BÜNYEVİLEŞME YAZILARI - 1

DÜNYEVİLİK - BÜNYEVİLİK İKİLEMİ


Nefis girdabına dalışların derinleştiği ahirzaman tabloları yaşıyorduk toplum olarak. Nefis girdabı; mevki, makam sevgisi, para, eğlence gibi olgularla heves helezonunu salıvermişti insanlar arasına. Duygusal med-cezirler, kabarık hisler; yalan ile doğrunun iç içe girdiği bir alem çarşısını taşıyordu iç dünyalarımıza. Ahirzaman, asr-ı saadetin izdüşümlerini yansıtamıyor, milenyum çiçeklerinin üzerine asr-ı saadet esintileri uğramaz oluyordu. Zamanê insanlarının kalp çizgileri, Nebevî çizgiyle kesişmediğinden sık sık sarsıntılar yaşanıyordu iç dünyalarımızda. Ve iç dünyalarımız kapılarını “bu dünya”ya ardına kadar açarken, “öte dünya”ya ışık sızmayacak derecede ancak açabiliyordu. Hâsılı; bâkiye bedel, fâniye dönüştü aynalarımız.

Halimiz buydu ve pek de endişe ediyor değildik bu gidişattan. Camın cam elmasın elmas olduğunu biliyor ve severek kırılacak cam parçalarını elmaslara tercih ediyorduk. Dünyada mutlu yaşamak uğruna, ahiretimizi “yakıyor”duk farkında olmaksızın.

Uzun zamandır zihinlerimiz beş artı beşe odaklanmıştı mesela. Bir kupa maçı yüzünden kim bilir kaçımızın vakit namazları güme gitmişti sessizce. Afâktan enfüse; televizyondan kitaplara, nefsâni şarkılardan ilahî nağmelere, kesretten vahdete, dünyevî meşgaleden secdeye hicret yolculuğuna çıkamaz olmuştuk nicedir.

Peki nedendi bu “dünyayı” “ahiret”e tercih edişler? Hiç cam parçası-hem de severek bile bile- elmasa tercih edilir miydi? Bu zamanın acip bir hassası olarak nitelendiriyordu bunu Asrın Bedî’si. Zira hissiyat kördü ve akibeti görmüyordu. Dolayısıyla da hazır bir dirhem zehirli lezzeti ileride bir batman sâfi lezzete tercih ediyordu. Sonra her zamanın bir “mergub metaı” vardı. Bu zamanda da “dünyalıklar” ön plandaydı. Sanki insan sırf dünya için yaratılmış nefis merkezli bir “arz”lı idi. Nefis ise tam bir dünyaperest idi. Zira”ebedî bu dünyada kalacak” gibi nazlanıyordu. Dünya, iç yüzü itibariyle “ebedî kalmak için yaratılmış bir menzil değildi.

İç yüzünün yanında “üç yüzü” de vardı dünyanın. İkisi bünyevîlik, biri dünyevîlik arz ediyordu. Birinci yüzü Cenab-ı Hak’kın esmasına bakıp, onların nakışlarını gösteriyordu. İkinci yüzü ahirete tarla, cennete mezraa olup, ebed memleketine mahsûl yetiştiriyordu. Bu iki yüzü itibariyle dünya güzel bir”alem”di. Çünkü “alem” ilim kökünden olup “Cenab-ı Hak’kı bildiren” manasını taşıyordu.

Üçüncü yüz ise insanın hevesâtına bakan, gaflet perdesini kalınlaştıran, ülfetin getirdiği külfet hallerini yaşatan bir yüzdü. Bu yüzde yalan vardı. Sefahat vardı. Oyun, eğlence vardı. Kısacası bu yüzü itibariyle dünya “başka bir alem”di.

İnsanların çoğunluğunun boğulduğu bir alemi ifade ediyordu dünyanın bu yüzü. Dünya- ahiret dengesini kuramayıp da dünya kefesi ağır basanların dünyasını. Hadisin ifadesiyle”bir çok kişinin az bir menfaat için dinini rüşvet olarak verdiği” dünyayı. Yine hadis-i şerif’de ifadesini bulan “bütün kötülüklerin başı”idi bu yüz.

Oysa dünyayı belli bir hikmet, gaye, nizam ve intizam içinde yaratan Sani-i Hakîm, elbette insanları başıboş bırakmazdı. İnsan büyüse bir kainat, kainat küçülse bir insandı âdeta. Demek insan içinde koca bir kainatı taşıyordu. Her şeyi sanatla ve hikmetle yaratan Sanatkâr, kainatı bir daire şeklinde kılıp onun da merkezinde insanı, insan dairesinin merkezinde rızkı, rızk dairesinin merkezinde ise şükrü dercetmişti. Yani insanın aslı vazifesi “şükür”dü. Ve ilk iki yüz, kainat, hayat, insan, rızkı, şükür daireleri bakımından “bünyevîlik” arzediyordu. Üçüncü yüz ise “ârızî”ydi ve “arzî”ydi.

Bu konuyu da bir dahaki yazımızda işleme temenîsi ile...

Seyfeddin Gültekin


--------------------------------------------------------------------------------