'Şakk-ı kader'
Işığın prizmaya vurması gibi, hayat da beklenmedik bir engel karşısında çözülür, dağılır, renklere ayrılır. Yaşamanın süt beyaz rengi, olağanüstü olaylar karşısında yeni renklere açılır. Suyun taşlara vurması da öyledir. Sessiz, sakin akıp giderken, engellere uğrayınca ya da çağlayanların eşiğine varınca yeni sesler verir, köpürür, bulanır. Sukûnetinden ve duruluğundan coşkulu girdaplar çıkar, ince kıvrımlar peyda olur, ayrışır, dağılır. İnsan da kıvrım kıvrım olur kimi kırılma noktalarında. Hayatın iniş çıkışında duygular renk renk çözülür. Beklenmedik olaylar önünde, hiç beklemediğimiz, hiç tanımlayamadığımız girdaplar yapar duygularımız.
Bir gece yarısı, nice evlerde nice uykunun sukûnetini bölen sarsılmayı da beklemiyorduk. Beklemediğimiz için de, dev bir prizma gibi bakışımızı renklere böldü deprem. Hayatın süt beyaz rengini dağıttı, parçaladı çözdü. İnsanlar, keskin bir kırılma noktasında buldular kendilerini. İçlerinde hesap edemedikleri dev girdaplara yuvarlandılar. Hayatın sukûnetli akışı dalgalara bölündü, dilimlere ayrıldı, ayrıştı, yeni kıvrımlar kazandı. Duygularımızın çalkantısında çoğaldık, kaygılarımızın fırtınasında parçalara ayrıldık. Suyu eteklerinden tutup savurması gibi rüzgârın, can suyumuz bulandı, dalga dalga kırıldı, ötelere yürüdü. Varlığımızın zerreleri zamanın akışına vurdu, harmandaki mahsuller gibi sapa ve samana savruldu. Tenimize ânın keskin ucu değdi, kabuğumuz kırıldı, özümüzde yeni yaralar açıldı.
Umulmadık andan, beklenmedik buluşmadan, olağanüstü bölünmeden adeta sinsi bir manyetik alan doğdu. Bir mıknatısın akımına kapılan demirden tozlar gibi, ayrı kutuplara kaydık, karşı uçlara dağıldık. Hayatın pürüzsüz akışı içinde gizli ayrıntılar sivrildi. Her şeyi kolunda gezdiren sukûnette saklı zıtlıklar bir anda gün yüzüne çıktı, uç verdi.
Ortak kaygılar herkesi bir zemine çekse de, kaygının getirdiği kaypak zeminde, küçük bilyeler gibi ayrı yuvalara çekildik, ayrı köşelere sığındık. Bir gece yarısı, bizi yastığımızın yumuşaklığından çekip alan sıra dışı olay, ruhumuzda kocaman bir çizik açtı, tenimize hiç susmayan bir sancı saldı da, yüreğimizi uzakların ve yarınların telâşından çekip şimdiki zamanın keskin kılıcına vurdu, burada kalmanın sinsi çelişkisine yuvarladı.
Öbür türlü, derin bir anestezi ile duyarsızlaşmış yüreklerimiz, dünya imtihanının heyecanında bulamazdı kendini. Ölümü güya yarınlara ertelemişken, ömrün akışını sanki dondurmuşken, her şeyi yanımızda ve elimizde sözüm ona sabitlemişken, heyecanımız da, sancımız da, kaygımız da soluverecekti elbet. “Dünya bir imtihan meydanıdır” derken en fazla dilimize değecekti hakikat. “Kıyamet yakındır” derken alnımızda tek damla ter birikmeyecekti.
Şimdi derin bir anesteziden ayılıyoruz. Kemiklerimizi öğütüp duran sancıyı hissediyoruz. Yüreğimizi ısırıp duran kaygıları diriltiyoruz. Varlığımızı her an yokluğun gölgesine düşüren çelişkinin ucunda acı çekiyoruz. Derin uyuşukluk halinin aksine, kıvranıyor kıvrandığmız yerden doğruluyor, medet arıyoruz. Belki ilk defa, medeniyetin sahte ışıkları altında gizlenmiş gizlendikçe de derinleşmiş acz ve fakr yaramızı görüyoruz. Medeniyetin sahte mesihlerinin habire dokunup sakladığı yaralarımız, gürültülü tesellicilerin susturduğu çığlığımız, ne zamandır ilk defa dadısız kaldı. Gaflet beşiğimizi sallayan uygarlık havarileri, yerin sallanmasıyla terk etti bizi. Kozmik bir çatırtının ortasında yalın ve yalnız kala kaldık. Sebepler sustu, korunaklar dağıldı, benlik sütunları devrildi, ışığı ve gölgeyi aynı karanlığa yuvarlayan körlük parçalandı, acılar uyandı. Ölüm yanı başımıza geldi. Yokluk gölgemize sindi. Şimdi herkes kendi ilâhını aramaya çıktı. Aczini ve fakrını raptedeceği kudret ve şefkat odakları aramaya koyuldu. İnsanlar, uyanan acılarına merhem ararken, nükseden sancılarına çare ararken, can havliyle ne zamandır yanında sakladığı, ne zamandır içinde gizlediği ilâhını da açık etti.
Kimileri “doğa”nın insafına sığındı. Kör ve sağır ilâhlar buldular kendilerine. Karanlıklarını çoğalttılar, sarhoşluklarını arttırdılar. Kimileri fay hattından medet umdu. Kalplerinin incecikten titreyişlerine boş yere teselli aradılar. Kimileri modern bilimin mabedinde “olasılıklar”dan teselli bulmaya çalıştı. Rakamların girdabında o bir yana bir bu yana savruldular. Kimileri çimento ve demirin kuvvetinden zeminin sertliğinden müteahhidin iyi olanından ölümsüzlük müjdesi devşirmeye kalktı. Kimileri “yüce devlet”ten ve “asil millet”ten kurulu çadırında rahat etmeyi denedi. Kimileri bunların hepsini tek tek sıralayıp bir ‘Allah’ın dinine karşı, ‘çok ilâhlı’ bir dine çağırdı.
Ne ki, artık anestezinin etkisinden sıyrılmış kalplerde beklenen sükunet hasıl olmadı. Hayatın süt beyaz akıntısı, renklere bölündü bir kere.
Gafletin sessiz ve durgun akışı, musibet sertliğinde köpürdü bir kere. Rüzgâr çıktı artık, sap ve saman bir arada duramaz artık. Kutuplar öte uçlara çekilecek bundan böyle. Mucize karşısında, imanını bir kez daha tazeleyenler ile “Sihirdir” deyip inadı seçenler arasındaki uçurum büyüyor.
Sıradanlığı yarıp geçen mucize karşısında “Bu sihirdir” diyenler de, “Bu doğaldır” diyenler de aslında sıradanlığın düz ve pürüzsüz akışında kendilerine uyku ve uyuşukluk arıyorlar. Varlığnı sorgulamaktan çekinenler yokluğa karşı sahte bendler örüyorlar. Öteyi göremeyenler beride oyalanacakları oyuncaklar arıyorlar. Buraya razı olanlar, burada biriktirenler, burada kalacak gibi duranlar, kıyamete giden kapıları kapamaya çalışıyorlar. Gün gelir, ay yarılır. Gün gelir, arz yarılır. Ama yürekler türlü türlü yarılır. Ruhlar başka başka yara alır. Kimi yürek nihayetsiz duaya yanaşır, kimi yürek merhametsiz doğaya saplanır. Kimi yarasından gül yetiştirir, kimi yarasına kül basar.
Tıpkı ışığın prizmaya düşmesi gibi, kızıldan mora rengârenk olur insanlar. Suyun taşlara vurması gibi, ayrı girdaplara yuvarlanır insanlar. Rüzgâr önünde savrulur duygular, kimi yere düşer, kimi semaya ağar. Ay yarıldığında olduğu gibi, yer yarıldığında da Muhammed’in (a.s.m.) yanında kalanlar ve Muhammed’in (a.s.m.) karşısında duranlar bir kez daha ayrışır. Ayın yarısından mü’mine ve kafire, mazluma ve zalime ayrı şeyler düşer. Kader bu keskin çizgide yarılır, herkese hak ettiği düşer.
Ay bölündü; insanlar bölük bölük oldu.
Ve arz bölündü; insanlar bölündü.
Ne aydır, ne de arzdır bölünen aslında; bölünen kaderdir. Kader bölünür ve bölüştürür. Ki herkese inandığı kadarı kalır.
“Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize” kalır.
Senai Demirci
senai.demirci@usa.net
--------------------------------------------------------------------------------