Fakir olan biziz
Bizler herşeyin tek sahibi olan Rabbimizin bir imtihan yeri olarak sunduğu şu dünya hayatında en iyiyi ve en güzeli yapmakla sorumluyuz. Allah’ın bizler için seçip beğendiği İslâm dininin gereklerini yerine getirmekten, Allah’ın rızasını kazanmak için çaba sarf etmekten mesulüz. Bizlere karşılıksız verilmiş olan o kadar çok şey var ki, gördüğümüz her şeyden gözlerimiz, işittiğimiz her sözden kulaklarımız, tattığımız her nimetten dilimiz ve bütün nimetlerden de vicdanımız mükelleftir. Bediüzzaman’ın da “Mesleğimiz şükürdür. Her yerde vech-i rahmeti, bir cihet-i nimeti görmektir.” (Lâtif Nükteler) sözleriyle belirttiği gibi gözleri, kulakları, gönülleri bize lütfedip bağışlayan Rabbimize şükrümüz bizim en büyük borcumuzdur.
Sahip olduğu bütün nimetlerin yalnızca Allah’a ait olduğunu bilen ve ona göre hareket eden mümin bilir ki, kendisine bedenini, canını veren, onu Yaratan, Yaratıcıların en güzeli olan Allah’tır. Hepimiz Onun inşa edip yaratmasıyla var olduk; adı anılmaya değer birşey değilken, âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından insan suretinde yaratıldık. Onun sayesinde yaşıyoruz ve hayatımız Onun izni ile devam etmekte. Allah, canımızı dilediği zaman dilediği yerde, dilediği şekilde alana kadar da devam edecektir.
Bize düşen, Allah’ın bize bağışladığı ve bize emanet olarak verdiği bu bedeni, Allah rızasını kazanmak için kullanmaktır. Allah, dünya hayatında âhiret özlemimizin artmasına vesile olacak şekilde eksik ve kusurlu yarattığı bu bedenin ihtiyaçlarını da bizlere sunmuştur. Bedeni besleyecek rızıklar, giydirecek kıyafet, içirecek ve temizleyecek su, dinlendirecek uyku ve daha binlercesi. Sadece madde olarak saymaya kalksak Allah’ın bize sunduğu bu nimetleri Kur’ân-ı Kerim’in ifadesi ile “genelleme yaparak bile bitiremeyiz”. Allah’ın dilemesiyle yaşayıp, onun yaşamamız için sebep olarak yarattıkları sayesinde ayakta durabiliyoruz.
Ancak bu nimetlerin farkına varmaksızın yaşayan, sadece zorda ve darda kaldığı anlarda asıl çarenin ve şifanın Allah’tan olduğunu hatırlayan ve yalnızca bu anlarda ihlâsla Allah’a dua eden bir kesim var ki, Allah ne zaman onlara bir bolluk, bir nimet tattırsa hemen onlar Allah’ın verdiğini unutarak, büyüklüğe kapılırlar. Kur’ân-ı Kerim’de “cahiliye” adı verilmiş olan bu insanlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemedikleri için bu sıfatı taşımaktadırlar. Çünkü Allah’tan gereği gibi korkan bir insan bolluk anında da darlık anında da Allah’ı çokça zikredip şükreder. Nitekim Kur’ân-ı Kerim kıssalarında anlatılan peygamberlerin hem zorluk, hem de bolluk anlarındaki şükürlerinden bahsedilir. Zenginliği ile tanınan Hz. Süleyman’ın, Allah’ın verdiği nimet arttıkça şükrünün ve zikrinin arttığından bahsedilir. Hz. Musa’nın denizin kenarında hiçbir kaçış yolu yokken Firavun ve askerlerinin sıkıştırdığı anda dahi Allah’ı tesbih ettiğini okuruz. Bütün peygamberlerin ortak özellikleri, hepsinin asıl mülkün ve zenginliğin Allah’a ait olduğunu bilerek yaşamış olmalarıdır.
Şüphesiz Allah, bizim şu anda içinde bulunduğumuz mekânın, semtin, şehrin, ülkenin, kıtanın, dünyanın, diğer bütün gezegenlerin, kâinatın yerin, göğün ve ikisi arasında bulunanların ve daha nice bilmediğimiz âlemlerin Yaratıcısı ve Sahibidir. Yerin ve göğün hazineleri Onun elindedir ve herşeyin asıl melekûtu Odur. O, dilediğini dilediği ölçüde rızıklandırır.“Ey insanlar, siz Allah’a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız. Allah ise Ganiy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan) dır, Hamid’dir (övülmeye layık).” (Fatır Sûresi, 15.)
Yine başka bir âyet-i kerimede “Musa demişti ki: Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü inkâr edecek olsanız bile şüphesiz Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, övülmüştür.” (İbrahim sûresi, 8) buyurulmaktadır.
Şu çok açıktır ki, insanların hepsinin her yönden Sahiplerine ve Yaratanlarına ihtiyaçları vardır. Çünkü hepimiz âciz ve fakir birer kuluz.Bunun için asıl olan, dünyanın aldatıcı süsünü ve şeytanın kışkırtmalarını bir kenara bırakıp ölümlü ve sonlu olan şeyleri sahiplenmeden, kendimizi Allah’a teslim etmemiz ve Onun yolunda çaba sarf etmemizdir. Çünkü Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi; “Allah yolunda yapılan her faaliyette ayrı bir lezzet vardır.” (Lem’alar, s.330)
Serap Akıncıoğlu, Yeni Asya, 02 Kasım 1997.
--------------------------------------------------------------------------------