FUAR YAZILARI - 1
YAŞANMIŞ BİR FUARDAN İNSAN ÇÖZÜMLEMELERİ
O gün fuarın yollarını adımlarken düşünceliydim. İçimden bir ses bugün farklı bir şeyler yaşayacağımı söylüyordu bana. Ankara’nın göbeğinde Kocatepe camisinin avlusunda açılan kitap fuarına her gün binlerce insan uğruyor, gelenler fıtratına, mizacına, düşünce yapısına uygun kitaplardan istifade ediyorlardı.
Gün “asr”laşmış, ilkindi olmuştu. Namazı henüz yeni kılmış, Yeni Asya Neşriyat standına dönmüştüm ki beş altı kişilik üniversiteli bir genç grup kitapları inceliyor, kendi aralarında yorumlar yapıyorlardı. Hazır böyle bir genç grup yakalamışken diyalog kapısını aralayacak birkaç soru cevaptan sonra gençlere: “şu tarz sorularla karşı karşıya gelseniz nasıl cevap verirsiniz diye sordum?”
Allah kainatı yaratmadan önce ne yapıyordu?
Allah kendinden daha büyük bir varlık yaratabilir mi?
Allah’ı rüyada görebilir miyiz?
İnsan bu dünyaya niçin gönderildi?
Kainatın niçin mutlaka bir yaratıcısı olması lazım?
Ben soruları sorarken masanın etrafındaki kalabalık da bir hayli artmıştı. Soruları yönelttiğim gençlere dikkatle baktım. Yüz ifadelerinde bir endişe ve çaresizlik seziliyordu. Aslında amacım gençleri bu sorularla zor durumda bırakmak değil, bazı hakikatlere odaklanmalarını sağlamaktı. Herkesin pür dikkat olduğu, dinleyenlerin bu sorulara yoğunlaştığı bir esnada arkalardan uzun boylu, esmer, çenesinin alt kısmında hafif sakalı olan sırtı çantalı bir genç atılarak : “saçma sapan sorularla gençlerin dimağını zehirlemeye çalışıyorsunuz. İlla bir yaratıcı ve onun koyduğu kurallar ile hayatımızı kısıtlamamız mı lazım?”dedi.
Ortalık bir anda gerginleşmiş, standın önündeki kalabalık da bir hayli artmıştı. Kızmak, öfkelenmek bir çare değildi. Hele susmak hiç çare değildi. Medenilere galebe çalmak ikna ileydi. Genç arkadaşı kalabalığın arasından alıp standın içine davet ederek: “Kendinizce fikirlerinizde haklı olabilirsiniz. Ama dilerseniz akıl ve vicdan hakemliğinde, münakaşadan ziyade fikir alış verişi tarzında bir sohbet havası oluşturalım. Konuşmalarımızı da mümkün mertebe ispat ve delillere dayandıralım ki sözlerimiz havada kalmasın.”dedim .
Muhatabımın ismi Kemal’di. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimlerde okuyordu. Öncelikle kendisini bir fuar ortamında fikirlerini savunabilmesinden dolayı tebrik ettim. Meseleye nereden gireceğimi çok iyi biliyordum. Zira bu tip insanlara önce Allahın varlığını aklen ispat etmek gerekiyordu. Kemal’e hitaben:
“Şu kainatı, mevcudatı kimse inkar edemez. Bütün gördüğümüz bu mevcudatın var olabilmesi için diyeceğiz ki bunları ya sebepler yaptı, ya kendi kendilerine meydana geldiler, ya tabiat yarattı, ya da yüce bir Kudret tarafından yaratıldılar. Aklen bu dört yoldan başka bir yol mümkün değil. Sizce de öyle değil mi?” diye sordum. “Devam et” dercesine yüzüme bakıyordu.
İkna metodlarının en güçlülerinden biri olan “Olmayan Ergi Metodu” nu kullanmayı düşünüyordum. Yani mahlukatın bu yollardan ilk üçü ile yaratılamayacağını ispatlarsam, bütün mahlukatı yaratanın Yüce Allah olduğunu da ispatlamış olacaktım.
Sebeplerin yaratıcı olamayacağını bir örnekle açıklamaya çalıştım Kemal’e: Bir eczahaneye girdiğimizde belki binlerce ilaçla karşılaşırız. Her bir ilaç değişik maddelerden hassas ölçülerle alınarak belli şartlarda reaksiyonlar sonucunda elde edilmiştir. İlacı oluşturan hammadde yüzdeleri çok önemlidir. Öyle hammadde vardır ki bir ilaca yüzde iki nispetinde katılırsa ilaç olurken, yüzde beş oranında katılırsa zehir olabilmektedir.
Bu gerçekler göz önündeyken siz birisine: “bir rüzgar esmesiyle şişedeki hammaddeler devrildi, ölçülü bir şekilde bir araya geldiler ve ilaç oldu” deseniz herkes size güler geçer.Her bir ilaç ilim sahibi bir kimyageri göstermez mi?
İşte kainat eczahanesinde bir hayvana hangi sebep hayat verebilir? Bir bitkinin atomlarını hangi kuvvet mükemmel şekilde dizayn edebilir? İnsan vücudundaki bir organı -mesela gözü- hangi sebep yerli yerine yerleştirip, güneşle uyumlu kılabilir?
Kemal hayretler içindeydi. Hayatında ilk defa böyle manidar SÖZLER duyuyordu. Kim bilir hangi ortamda, nasıl bir sistemde çelinmişti zihni? Hayatı sorgulamak, insan-dünya-kainat üçgenini keşfetmeye çalışmak aklının ucundan bile geçmemişti şimdiye kadar. Sohbetimiz bir hayli koyulaşmış, iftar vakti de yaklaşmıştı. “ Abi bu konuşmamızı yarında sürdürelim” diyerek Kemal evinin yolunu tutmuştu. Bakalım yarın hangi sürprizle karşılaşacaktım.
Seyfeddin Gültekin
--------------------------------------------------------------------------------