‘Manevî Cihat’ ve Nursî’nin Siyasete Bakışı
Nursî’nin manevî cihadının temeli ve hedefi, en temel düzeyin -imanın temelinin- yenilenmesi ve yeniden yapılandırılmasıdır. Bunun diğer bütün meselelerden daha önemli olduğunu daima vurgulamıştır. Bu “vazifeyi” ahir zaman bağlamına yerleştirerek eğer Mehdi bu zamanda gelseydi, misyonunun temeli olarak, hilafet ya da şeriattan çok iman meselesini kabul ederdi diyordu. Halbuki halkın nazarında diğer ikisi daha geniş ve ivedi görünmektedir.46 Bu zamanın saldırıları karşısında, imanı kurtarmak ve tecdit etmek görevi diğer bütün meselelerden daha önemlidir. Daha önce izah edildiği üzere, Risale’nin Kur’an’dan çıkan “manevî kılıcı” bu manevî cihadı yaptığından, “maddî” cihada ihtiyaç kalmamaktadır.
Bu sorunun önemi nedeniyle, Nursî’nin siyasete karşı -hatta kendi davasına hizmet edebilecek olması ve şartları onlar için kolaylaştırabilecek olmasına rağmen- ilgisizliği ve katılmaması önemli bir merak konusu olduğu için, Nursî’nin bu yaklaşımının nedenlerini, bu konudaki sorulara verdiği cevaplara dayanarak kısaca ele alacağız.
Birincisi, insanların ikna edilmesi ve ‘kazanılması’ ya da yeniden hakka ‘döndürülmesi’ gerekmektedir ve siyaset bunda olumsuz bir etkiye sahiptir:
Bu zamanda ehl-i İslamın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yeganesi nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun... Onun için, bütün kuvvetimle nura sarılmaya mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lazım geliyor.47
İkincisi, ‘iman hakikatleri’ ne istismar edilebilir ne de küçümsenebilir. Nursî’ye göre iman hakikatleri ve bu hakikatlere hizmet dünyadaki her şeyin üzerindedir. Kendisi bu iman hakikatlerinin istismarına yol açabilecek her türlü faaliyetten titizlikle kaçınmıştır.48 Bu hakikatler -bilhassa siyasî akımlar ve güçler tarafından- hiçbir şeye alet edilemez ya da küçümsenemezler. Bu nedenle “Kur’an-ı Hakimin hizmeti, bize [Risale-i Nur talebelerine] kati bir surette siyaseti yasak etmiş.”49
Nursî’nin siyasetten uzak durmasının üçüncü ve en önemli nedeni ise, Risale yolunun “en büyük kuvveti”50 ve “temeli” olan ihlastır. İhlas, Risale talebelerinin Kur’an’a ve imana hizmet “vazifelerini” “vazife-i İlahiye’ye karışmadan” -ki bu husus siyasete geldiğinde çok ince bir anlam ifade etmekte ve aceleci olmama ve hemen sonuç beklentisiyle hareket etmeme anlamına gelmektedir- yerine getirmeleridir.
Dördüncüsü, tarafgirlik ve ihlas sorunudur. Nursî bu konuda şu görüşü benimsemektedir: “Mesleğimizin esası olan ihlas bizi men ediyor. Çünkü, bu gaflet zamanında, hususan tarafgirane mefkureler sahibi, herşeyi kendi mesleğine âlet eder... Halbuki, hakaik-i imaniye ve hizmet-i nuriye-i kudsiye, kainatta hiçbirşeye alet olamaz. Rıza-i İlahîden başka bir gayesi olamaz.”51
Beşincisi, insanları dini istismar etmeye götürmesinin yanı sıra, tarafgirlik, Müslümanlar arasında birliği bozmak ve ihtilafa sebebiyet vermek dahil başka olumsuz sonuçlara da yol açar.52
Altıncısı, Nursî ve Risale talebelerinin şiddetle siyasetten kaçmalarının ana nedeni ve bir başka sonucu da, siyaset yüzünden masumların zarar görmesidir. Nursî’ye göre suçlu olan başkalarının yüzünden masumların zarar görmesi tamamıyla İslam adaletine aykırıdır. “Herkesin kazandığı kendisinedir, kimse başkasının yükünü taşımaz” (Enam, 6:164) ayetinden çeşitli bağlamlarda bir ilke olarak bahsetmekte, özellikle de İslam medeniyeti ile günümüz medeniyeti arasındaki karşılaştırmada kullanmaktadır. Bu ilke günümüz medeniyeti tarafından sürekli ihlal edilmektedir. Aşağıdaki mektubun devamında, Nursî tartışmayı cihadı da içerecek şekilde genişletmekte, bu nedenle “İslam dairesinde” din namına güç kullanımı ya da şiddetin yasal olmadığına işaret etmektedir. Muhtemelen siyasî yan anlamlar içermesi nedeniyle darü’l-İslam terimi yerine İslam dairesi ibaresini kullandığına dikkat edin:
Cihad, dinî de olsa, kafirlerin çoluk çocuklarının vaziyetleri aynıdır. Ganimet olabilir; Müslümanlar, onları kendi malikiyetine dahil edebilir. Fakat İslam dairesinde birisi dinsiz olsa, çoluk çocuğuna hiçbir cihetle temellük edilmez, hukukuna müdahale edilmez. Çünkü o masumlar, İslamiyet rabıtasıyla dinsiz pederine değil, belki İslamiyetle ve cemaat-i İslamiye ile bağlıdır. Fakat, kafirin çocukları, gerçi ehl-i necattırlar; fakat hukukta, hayatta pederlerine tabi ve alakadar olmasından, cihad harbinde o masumlar memluk ve esir olabilirler.53
Manevî Cihat ve ‘Müsbet Hareket’
Vefatından önce talebelerine verdiği son dersinde Nursî, manevî cihadın Risale yolunun merkezî kavramı olduğunu vurgularken,54 birkaç caninin yüzünden masumların zarara sokulmaması gerektiği hususunu tekrarlamıştır. Bu nedenledir ki ‘İslam dairesinde’ güç kullanımına izin verilmemiştir. “Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk çocuğu ganimet hükmüne geçer.” Yine “Kimse kimsenin günahını çekmez.” (6:164, 17:15 vs.) ayetini tekrarlayarak, Nursî bu zamanda haricî cihat ile dahilî cihat arasında büyük bir fark bulunduğunu vurgulamıştır. Ülke içindeki yani daire-i İslam’daki hareket “müsbet hareket” olmalıdır. Tahrip fizikî ya da maddî olmayıp ahlakî ve manevî olduğundan buna karşı mücadele de aynı şekilde olmalıdır. “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfi hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.”55
Nursî, Risale talebelerini “asayişin muhafızları” olarak tarif etmiştir. Çünkü “iman dersiyle herkesin kafasında bir yasakçıyı bırakıyorlar. Emniyet ve asayişi muhafaza ediyorlar.”56
Nursî, Risale’nin bu işlevine bu kadar önem vermesinin nedenini 1940’ların ortalarında yazdığı bir mektupta açıklamaktadır. Ona göre Risale “bu mübarek vatanın manevî bir halaskarı” olduğundan, memleketin karşılaştığı anarşi ve anarşinin meydana getirmeyi amaçladığı tahribat olan “iki dehşetli manevî belayı def etmek için matbuat alemiyle tezahüre başlamak, ders vermek zamanı geldi veya gelecek gibidir.”57
Bu iki “bela” ya da “akım”dan birisi yalnızca Türkiye’yi kuzeyden tehdit etmekle kalmayıp, içeride de kendisine yer bulan komünizm idi. İkincisi ise “kökü dışarıda olan” ve amacı dinsizliği yaymak, Müslümanlar arasında ihtilaf çıkarmak ve Müslümanları yozlaştırmak olan ifsat komiteleridir. Bu iki akım mutlak dinsizliği temsil etmektedir. İfsat komitelerinin maksadı İslam dünyasının imhası ve propaganda vasıtalarıyla İslam dünyası ile bu İslam’ın eski merkezi arasındaki bağları koparmaktır. Hem bu tabii desteğinden koparılan hem de gücünün kaynağı olan İslam’dan koparılan Türk milleti iki dinsizlik akımının ifsadına dayanamayacak ve ahlakî çöküntünün sonucu olarak anarşiye düşecektir.58 Çünkü, Nursî’nin ifadesiyle “katiyen dinsiz bir millet yaşamaz.”59 Risale kuzeyden gelen komünizm akımına ve onun ülke içindeki gizli destekçilerinin “ahlakî ve manevî tahribat”ına karşı “Kur’anî bir sed” oluşturmuştur. Bu akımların tahribatlarını tamir etmek için Risale, “tamirci manevî bir atom bombası” olmuştur.
“Çok ehemmiyetli” olduğu vurgulanan bir mektupta Nursî’ye göre Risale talebelerinin bu zamandaki en önemli vazifesi: Tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir... Cenab-ı Hakka şükür ki, Risale-i Nur, bu müthiş tahribata karşı girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor. Sedd-i Zülkarneynin tahribiyle Yecüc ve Mecüclerin dünyayı fesada vermesi gibi, şeriat-ı Muhammediye (a.s.m.) olan sedd-i Kur’anînin tezelzülüyle ve Yecüc ve Mecücden daha müthiş olarak ahlakta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor. Risale-i Nur’un şakirtleri, böyle bir hadisede manevî mücahedeleri, inşaallah zaman-ı Sahabedeki gibi, az amelle, pek büyük sevap ve a’mal-i salihaya medar olur.60
Nursî, maksatları emniyet ve asayişi bozmak olan dehşetli kuvvetlerin Türkiye’de Mısır, İran ve Fas gibi ülkelerden daha aktif olmalarına rağmen, bu ülkede emniyet ve asayişi bozamamalarının nedenini, 600 bin Risale nüshaları ve 500 bin Risale talebelerinin zabıtaya bir manevî kuvvet olmasına atfetmektedir.61
‘Müsbet Hareket’in Diğer Yönleri
Risale’nin İslam’daki diğer yolların takipçilerine ve hatta İslam’ın sapkın mezhepleri ve hıristiyanlara karşı öngördüğü yol ‘müsbet hareket’tir. Onların Risale’ye kaşı saldırganca ya da düşmanca davranmaları halinde dahi bu prensip geçerlidir. Allah’a inananların dinsizlik güçleri karşısında birleşik bir cephe oluşturması ve ihtilafa düşmemesi gerekmektedir:
Biz, değil onlar gibi ehl-i diyanet ve tarikata mensup Müslümanlar, şimdi bu acip zamanda, imanı bulunan ve hatta fırka-ı dalleden bile olsa onlarla uğraşmamak; ve Allah’ı tanıyan ve ahireti tasdik eden hıristiyan bile olsa, onlarla medar-ı niza noktaları medar-ı münakaşa etmemeyi, hem bu acip zaman, hem mesleğimiz, hem kudsi hizmetimiz iktiza ediyor.62
... Mesleğimiz, müsbet hareket etmektir. Değil mübareze, belki başkaları düşünmeye de mesleğimiz müsaade etmiyor.63
Müsbet hareketin bir başka yönü de zulme karşı sabır ve metanet göstermektir. Bu hareket, en yüksek fedakarlığı gerektirmektedir: “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfi hareket değildir. Rıza-i İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” Nursî daha sonra, “menfi değil müsbet hareket etmek için” “30 yılı aşkın süredir gördüğü bütün kötü muameleye karşı sabır ve metanet gösteren”64 kendisini örnek vermektedir.
“Bu vatan ve dinin gizli düşmanlarının bu eşedd-i zulm-ü Nemrudanelerine karşı” “maddî kuvvetle” ya da “menfi cihette” karşılık vermemek gerektiğinin nedenini, “yüzde on zındık dinsizin yüzünden doksan masuma zarar gelmemek”le ve dahildeki emniyet ve asayişi muhafaza etmekle açıklar.65