İddia:
İmam Şafiî’ye göre, Cuma cemaatinin asgarî sayısı kırk kişi olup, bir köyde ikamet etmekte olan kırk kişi toplanırlarsa, Cuma namazı kılmak bunlar üzerine farz olur. Sayı eğer kırka ulaşmazsa, o takdirde bu köy halkına Cuma namazı kılmak farz olmaz.
Burada köyün zikredilmesi, nüfusu az olduğundandır. Yoksa şehirdekilere Cuma namazının farz olduğunda müçtehitler arasında ihtilâf yoktur.
Cevap:
Bu buluşa hayran kalmamak mümkün mü? İfadenin her tarafından zekâ fışkırıyor! “Kırk sayısı, sadece nüfusu az olan köyler için geçerlidir. Yoksa “bir şehir camiinde veya bir mahallesinde Fatihayı okuyan olmasa da, kırk sayısı bulunmasa da, yine de Şafiilere Cuma farz olur!” İn haza illa bühtanun azîm.
- Şafii mezhebine göre, cumanın sahih olmasının şartlarından biri de, mükellef, hür, erkek, mukim(sürekli cumanın kılındığı yerde oturan) -imam dahil- kırk kişiden meydana gelen -hutbenin başından namazın bitimine kadar orada bulunan- bir cemaatin olmasıdır. Şayet hutbe esnasında bazıları dışarı çıksa ve bundan ötürü kırk sayısı eksik olsa, o adamlar geri geldiği zaman hutbenin o kısmının yeniden okunması gerekir.(bk. İmam Nevevî, el-Minhac/es-Sirascu’l-Vehhac, s. 86)
Kırk kişilik cemaatte bir tek kişi ümmî ise/Fatihayı okuyacak durumda değilse, Cuma namazı sahih olmaz.( bk. a.g.y)
İddia:
İmam Şafiî, en az kırk kişinin aynı zamanda imamın arkasında Fatiha okumasını da asla şart koşmamıştır. İmama uyanın Fatiha okuyup-okumaması başka bir konudur. Şafiî’nin Fatiha okumayı imama uyanlar için farz görmesi, Cuma namazının farz olması için Cuma cemaatinden en az kırk kişinin Fatiha okumasını da Cumanın şartlarından görmesi anlamına gelemez.
Bunun şart olduğu kabul edildiği takdirde cemaatin mezhebin namaz için farz kabul ettiği her şeyi yapıp yapmadıklarını araştırmak gerekecektir.
Bu araştırmaysa hem mümkün değildir, hem de men edilmiştir. Hadi, cemaatin de Fatiha okuduğunu kabul edelim. Kişiye Cuma namazının farz olması için bu da yetmeyecektir. Çünkü Said Nursî’nin dediğine göre, Cuma namazının farz olabilmesi için cemaatten en az kırk kişi Fatiha’yı hatasız okumalıdır. Merhum İmam Şafiî (r.a.), "Namazda Fatiha suresini okumak farzdır. Okuyabilen kimse namazda Fatiha’dan bir harf bile terk ederse namazı sahih olmaz." demiştir. O hâlde, her Şafiî Cuma namazından önce cemaatin Fatiha suresini okuyuşunu imtihan etmelidir! Hatta bu iş, -bırakalım namazın farzlarını- abdestin farzlarına, ihtilâflı meselelerde bozulup bozulmamasına kadar dayanır. Cemaatin abdestinin ve namazının kendi mezhebine göre yerine getirilip getirilmediğinin hafiyeliğini yapmak, kişiyi kendisinin üzerine farz-ı ayn olan işleri bırakmasına yol açar.
Said Nursî, muhtemelen birtakım siyasî mülâhazalarla Cuma namazı kılmamıştır. Bu fiiline bahane olarak Şafiî mezhebinin görüşlerini göstermesi tamamen tutarsızdır ve Şafiî mezhebine karşı da haksızlıktır.
Cevap:
Bediüzzaman hazretlerinin vurguladığı husus, imamın arkasında kırk kişiden aşağı kimsenin fatiha okuması durumunda cumanın bir şafiiye farz olmadığıdır. Yoksa, Cuma namazı kılması caiz değil, demek değildir. “Onun için burada bana cum'a farz değil. Ben, mezheb-i Âzamîyi takliden, bâzen sünnet olarak kılıyordum”( Emirdağ Lâhikası I, 45) şeklindeki ifadesi tereddüde yer vermeyecek açıklıktadır.
Farziyetin şartı ile sıhhatin şartını fark etmemek veya görmezlikten gelmek hakikaten manidardır.
“Said Nursî, muhtemelen birtakım siyasî mülâhazalarla Cuma namazı kılmamıştır” ifadesi, dipnotta açıklanmıştır. Bununla Bediüzzaman hazretlerinin cumayı kılmamasının asıl sebebi, onun Türkiye Cumhuriyetini –bazılar gibi- Daru’l-harb olduğunu kabul etmesi olduğuna işaret edilmiştir.
- Evvela, bizim mezhepsiz fakihimiz, öyle anlaşılıyor ki, işi köstebekliğe dökmüştür. Bediüzzaman’ın şahsında nur talebelerini “Türkiye’yi daru’l-Harb” olarak görmekle suçlamakta ve onları jurnal etmektedir. Sizce bu-İslam açısından-hangi mezhebe sığar? El-Cevap; mezhepsizlik mezhebine..!
- İkincisi, bu kehanet sadece “recmem bil-gayb = gabya taş atmak” türünden bir iftira değil, aynı zamanda “Rağmen bil-meşhud = gözle görülen hakikate rağmen” yapılan bir bühtandır. Fazla söze hacet yok. İşte dünyanın her tarafında bulunan Nur talebelerinin bilinen müspet kanaatleri; İşte Bediüzzaman hazretlerinin konuyla ilgili açık ifadeleri:
“Şeâir-i İslâmiyeyi tağyire teşebbüs edenlerin senetleri ve hüccetleri, yine her fena şeylerde olduğu gibi, ecnebîleri körü körüne taklitçilik yüzünden geliyor. Diyorlar ki: "Londra'da ihtidâ edenler ve ecnebîlerden imana gelenler, memleketlerinde ezan ve kamet gibi çok şeyleri kendi lisanlarına tercüme ediyorlar, yapıyorlar. Âlem-i İslâm onlara karşı sükût ediyor, itiraz etmiyor. Demek bir cevaz-ı şer'î var ki sükût ediliyor."
“Elcevap: Bu kıyasın o kadar zâhir bir farkı var ki, hiçbir cihette onlara kıyas etmek ve onları taklit etmek zîşuurun kârı değildir. Çünkü, ecnebî diyarına, lisan-ı şeriatta "dâr-ı harp" denilir. Dâr-ı harpte çok şeylere cevaz olabilir ki, diyar-ı İslâm’da mesağ olamaz.”
“Hem frengistan diyarı, Hıristiyan şevketi dairesidir. Istılahât-ı şer'iyenin maânîsini ve kelimât-ı mukaddesenin mefâhimini lisan-ı hal ile telkin edecek ve ihsas edecek bir muhit olmadığından, bilmecburiye, kudsî maânî, mukaddes elfâza tercih edilmiş; maânî için elfaz terk edilmiş, ehvenüşşer ihtiyar edilmiş.”
“Diyar-ı İslâmda ise, muhit(Çevre), o kelimât-ı mukaddesenin meâl-i icmâlîsini ehl-i İslâma lisan-ı hal ile ders veriyor. An'ane-i İslâmiye ve İslâmî tarih ve umum şeâir-i İslâmiye ve umum erkân-ı İslâmiyete ait muhaverât-ı ehl-i İslâm, o kelimât-ı mukaddesenin mücmel meallerini, mütemadiyen ehl-i imana telkin ediyorlar. Hattâ, şu memleketin maâbid ve medâris-i diniyesinden başka, makberistanın mezar taşları dahi birer telkin edici, birer muallim hükmündedir ki, o maânî-i mukaddeseyi ehl-i imana ihtar ediyorlar. Acaba kendine Müslüman diyen bir adam, dünyanın bir menfaati için bir günde elli kelime frengî lügatından taallüm ettiği halde, elli senede ve hergünde elli defa tekrar ettiği Sübhanallah, Elhamdülillâh ve Lâ ilâhe illâllah ve Allahuekber gibi mukaddes kelimeleri öğrenmezse, elli defa hayvandan daha aşağı düşmez mi? Böyle hayvanlar için bu kelimât-ı mukaddese tercüme ve tahrif edilmez ve tehcir edilmezler. Onları tehcir ve tağyir etmek, bütün mezar taşlarını hâkketmektir; bu tahkire karşı titreyen mezaristandaki ehl-i kuburu aleyhlerine döndürmektir.” (Mektubat/29. Mektup/7. kısım)