Ramazan Gelince...
Müstesnâ bir mevsime, Allah’ın özel önem verdiği bir aya, Ramazan-ı Şerife girmiş bulunuyoruz. Kendimize dönme, aslî vazifemizi idrak etme, yaratılışımızın şuurunu yakından hissetme, kulluğun hazzını doyasıya yaşama, melekleşme ayıdır Ramazan. Nice nimetin, imkânın, iltifatın, bağış, ikram ve ihsanın şuurunu aynelyakin hissetme vaktidir bu ay. Çünkü gaflet sebebiyle kadrini bilemediğimiz, hakkını veremediğimiz nice nimeti Ramazan’da daha bir hissederiz. Hepsinden önemlisi gerçek nimet sahibi Cenab-ı Hakkı ciddîce düşünürüz. Şükrünü unutageldiğimiz nimetler gözümüzde başka bir değer ve mânâ kazanır. Açlık çekmeyen nice insan yediği, içtiği, istifade ettiği elmas değerindeki nimetleri âdetâ görmezden gelirken, aç kalınca kuru ekmeğin bile baklavadan, börekten daha lezzetli olduğunu anlar. Hiçbir nimeti beğenmemezlik etmez, Rabbimize sonsuz şükrederiz.
Nimetin fiyatı da zaten şükür değil midir? Onun içindir ki “Ramazan-ı Şerifteki oruç, hakiki ve halis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır.”(1) Oruçla insan nimet sahibini daha yakından hissettiği için, onları yiyip içmede hür olmadığını, Onun izni ve müsaadesi olmadan bir yudum suya dahi elini uzatamayacağını, emir verilmezse en kolay, en küçük bir işi dahi yapamayacağını anlar. Oruç, kendi başına buyruk olan, kanun nizam tanımayan nefsin firavunluğuna, serkeşliğine set çeker. Ramazan-ı Şerifteki oruç gafletini dağıtıp Allah’a yöneltir insanları. Aç ve güçsüz kalan insanoğlu, vücudunun taştan demirden yapılmadığını, bu dünyada ölümsüz olmadığını, her an çürümeye müsait et ve kemikten meydana geldiğini idrak eder. Cenab-ı Hakkın rahmetiyle beslenip büyütüldüğünü, Onun şefkatine her an muhtaç olduğunu, Onun yardımı olmazsa kolunu kanadını oynatamayacağını anlar. Kulluğun özü de insanın aczini, fakrını, zafını anlayıp Allah’a yönelmesi değil midir zâten? Oruç bunu en güzel şekilde kazandırır.
Orucun sayısız hikmetleri vardır. Bunlardan biri sabır ve tahammülü öğretmesidir. İnsan sabırsız ve tahümmülsüzlüğü sebebiyle ömrü boyunca nice sıkıntılar çeker. Ama oruç onu sabra alıştırır, iradesini güçlendirir, zorlukları, sıkıntıları göğüslemeyi öğretir.
Oruç insanı ahlâken de olgunlaştırır. Maddî ve mânevî bir perhizdir oruç. İnsan belli bir süre de olsa yeme içmeden uzaklaşırken, ruhen günah ve haramlardan sakınmaya çalışır. Oruç vesilesiyle helâlı terk etmeyi öğrendiği için haramlardan kolayca kaçınma imkânı bulur.
Sadece bedenen değil, mideye oruç tutturmakla kalmaz insan, aynı zamanda ruh, kalb ve diğer duygularına da oruç tutturur. Gıybet, yalan, dedikodu, kalb kırma gibi davranışlardan uzak kalarak bir nevi perhiz yapar, oruç tutar. Zikir, fikir, dua ve ibadetle hemhal olan organlar gıpta edilecek bir olgunluğa ulaşırlar. Sonra “Ramazan- Şerif bu fanî dünyada, fânî ömür içinde ve kısa bir hayatta bakî bir ömür ve uzun bir hayat-ı bakîyeyi tazammun eder, kazandırır. Evet, bir tek Ramazan, seksen sene bir ömür semerâtını [meyvelerini] kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur’ân ile, bin aydan hayırlı olduğu, bu sırra bir hüccet-i kâtıadır.”(2) Bütün mesele onun hakkını verebilmek.
--------------------------------------------------------------------------------
1. Mektubat, s. 388.2. A.g.e., s. 391.
Şaban Döğen, Yeni Asya, 1 Ocak 1998
--------------------------------------------------------------------------------