler bulunmaktadır.Lydialılardan hiç bahsetmeyen Homeros “söylesene niyetin ne,beni daha uzakalara,Phrygia’ya,şirin Maionia’nın bakımlı iline götürmekmi?” ve “Mesthles ileAntiphos’tur Maionialıların önderi ,Gygaia gölü tanrıçası ile Talaimenes’in oğullarıdır ikiside,Buyururlar Tmolos eteğinde büyümüş Maionialılara” şeklindeki dizelerinden Maionialıların Lydialılardan önce bu topraklarda yaşamış eski bir kavim olduğu anlaşılabilir.
Roma döneminde Lydia’da birçok merkez ,sanayi ve ticaretin gelişmesi ile büyüyerek şehir statüsünü kazanmıştır.Nitekim Maionia ile birlikte çevresindeki bazı şehirler ilk defa bu dönemde sikke basmışlardır.
Kentin adının psikoposluk kayıtları ve konsül antlaşmaları gibi Bizans kayıtlarında geçmesinden ,Maionia kentinin Bizans devrindede yaşamaya devam ettiği anlaşılmaktadır.Öte yandan bu devirde iyi tahkim edilmiş bir kalenin Maionia kentine hakim olduğu anlaşılmaktadır.Bunun çevre duvarına ait kalıntılar halen korunmuş durumdadır.
Uzun yıllar tarih sahnesinde kalmış olan Maionia bu devamlılığını ekonomik zenginliklerine borçluydu.Maionialılar meyve hububat bakımından son derece zengin bir bölgede yer almakta ve bu olasılıkla tarımsal ekonomi ile yaşamlarını sürdürmekteydiler. Nitekim Katakekaumene antik devirde son derece kaliteli şarapları ile ün kazanmıştı.
Ticari hayatın zenginleşmesine paralel olarak kent imparator Neron döneminden (İ.S.54-68) itibaren bronz sikke basmaya da başlamıştır.İmparator Decius dönemine (İ.S.248-251) kadar da basılmaya devam eden sikkeler kentin dinsel ve sosyal-ekonomik yapısı hakkında bilgi vermektedir.
Kentin sikkelerinde de tasvirleriyle sık sık karşılaşılan anatanrıça ,Lydia’nın başka merkezleri gibi Maionia’da hayli revaçtaydı.Gökçeören’de bulunmuş olan ve İ.Ö. 129’a tarihlenen bir adak yazıtı sayesinde, yeri henüz saptanamayan bir noktada ,olasılıkla bir tepe üzerinde en azından Helenistik devirde bir Meter Akraia tapınağının bulunduğunu söylemek mümkündür.Yine Gökçeörende ele geçen bir adak taşında Hermogenes adlı kişinin Zeus Ariou’ya bir adak sunduğu belirtilmektedir.Phrygia kökenli Zeus Sabazios Gökçeören ve Divlit tepe yakınlarında ele geçen yazıtlardan bilinmektedir.Yine Divlit tepe de ele geçen bir yazıtta ise Zeus Sabazios ve Artemis Anaitis’e adanmış olan kutsal orman ağaç kesme yasağı ve cezalandırılmasından söz edilmektedir.Bu yörede ele geçen adak taşları üzerinde kayalık yörelerde taşıma işinde çok önemli olan katır ve eşek betimleri bulunmaktadır.
Maionia’nın bir polis (şehir) olamdan önceki idari yapısı hakkındaki bilgilerimiz çok sınırlıdır.Burası Attaloslar döneminde olasılıkla bir askeri koloni olup ,daha sonraları sivil bir karaktere kavuşmuş olmalıdır.Geç Helenistik dönemde yerleşimin bir synodos yani “köylüler birliği” tarafındn yönetildiği anlaşılmaktadır.İ.Ö. 61/60 yılına tarihlenen bir dekretten ise bu dönemde Maionia’da bir halk meclisinin (demos) bulunduğu ve burada yerleşenlerin politai (vatandaşlar) olarak tanımlandıkları anlaşılmaktadır.Bununla birlikte Maionia ilk defa Augustus döneminde bir polis statüsüne kavuşmuştur.Kentte ele geçen yazıtlardan Maionia’da Roma döneminde “boule” adı verilen Belediye Meclisinin bulunduğu anlaşılmaktadır.Ayrıca boule bir Maionia sikkesi üzerinde elinde skeptron (sopa) tutan bir kadın şeklinde tasvir edilmiştir.
Maionia’da henüz herhangi bir arkeolojik çalışma yürütülmediğinden, yazıt ve sikkelerden bu kentte bulunan anıtlar hakkında bazı bilgiler edinmek mümkündür. Bugün modern yerleşmenin altında kalmış, ancak yapı taşları ve anıtlarına ait parçalar hala günümüz evlerinde yaşamaya devam eden Maionia’ya ilişkin epigrafik ve arkeolojik çalışmaların, burada anlatılan bilgilerimize yenilerini katacağı kuşkusuzdur.
Persikai
Persikai, Manisa’nın 30 km.kuzey-doğusundaki Sar Çam köyü’ne 1 km. uzaklaktaki tepe üzerinde idi. Hellen dilinde Persli anlamında bir sözcüktür.
Persikai’nin tarihi ve kuruluşuyla ilgili bilgiler çok yetersizdir. Büyük olasılıkla Persler tarafından kurulmuştur. Kentin bulunduğu yerde yüzey araştırması ve arkeolojik kazı yapılmamıştır. Sarı Çam köyünün evlerinde antik taşlar kullanıldığı göze çarpmaktadır. Bu da gösteriyor ki, kentin taşlarından yararlanabilmek için kalıntılar yok edilmiştir.
Günümüze yalnızca yazısız bazı steller ile çanak-çömlek kalıntıları gelmişse de bunlar tarihleme yönünden yetersizdir.
Saitta
Saitta, Manisa’nın Demirci ilçesinde, İçikler köyü yakınındadır. Saitta sözcüğünün Hellen dilinde anlamı yoktur. Luwi dilinden gelip gelmediği de bilinmemektedir.
Saitta’nın ortasından geçen Gediz nehri kenti ikiye ayırmıştır. Kentin kalıntıları in-situ durumunda olmasına karşılık yörede arkeolojik kazı yapılmamıştır. Ne var ki kaçak kazılar ayakta kalabilmiş kalıntılara da büyük zarar vermiştir.
Roma döneminde basılan sikkeler üzerinde Hermos’u (Gediz Nehri) canlandıran kabartmalar bulunmaktadır.
Sasotra
Sasotra, Kula’nın güney-doğusundaki Başıbüyük köyünün güney-doğusunda idi. Sasotra sözcüğünün hangi dil grubundan geldiği anlaşılamamış, anlamı da öğrenilememiştir.
İlk Çağ’a ait küçük yerleşim birimlerinden olup hiçbir zaman kent seviyesine ulaşamamıştır. Buradaki köy evlerinin duvarlarında bazı yazıt parçalarından ve ufak tefek şpoli mimari parçadan başka hiçbir şey yoktur.
Satala (Sandal)
Manisa’nın Kula ilçesinin 8 km. batısındaki yol ayrımından sonra ulaşılan Sandal Köyü’nün 2-3 km. doğusundadır. Satala sözcüğü Luwi kökenli olup anlamı bilinmemektedir.
Satala’nın kuruluşu ve tarihi ile ilgili bilgiler hemen hemen hiç yoktur. Antik tarihçiler buradan söz etmediği gibi yörede yüzey araştırması da yapılmamıştır. Bu nedenle kentin yeri de tartışmalıdır.
Günümüze Sandal köyü içerisinde bulunan ve çevreden, özellikle akropol denilen tepeden getirilmiş mimari taşlar ışında hiçbir kalıntı gelmemiştir. Hıristiyanlık döneminde Sardeis metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi idi.
Silandos
Silandos Kula’dan 41 km. uzaklıktaki Selendi’nin 4-5 km. batısındaki Kara Selendi Köyü’nün bulunduğu yerde idi.
Silandros, Lydia dilinden bir sözcük olup Helenleştirilmiştir. Anlamı anlaşılamamıştır.
Click this bar to view the full image.
Kentin bulunduğu alanda yüzey araştırması ve Arkeolojik kazı yapılmadığından, eski kaynaklar da yeterli bilgi vermediğinden tarihi karanlık kalmıştır. Yalnızca köyde bazı antik duvar kalıntıları, temel izleri ile karşılaşılmıştır. Roma dönemine ait olan bu kalıntılarda çevrede yeni yapılanmalar nedeniyle kullanılmış, kentten kalan son izler de yok edilmiştir. Yalnızca, burada oturan bir ana tanrıça heykeli bulunmuştur. Bugün bu heykel İzmir Arkeoloji Müzesindedir.
787’deki İznik konsiline piskopos gönderdiği kayıtlardan öğrenilmektedir. Demek ki o sırada bir piskoposluk merkezi idi. Ayrıca adına sikke de bastırmıştır.
Sardes (Sard)
Manisa’nın Sardes antik kenti, İzmir’e 72 km. uzakta olup, İzmir-Ankara karayolunun ortasından geçer.
M.Ö.VII.yüzyıldan itibaren ismini Zeus’un oğlundan alan Attalos Çayı Sardes’e altın kırıntıları taşımış, bu M.S.I.yüzyıla kadar sürmüştür. Lydialılar bu altını değerlendirmişler, çeşitli eşyaların yanı sıra ilk altın parayı bastırmışlardır.Böylece de Kral Alyattes M.Ö.600’de ilk altın sikkeyi bastırmıştır. Onun ardından da Kral Kezius (M.Ö.560-547) saf altından sikke bastırarak Sardes’in Antik çağda, bu konuda önderliğini sürdürmüştür.
Herodotos, Lydia’da üç ayrı kral ailesinin peşpeşe yaşadığını ileri sürmüştür. Bunlar Atyatlar, heraklidler (Tylonidler) ve Mermadlardır. M.Ö.2000’in ilk yarısında yaşadıkları ileri sürülen Atyatlar ile ilgili bilgi çok sınırlıdır. Ayrıca bu sülalenin Lydia’da yaşayıp yaşamadıkları da tartışmalıdır.
Sardes kazıları yöredeki ilk yerleşmenin Tunç çağı (M.Ö.3000-1200) sonlarında başladığı ve küçük bir köy özelliği taşıdığını göstermiştir. Tunç çağının sonlarına doğru burada yaşayanlar yakarak gömmüşler, ağaç dallarından, kamışlardan ve balçıktan yapılmış yarım daire planlı evlerde yaşamışlardır. Bundan sonra Yunanistan ile kültürel bağlar kurduklarını da Sardes’in alt tabakalarındaki Geç Hellas, Miken keramiklerinden anlaşılmıştır. M.Ö.1200-900 yıllarına tarihlendirilen Sardes’in boyalı, geometrik üsluptaki keramikleri üzerindeki bu etki çok açıkça kendisini göstermiştir.
Lydia'daki geç Hellas, Miken ve Yunanistan’ın geometrik keramiklerine Sardes’liler güney-batı özelliklerini de katmışlardır.M.Ö.900’lerde boyalı geometrik üslubu uyguladıkları gibi, onlara kırmızı üzerine siyah bezemeyi de katmışlar, bu durum Lidia’da Demirçağın arkeoloji yönünden en önemli olayı olmuştur.
Sardes, Tunç çağının sonlarına doğru Batı Anadolu ve Akdeniz kentlerinde olduğu gibi bir saldırıya uğrayarak yakılıp yıkılmıştır. M.Ö.1200 yıllarında Anadolu’ya kadar uzanan Tharak göçünün bu yıkımda payı olduğu düşünülürse de, başka bir iddiaya göre Hitit Kralı IV.Tuthaliye’nin bunda payı olmuştur.Ancak bu yıkımda her iki topluluğun etkin olduğunu gösteren kanıt bulunmamaktadır. Ancak bu yıkımdan sonra Lydia’nın başına geçen Heraklid (Tylonid) ailesinin Thrak kökenli olduğu tarihte belgelidir.
Manisa yakınındaki Spylos Dağında, Kemalpaşa yakınındaki Karabel kaya kabartmaları da Hititlerin bu yöreye geldiklerini göstermektedir. Sardes’te yaşayan Asias isimli bir topluluğun Hititlere meydan okuduğu, bu yüzden IV.Tuthaliya’nın buraları yakıp yıktığı da akla uygun gelmektedir.
Heredot, M.Ö.1185’deki Thrak göçünden hemen sonra, Demirçağın başlarında hüküm süren Heraklidlerin aralıksız 505 yıl burada yaşadıklarını belirtmiştir. M.Ö.V.yüzyıl Lydia tarihçisi Xanthos’un bilgilerini yansıtan M.S.I.yüzyılda yaşamış olan Damascus’lu Nicolaos’un yazdıkları ise efsane olarak kalmıştır. Heraklidlerin M.Ö.1185-680 yıllarında egemen oldukları, Kral Gyges’den itibaren Sardeis’e bu ismin verildiğini de Onlardan öğrenmekteyiz.
Mermandların sonuncu kralı olan Kroisos zamanında Sardeis, zenginliğin, kültürel gelişimin doruğuna erişmiştir. M.Ö.VI.yüzyılda Sardeis Batı Anadolu’nun sanat ve kültür merkezi konumundaydı. Bunu Lydia’nın doğal zenginlikleri, özellikle altın madenleri de pekiştiriyordu.
Kroisos’un krallığının ilk yılları barış ve diğer ülkelerle uyum içerisinde geçmiş ancak, yüzyılın ortalarına doğru doğuda Pers tehlikesi baş göstermiştir. Bunun üzerine Kroisos M.Ö.547’de Kappadokia bölgesine sefere çıkmıştır. Kızılırmağı geçtikten sonra Perslerle karşılaşmıştır. Savaş Sardeis’e yakın bir yerde Persler’e yenilmiş ve Sardeis askeri ile halkı akropole çekilmiştir.
Sardeis’in Pers hükümdarı Kyros’un eline geçmesiyle M.Ö547’de Pers egemenliğini tanımak zorunda kalmıştır.
Akropol
Sardies Ovasına hakim, sarp ve ulaşılması güç olan Akropol kenti bir çok saldırıdan kurtarmıştır. Teraslar halinde yükselen tepede Arkaik döneme ait kalıntılara rastlanmıştır. Burayı çepeçevre saran surlar Lydialılar tarafından yapılmıştır.
M.Ö.V-VII.yüzyıla tarihlenen bu surlar arasında M.Ö.223-187 yıllarında, III.Antiochos’un yaptırdığı tahkimat parçaları ile Perslerin bir başka savunma kalıntıları ile de karşılaşılmıştır. Ancak tepenin güneyinde Bizans’lıların yapmış oldukları duvarların büyük bir bölümü görülmektedir.Bunlar Lydia, Yunan ve Roma dönemine ait kalıntıların yardımıyla yapılmışlardır. Nitekim tepenin orta terasında yapılan kazılarda M.S.V-VII. Yüzyıllara, Bizans dönemine tarihlendirilen evler ortaya çıkmıştır.
Tepenin altındaki küçük çukurların içerisindeki Lydia ve Yunan kap kacağı ise kalenin M.Ö.VII.yüzyıldaki varlığını kanıtlamaktadır.
Gymnasium
Sardeis’in Roma döneminde yapılmış anıtsal yapılarından Gymnasium, Anadolu’daki benzerleri arasında en büyük ölçüde yapılmış olanıdır.
Sardeis Gymnasium’unun yapımına M.S.II.yüzyılda Severius Simplicinius’un emri ile başlanmış, ikiyüz yılı aşkın çalışmadan sonra M.S.IV.yüzyılda tamamlanmıştır. Yapının bulunduğu yerde Geç Helenistik dönemde yapılmış bazı yapılar, Roma döneminde de bir nekropol bulunuyordu. M.S.17’de büyük bir deprem tüm bu yapıları yıkmıştır.
Gymnasium üç ayrı bölümden oluşmuştur. İlk bölümde; üstü örtülü olan bölüm, 8x12 ölçülerindeki hamam, ikici bölümde; hamam kısmına açılan, törenlerin yapıldığı mermer avlu. Ayrıca bu avlu 15x33 boyutlarındaki iki katlı sütun sıraları ile görkemli hale getirilmiş, büyük bir portal de bunu tamamlamıştır.
Üçüncü bölüm ise; Doğudaki 80 m2’lik bir alanı kapsayan Palaestra (antrenman alanı) ile kuzey ve güney duvarına bitişik, birbirlerine simetrik iki holden oluşmaktadır. Özellikle buradaki sütunlar Erken Bizans üslubu başlıkları ile dikkat çekmektedir.
Sardeis’de 1962’de yapılan çalışmalarda Palostranın güneyinde, mermerli caddenin kuzeyinde M.S.III.yüzyıla ait bir sinagog daha çıkarılmıştır.
Bu yapının ilk defa M.S.17 depreminde yıkılan Gymnasion’un bir bölümü olarak sonradan yapıldığı anlaşılmaktadır.
Burada ele geçen İbranice bir yazıttan İmparator Licinius Valerianus’un ismi geçmektedir.
Arkeoloji kazılarında ele geçen yazıttan, döşeme ve mimari parçaları da yapının M.S.IV.yüzyılda kullanılmış olduğunu göstermektedir.
Artemis Tapınağı
Artemis Tapınağı’nın yapımını ilk defa Lydia Kralı Kroisos kum taşından bir sunak olarak başlatmıştır. Bunun ardından M.Ö.330 yılına doğru asıl tapınak yapılmasına girişilmiş, ancak tamamlanamamıştır. Helenistik dönemde Zeus ve Artemis’in isimleri kullanılmış, Roma döneminde ise tapınağın batı bölümü Artemis, doğu bölümü de Antoninus Pius’a (M.S.138-161) adanmıştır.
Roma döneminde pseuda-dipteras plan düzeni uygulanan yapı, İon üslubundaydı. Hıristiyanlık’tan sonra tahrip edilmiş, yapı taşları başka yapılarda kullanılmıştır. Hıristiyan’ların egemen olduğu dönemde ise tapınağın güney-doğu köşesine doğal bir platform üzerine küçük bir kilise yapılmıştır.
M.S.17’de Sardeis’i tamamıyle yıkan deprem, tapınağa da çok zarar vermiştir. M.S.II.yüzyılın ortalarına doğru Antonius Pius ve karısı Faustina tapınağı onarmış, içerisine imparatorların dini törenlerinde kullanılmak üzere iki bölüm yapılmıştır. Buraya normal bir insan boyunun dört katı heykeller konulmuştur.
Bunlardan doğu yönündeki heykel İmparator Antonius Pius’u, batı yönündeki de eşi Faustina’yı temsil ediyordu. Faustina heykelinin başı bugün British Museum’dadır.
Tapınağın batısındaki duvarın içerisinde bir yazıttan da tanrıçanın, Mnesimades isimli birine gayrimenkul karşılığı borç para verdiği yazılıdır.
Buradan da tapınağın dinsel törenler dışında banka görevi yaptığı da öğrenilmektedir.
Tapınak, Doğu Roma İmparatoru Büyük Konstantinius’un (324-337) Hıristiyanlığı kabul edişine kadar ve ondan bir süre sonra daha önemini korumuştur. İmparator Julianus (361-363) tarafından yenilenmiş ancak, İmparator II.Thedosius’un (404-450) çıkardığı paganlığa karşı yasalardan sonra tamamen terkedilmiştir.
Tapınağın güney-doğu köşesindeki Küçük Bizans Kilisesi M.S.V.yüzyılda yapılmıştır. Yarım yuvarlak apsisli, tek nefli bir yapıya daha geç devirlerde bazı ekler yapılmıştır. Bu arada V.yüzyılın sonu ile VI.yüzyılın başında yapının uzunluğu boyunca bir bölüm eklenmiştir.
Artemis Tapınağı ile kilise arasında mimari hiçbir bağlantı bulunmamaktadır. VII.yüzyıldaki bir deprem her iki yapıyı da yıkmıştır.
Amerikan Arkeoloji gurubunun 1910’da başlattığı kazılardan sonra tapınak tümüyle ortaya çıkarılmış, 1961’de de kilise onarılmıştır.
Kilise, Hamam, Mahkeme Binası ve Evler
Sardeis yolunun karşısında bir kilise kalıntısı dikkat çekmektedir. İmparator Justinianus (527-565) bu yapıyı kentin başlıca kilisesi olarak yaptırmıştır. Günümüze çok harap gelebilen kilisenin yalnızca dört büyük desteği ayaktadır. Ayrıca sart çayı’na paralel, yol bıyunca iki Bizans kilisesi kalıntısı bulunmaktadır. IV.yüzyıla tarihlenen bu yapıların yapım tarihleri bilinmemektedir. Bununla birlikte laskarisler (1204-1282) dönemindeki bsilikanın üzerine kısmen kalıntıları görülebilen bugünkü kilise yapılmıştır.
Kilisenin 300 m. kuzey-batısındaki bağlar arasında da mahkeme binası olarak tanımlanan bir kalıntı bulunmaktadır. Yan duvarlara ait bazı parçalar ile doğu ve batı yönündeki temel kalıntıları dikkati çekmektedir.
Surlar dışında, kentin doğu ucunda, ana yolun yakınında bulunan hamamın M.S.II.yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır. Roma ve Bizans dönemlerinde de kullanılan yapı, yakınındaki çayın getirdiği birikintilerle neredeyse tamamen çamur içerisinde kalmıştır. Bunun yanı sıra V.yüzyıla ait olduğu sanılan havuz kalıntıları görülen kırmızı tuğladan, bir başka hamam kalıntısı daha bulunmuştur.
Sardes’e yeni yapılmış karayolunun güneyinde VI.yüzyıla ait büyük bir ev kalıntısı ortaya çıkarılmıştır. Kalıntılardan anlaşıldığına göre iki katlı, 30x25 m. ölçüsündeki bu evin yıkıntıları arasında bazı dinsel eşyalarla da karşılaşılmıştır. Bu kalıntının biraz ilerisinde alanda ise çanak-çömlek parçalarının bulunduğu geniş bir alan vardır. Burasının M.Ö.700-200 yıllarına ait, önce Lydialıların sonra da Helenistik Sardeslilerin kullandıkları bir Pazar yeri olduğu düşünülmektedir.
Mezarlar
Sart Çayı’na doğru eğimli arazi üzerinde M.S.IV.V.yüzyıllara ait bir mezar odası bulunmuştur. Duvar freskleri Manisa Müzesi’ne götürülmüş olan anıtın bezemelerindeki tavus kuşları ile benzerleri Anadolu’da çok sık rastlanan bir geleneği işaret etmektedir.
Bu mezar anıtın biraz ilerisinde de Piramit Mezarı diye isimlendirilen ve M.Ö.VII.yüzyıla tarihlenen bir başka mezar anıtı ile de karşılaşılmıştır. Bugün yalnızca temel kalıntıları ile bazı mimari parçaları sağlam kalmıştır. Bu anıtların yanı sıra Sart Çayı’nın karşı kıyısındaki tepede de çok sayıda Lydia kaya mezarları bulunmaktadır.
Bintepe
Akropolün kuzeyindeki Gigia Gölü’nün (Marmara Gölü) güneyindeki alanda sayıları 90’a ulaşan tümülüsler görülmektedir. Bunlar Lydia kralları ile krallığa hizmet veren, devlet önde gelenlerinin mezarlarıdır.
Bu tümülüslerden en önemlileri 1852 ve 1962 yıllarında araştırılmış olan Kral Alyattes ile Gyges’e ait oldukları ileri sürülen mezarlardır. Oldukça iyi durumda olan ve içerisinde taştan mezar odaları olan tümülüsler, çok eski yıllarda soyulmuşlardır.
Magnesia ad Spylum (Manisa)
Antik çağlarda Magnesia at Sipylum ismi ile bilinen Manisa’da ilk yerleşim Üst Paleolitik Çağda (MÖ.45.000-15.000) başlamıştır. Bunun ardından Kalkolitik Çağda (MÖ.5500-3500), İlk Tunç Çağına ait (MÖ.3500-2000) buluntularla karşılaşılmıştır. Manisa yöresi Hititler döneminde 22 kent devletinin birleşmesinden oluşan Assuva Krallığı’nın sınırları içerisinde bulunuyordu. M.Ö. 1200’lerde ise Lydialılar Kızılırmak’a kadar bütün Batı Anadolu’ya egemen olmuşlardır. Antik Çağda Lydia Bölgesi’nin sınırları içerisindedir. MÖ.1200’de Ege göçleri sırasında Yunanistan’dan buraya gelen topluluklar yerli halk ile kaynaşarak yeni bir kültür oluşturmuşlardır. Hermessos (Gediz) ve Kaikos (Bakırçay) vadilerinde kurulmuş olan Tantalis (Manisa) ve Thyateira (Akhisar) bölgede bilinen ilk yerleşimlerdir.
(Sart) Çayı’ndan çıkarılan altın madeni ile ünlüydü. Lidya Krallığı gücü ve zenginliğiyle ünlü son Kral Krezüs’ün adıyla özdeşleşmiştir. Ancak M.Ö. 546 yılında Persler tarafından yıkılmıştır. Bundan sonra yöre bölge; M.Ö. 546 yılından M.Ö. 334 yılına kadar Pers egemenliğinde kalmıştır. Sardes bu dönemde de önemli bir ticaret merkezi olmuştur. M.Ö. 334’de Trakya üzerinden Anadolu’ya geçen Büyük İskender, Pers ordularını yenerek Suriye’ye doğru ilerlemiş ve Pers egemenliğine son vermiştir. Büyük İskender’in M.Ö. 323 yılında ölümünden sonra İskender’in komutanlarının birbirleriyle mücadelesi sonunda Seleukoslar (MÖ.282-261), ardından Pergamon Krallığı’nın yönetimine girmiştir.
Bergama Krallığı III. Attalos’un ölümünden sonra (M.Ö. 133), vasiyeti üzerine Roma İmparatorluğu’nun yönetimine devredilmiştir. Manisa yöresinde meydana gelen büyük depremler sonucu bölgedeki Magnesia, Thyateira, Philadelphia ve Sardes gibi bütün yerleşimler büyük ölçüde yıkılmıştır. Roma İmparatoru Tiberius’un katkılarıyla bu kentler yeniden yapılmıştır. Roma döneminde bölgede üretim ve ticaret canlanmış, Gediz ve Bakırçay vadilerindeki tarımsal ürünlere yeni çeşitler eklenmiştir. M.S. 395 yılında Teodisius’un imparatorluğunu iki oğlu arasında pay etmesiyle Manisa ve çevresi Doğu Roma İmparatorluğu’nun sınırları içinde kalmıştır. Hıristiyanlığın batıya doğru yayılmasında, Philadelphia, Sardes ve Thyateira kentlerinin önemli rolü olmuştur. Magnesia da bu dini ilk benimseyen kentlerden olmuş sonra da önemli bir piskoposluk merkezi haline gelmiştir.
İstanbul 1204 yılında Latinler tarafından işgal edilince imparatorluk merkezi İznik’e taşınmıştır. İmparator Ionnes Ducas döneminde Magnesia ekonomik, sosyal ve stratejik yönden Batı Anadolu’nun en önemli şehirlerinden biri haline gelmiş ve imparatorluk merkezi görevini üstlenmiştir. Sardes, Philadelphia, Thyateira ve Magnesia Kalesi kalıntıları Bizans döneminden kalan kalıntılardır. 1261 yılında İstanbul Latinlerden geri alınınca Manisa önemini yitirmiştir.
Lydia bölgesindeki Magneisa ad Sipylum’un kuzey ile güneyi dağlarla çevrilidir. Güney-doğusundaki Bozdağlar (Tmolos) silsilesi dik yamaçlarla ovadan ayrılarak doğu-batı yönünde Gediz vadisine doğru uzanır. Manisa’nın eteklerinde kurulduğu Spylos Dağı ise, bu dağ grubundan geniş bir vadi ile ayrılıp dik yamaçlar halinde yükselerek kentin 5 km. güney-doğusunda 1513 m.ye kadar yükselir.
Magnesia at Sipylum (Manisa) da bilimsel kazı yapılmadığından yöre ile ilgili bilgi sınırlıdır. M.Ö.3000’de burada yerleşim olduğunu gösteren izlere rastlanmıştır. Ayrıca Manisa’nın kuzey ve kuzey doğusundaki yerleşim yerleri olduğunu gösteren izlere rastlanmıştır. Manisa’nın kuzey ve kuzey-batısında bulunan çanak-çömlek parçaları M.Ö.2000’de yerleşimin sürdüğünü göstermektedir.
Aristoteles ile Çiçero gibi Antik Çağ düşünürleri eskiden burada Tantalis isimli bir kent olduğunu, sonradan burasının bir depremle yıkılarak yok olduğunu söylemişlerdir. Sipylos dağı kenarındaki bu kentin ne zaman ve nasıl kurulduğu belgelerde belirtilmemiştir.Ancak Magnesia’nın bir İon veya Aieol kenti olmadığı, Gyges’in burayı ele geçirdiği bilinmektedir.
M.Ö.XII.yüzyılın başlarına kadar süre gelen kavimler göçünün Hitit egemenliğinin sona ermesinden sonra Tantalos Kenti’nin olduğu yere Spylos Aristides, daha sonraki yıllarda başka bir kentin kurulduğunu söylemiştir. Plinius, Magnesia Sipylum olarak isimlendiriliyorsa da daha önce buraya Tantalis dendiğini yazmıştır. Tantalis’in de Lydia’nın başkenti olduğunu da sözlerine eklemiştir.
Grek mitolojisine ve Yunan kaynaklarına göre Frigia Kralı Tantalos, Zeus’un oğlu olarak kabul edilmiştir. Kral Tantalos’un Pelops isimli bir oğlu ile Niobe isimli bir kızı vardır. Pelops Anadolu’dan Yunanistan’a giderek orada Peleponnesos’u kurmuştur.
Grek kaynaklarına göre Kral Tattalos, Olympo tanrılarının sevgisini kazanmıştır. Bir gün tanrıları sarayındaki bir şölene davet ederek onların sezgilerini denemek istedi. Bunun için de oğlu Pelops’u parça parça keserek pişirdi, ardından sofraya getirerek tanrılara sundu. Ne var ki Demeter dışındaki bütün tanrılar Tantalos’un oyununu anladılar. Yalnızca bunu anlamayan Demeter Pelops’un omuzunu yedi. Buna çok kızan tanrılar Pelepos’u yeniden canlandırdılar, tantalos’u cezalandırarak yer altı dünyasının hakimi Hades’e gönderdiler ve onun sürekli susamasını sağladılar. Tantaros gölün suyunu içmek için eğildiğinde sular geri çekiliyor, kalktığında ise geri geliyordu. Öte yandan Pelops da tanrıları kızdırarak Magnesia’dan kovulmuş ve Yunanistan’a gitmek zorunda kalmıştır.
Pausanias bu olayları anlattıktan sonra Sipykos dağında Tantalos’un mezarı olduğunu ve buradaki gölün üzerinde de beyaz kartalların uçtuğunu sözlerine eklemektedir. Onun dışındaki antik tarihçiler Sipylos’da, tantalis, Sipylos veya İdea isminde bir kent olduğunu, bir gün depremle yıkılan bu kentin yerine bir gölün meydana geldiğini yazmıştır.
Tantalos’un kızı Niobe de Spylos’da yaşamıştır. Orada Leto ile birlikte büyümüş, onunla arkadaşlık yapmıştır. Bu arada Niobe, tebai Kralı Amphion ile evlenmiş ve ondan altısı erkek, altısı kız çocuğu olmuştur. Niobe çocuklarından ve onların güzelliklerinden son derece gurulanmaktaydı. Bu gurudan dolayı da tebai’li kadınların Leto için kurban sunmalarını yasaklamıştı. Bu arada Leto’nun çocukları olan Apollon ve Artemis’ten kendisininkilerin daha güzel olduklarını her yerde ulu orta söylemekteydi. Leto’nun bu sözlere çok üzüldüğünü gören Apollon ile Artemis Niobe’nin çocuklarını oklarıyla öldürdüler. Bunun üzerine Niobe acıdan kıvrandı, gözyaşları kurudu, hıçkırıkları boğazından çıkmaz oldu. Sonunda Zeus’dan acılarının dinmesi için kaya şekline sokulmasını istedi. Bunun üzerine Manisa’nın Spylos dağında kadına benzer bir kayaya dönüştü.
İzmir’den Manisa’ya uzanan karayolunun Manisa girişinde Niobe’ye benzeyen bir kayalık görülmektedir. Tarihçi Pausanias da bu olaya değinmiştir:
“Sipylos Dağı’na gittiğimde Niobe olarak bilinen kayayı gördüm. Yakından bakıldığında bu kaya ne bir kadına ne de ağlayan bir figüre benzemektedir. Ancak uzaktan bakıldığında insan onun eğilmiş başı ile ağlayan bir kadın olduğunu hayal eder. Ben bir zamanlar Grygia’lı tantalos’un kızı Niobe’nin Sipylos Dağı’ndaki hüzünlü ölümünü duymuştum. Derler ki, kayalar püskürerek Niobe’yi sarmaşık gibi çevrelemiştir ve şimdi o, ölümsüz arkadaşları yağmur ve karla yıpranmaktadır. Onun ıslak kirpiklerinden akan gözyaşları hiç durmaksızın göğsüne damlamaktadır. Karabasanlar da ölüm bana aynı biçimde sık sık görülmektedir”.
Manisa Dağı’nın (Spylos) kuzey- doğu eteklerinde, kent merkezine 6 km. uzaklıktaki Akpınar denilen yerde düz kaya üzerinde oturan bir kadına benzer kabartma bulunmaktadır. Burada kayaya oyulmuş kadın figürünün anatanrıça tasviri olduğu sanılmaktadır. Doğal koşullardan büyük ölçüde etkilenmiş olan, iki eliyle göğüslerini tutan, silindirik başlıklı bu figürün yanında kare çerçeve içerisinde Hitit hiyorogliflerinin izleri görülmektedir.
Anatanrıça Kybele (Magna Makter) tasvirleri Magnesia sikkeleri üzerinde iki arslan arasında oturur durumda resmedilmiştir. Bunun yanı sıra Sipylos Dağı’na Zeus, Apollon, Dionysos ve Demeter resimlerine de yine sikkelerde rastlanmaktadır. Bu da Magnesia ad Sipylum’da Olympos tanrılarının da Anatanrıça Kybele’nin yanında saygı gördüklerine işaret etmektedir. Anatanrıça kabartmasının güney-batısında “Yarık kaya” yakınında kayalara oyulmuş mezarlar arasında M.Ö.700-600 yüzyıllara tarihlenen ve Frigy özelliklerini yansıtan bir kaya mezarı ile karşılaşılmıştır.
Magnesia’daki bu kalıntılardan çevrenin Assuva denilen Hitit devleti sınırlarında olduğu anlaşılmaktadır. Kabartmalarından dolayı da Hititler ve onu izleyen Lydialılar döneminde Anatanrıçanın saygı gördüğü anlaşılmaktadır. Magnesia M.Ö.546’da Pers Kralı Keyhüsrev’in Lydia’lıları yenişinden sonra, pers egemenliğine girmiştir. Dareios zamanında M.Ö.522-486 İonya’daki diğer kentlerle birlikte zaman zaman Perslere başkaldırmıştır.
Manisa’nın 1,5-2 km. doğusunda, Sipylos Dağı’nın ova ile birleştiği yerde bir kaya mezarına daha rastlanmıştır.