İnkâr edenlerin kalplerindeki korku

Hayatlarını mü'minlere karşı mücadeleye adamış, onlara karşı nifakı, bozgunculuğu ve kötülüğü alışkanlık haline getirmiş olan inkârcılar ellerine geçen her fırsatı mü'minlerin aleyhine kullanırlar. Bunun en önemli sebebi inananların hakkı savunmaları, güzel ahlâk sistemini yaymaları ve adalet uğruna çalışmalarıdır. Mü'minler zalim kişilere karşı da zavallı kadınlar, çocuklar ve yaşlılar adına mücadele vermeyi kendilerine ilke edinmiş insanlardır. Allah’tan başka hiç kimseden korkmayan, devletinin, milletinin çıkarlarını birinci planda tutan, aklî, ilmi ve her çeşit imkânlarını bu yolda seferber eden bu insanlar, elbetteki bazı çıkar grupları ve fitne odakları için tehlike arzetmektedirler. Yetimin, toprakta kanı kurumamış şehidin ve zulme uğratılarak zayıf bırakılmış insanların üzerinden çıkar sağlayan, geçimini ve düzenini buna bağlamış çevreler şüphesiz ki mü'minlere karşı kendi sinsi yöntemleri ve gayri meşru taktikleri ile karşı koyarlar. O ana dek herkese karşı kullandıkları ve her defasında başarılı oldukları bu haince metodların mü'minlere karşı da işe yarayacağından şüphe etmezler. Ancak işte bu, yanıldıkları en önemli noktadır...

Zira iman edenler hayatlarında hiç rastlamadıkları cesarette insanlardır. Yalnızca Allah’tan korkmaları onları yeryüzündeki başka her türlü korkudan bağımsız kılar. Bu konuda tüm müslümanlara en güzel örneklerden biri Bediüzzaman’ın cesaretidir. Üstad bir sözünde şöyle demiştir: ‘Bütün sergüzeşti hayatım şahittir ki, hak gördüğüm meslekte gitmeye karşı korku elimi tutup menedememiş ve edemiyor.’ (Mektubat, s.48) Müslümanlar da Said-i Nursî’nin bu güzel ahlâkını kendilerine düstur edindikleri, yalnızca Allah’a dayanıp güvendikleri için hiçbir şey onlara etki etmez, yollarından vazgeçirtemez ve hiçbir şey onları durduramaz. Bu nedenle de inkâr edenlerin alçakça tuzakları mü'minleri asla yıldırmaz. İman edenlerin böylesine güçlü oluşu ise din düşmanlarının kalplerine amansız bir korku salar. Çünkü inananların başına dünyada her ne gelirse gelsin güzelliktir. Ölürlerse şehit, kalırlarsa da gazi olurlar ki bundan başka da kaybedilecek hiçbir şeyleri yoktur. Ölüm, ehl-i küfür için en büyük korku vesilesiyken, mü'minler için Bediüzzaman’ın belirttiği gibi ‘saadet-i ebediyeye mukaddime’dir. (İşaratü’l- İcaz, s.205)

Onlar ahiretteki asıl yurdu hedeflemiş, dünyanın çok geçici ve imtihan için gelinen bir misafirhane olduğunun farkına varmış insanlardır. Tek arzuları Allah’ın rızası doğrultusunda yaşamaktır. İtidalli ve müsbet insanlar oldukları için adaletten ve haktan ayrılmazlar. Tüm bunlar inkâr edenlerin mü'minlerden korkmaları için yeterli sebeplerdir. Aslında inananların bu derece güçlü oluşlarının sebebi arkalarında Allah’ın olması ve güçlerini yalnızca Allah (c.c.)’tan almalarıdır. Ancak inkârcılar bunu kavrayabilecek durumda olmadıklarından dolayı asıl Allah’tan korkmaları gerektiği halde müminlerden korkarlar. Bu durum Nisa sûresinin 77. âyet-i kerimesinde “......onlardan bir grup, insanlardan Allah’tan korkar gibi hatta daha da şiddetli bir korkuyla korkuya kapılıyorlar........” şeklinde ifade edilmiştir.

İnkârcıların mü'minlerden çok şiddetli bir korkuyla korkmalarının kuşkusuz pek çok sebebi vardır. Mü'minlere karşı haince bir saldırıda bulundukları, pusu kurdukları ya da suç işledikleri taktirde bunun karşılığının hukuki ve adli yollardan bir şekilde alınacağını, Allah’ın adaletinin er ya da geç tecelli edeceğini gayet iyi bilirler. İşte bu onları içten içe kemiren, huzursuz eden önemli bir husustur. Bunlar normalde de son derece korkak insanlardır hatta Kur’an onların bu yönlerine de dikkat çeker; bir âyet-i kerimede “Ancak onlar ödleri kopan bir topluluktur.” (9/56) diye buyrulmuştur. Bu gafil insanların en önemli özellikleri müminlerden çok korkmalarıdır. Çünkü müminlerin aklını, gücünü, korkusuz olmalarını ve kararlılıklarını bilirler ve onları her gördüklerinde Allah’ı ve Allah’ın azabını hatırlarlar. Nitekim Kur’ân’da Allah’ın onların kalplerine korku salacağı da bildirilmiştir. (8/12) Bu da onların ruh halini anlamak için yeterlidir. Mü'minlere karşı işledikleri her suç onları içten içe huzursuz eder. Bu insanlar aileleri de dahil olmak üzere çevrelerindeki herkese kötülük yaptıkları halde hiç kimseden değil yalnızca mü'minlerden tedirgin olurlar ve suçluluk hissederler. Kendi kendilerine yaşadıkları korku, tedirginlik ve panikten dolayı başka bir şey düşünemez hale gelirler. Karşılarındaki kişilerin hiç rastlamadıkları bir cesaret ve kararlılık taşıyan insanlar olmaları da bu dehşetli korkularının bir sebebidir. Cenâb-ı Allah onları mü'minlere karşı duydukları bu korkudan dolayı ‘arslandan ürkmüş yaban eşeklerine’ benzetmiştir. İnkârcıların dikkat çeken bir başka yönü de haince yöntemler kullanmalarıdır. Pusu kurmak, tuzak hazırlamak, arkadan saldırmak, karşılarında tek bir kişi bile olsa toplu hareket etmek en çok kullandıkları alçakça tekniklerdir. Allah (c.c.) Haşr sûresinin 14. âyetinde bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurur:

“Onlar, iyice korunmuş şehirlerde veya duvar arkasında olmaksızın sizinle toplu bir halde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır. Bu, şüphesiz onların akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir.”

Yukarıdaki âyet-i kerime onların içinde bulunduğu durumları çok net ifade eder. Kendi aralarında bölük bölük olmaları da güçsüzlüklerinin önemli bir delilidir. Aralarında nefsanî bir ilişkileri olduğu için en küçük bir menfaat çatışmasında birbirlerine düşerler. Bu sebepten mü'minlere karşı üstünlük elde etmeleri asla mümkün değildir.

Üzerinde durulması gereken çok önemli bir başka nokta da inkârcıların iman edenlere karşı karanlıklarda ve kapalı kapılar ardında kurdukları her tuzağın, Allah tarafından işitilmekte ve görülmekte olduğudur. Mü'minlerden uzakta, saklandıkları yerler de Allah tarafından bilinmektedir. Dünyanın öteki ucuna dahi gitmiş olsalar Allah onların gizlendikleri yerleri bilmekte ve görmektedir. İster tahkim edilmiş binalar, ister sağlam kaleler, isterse büyük gökdelenlerde olsunlar Allah onları yakalamaya ve yerin dibine geçirmeye güç yetirendir. Onlar içine sığındıkları sağlam binaların kendilerini koruyacağını zannederler ama azap onlara hiç hesap etmedikleri bir yönden gelir. İşte bu korku da onlara dünya azabı olarak verilmiştir.

Onların bu korkuları dünyadakiyle sınırlı değildir, bu kadarla da bitmez. Sur’a üfürüleceği gün Allah’ın dilediği kimseler (mü'minler) dışında göklerde ve yerde olan herkes korkuya kapılacaktır. İşte o gün bu bozguncular kaçacak bir yer ararlar ama hiçbir kurtarıcı bulamazlar. Zira hardal tanesi kadar bile olsa yapılan hiçbir şeyin eksik bırakılmayacağı hesap günü gelmiştir ve inkarcılar mü'minlere yaptıklarından dolayı zorlu bir hesaba çekileceklerdir. Artık ölüm korkusundan dolayı ayakları birbirine karışır. Bu da sadece mü'min olmayanlara özgü bir ruh halidir. Hesap günü bu insanların gözleri korkudan ve dehşetten düşük bir haldedir ve yüzlerini de bir zillet kaplamıştır.

Açıkça görüldüğü gibi mü'minlere sinsi saldırılarda bulunanlara hiçbir şekilde kaçış yoktur. Kalplerindeki bu onulmaz korku da günden güne şiddetlenecektir. Onlar Allah’ın azabına mahkûm insanlardır ve kaybedilmiş bir dâvânın kaybetmiş savaşçılarıdır.


Serap Akıncıoğlu, Yeni Asya, 28 Mayıs 1998

--------------------------------------------------------------------------------