Çabuk yeise inkılâb eden hamiyet

Karanlık ana rahmine göre bir nevi cennet olan dünya misafirhanesine adımını atan çocuk bu uğurda az sıkıntılar çekmiyor. Ne yapalım ki aydınlık bir dünyaya giden yol karanlıklardan geçiyormuş. Ölümün karanlık tünelinden geçme zorunda kalan insan da eğer istikametle bir ömür sürmüşse kabrin cennet bahçelerinde gözünü açacaktır.

Dünyaya gelirken başlayan bu çileli, sıkıntılı, ıztıraplı hayat âhirete dek devam edecek. "Büyük saadetler büyük acı ve felâketlerin neticesidir" vecizesine bu gözle bakıyoruz. Kur'ân'ın, "Andolsun Biz insanı zorlukları üstlenmek üzere yarattık"1 kudsî hakikatine de. "Muhakkak zorlukla birlikte kolaylık vardır"2 İlâhî hakikatinde de aynı gerçek dile getirilmekte.

Hangi nimet, saadet vardır ki çile çekilmeden elde edilebilsin. Dünyaya ebedî saadeti kazanmaya gelen bir insanın daha başlangıçtayken zorlukları üstlenmeye hazır olması gerekir. Zorun adamıdır insan. Meşakkatlere sırdaştır. Bir koyunun, bir devenin, bir serçenin elbet insan gibi ağır bir yükün altına girmesi düşünülemez. Çünkü kapasitesi buna müsait değildir. Onun için de mükellef tutulmamıştır. Ancak insanın dağların, göklerin dahi omuzlanmaktan çekindiği ağır yükü üstlenme cesareti göstermesi, zengin kabiliyet ve üstün bir fıtratta yaratılışı sebebiyledir. Ondaki bu zenginlik hayatın sarp yokuşunu aşabilecek güçte olduğunu da göstermektedir.

İşte mukaddesâtı, namus ve haysiyeti, hak ve hukuku korumak için yaratılışımıza yerleştirilen hamiyet duygusu bunun için verilmiştir. Şiddetli manialara karşı şiddetle metanet etme özelliğindeki bu duygu, yerinde kullanılabildiği sürece her türlü zorluğun üstesinden gelebilecek güçtedir. Ancak "çabuk yeise inkılâb eden hamiyet, hamiyet değildir."3

Zorluklar karşısında yılan, bıkan insanlarla hangi büyük, yüce dâvâ taşınabilir, belli noktalara götürülebilir? Dişini tırnağına takıp dağlar gibi engelleri aşan insanlar ise zafer burcuna bayrağı dikme şerefine ererler.

"Meşakkat bizim gıdamız" diyen ve onu "alâmet-i makbuliyet" olarak gören Zübeyir Gündüzalp, îman ve Kur'ân'a hizmet gibi yüce bir dâvâ uğrunda rahatlığı kendine haram etmişti. Bu dünyayı rahat yeri değil hizmet yeri olarak gören bir insanın rahatlık sevdasına düşmesi mümkün mü?

Hz. Üstadın, "Nur'un eskiden beri hiç sarsılmayan muhlis bir kahramanı elbette dünyanın geçici kıymetsiz fânî vaziyetleri karşısında telâş etmez, mağlub olmaz inşaallah" dediği kahramanlar, kasırgalar da esse, tufanlar da kopsa dim dik ayakta kalmayı başarırlar.

Hayatı hep çile ve ıztırapla dolu olan Hz. Üstad, bütün bunları büyük bir sabırla karşılamış, Kur'ân ve îmana hizmet uğrunda "başa ne gelirse gelsin, hatta hergünde birer başım olsa da kesilse, yine o hizmetin kudsiyetindeki lezzet-i ruhaniye mukabil geliyor ve kâfîdir"4 diyerek tam bir teslimiyetle kazaya rıza, kadere teslim ve Cenab-ı Hakka tefviz-i umûr etmiş, gerçek hamiyetin ye'se çabuk inkılâb etmeyen hamiyet olduğunu göstermiştir.



--------------------------------------------------------------------------------

1. Beled Sûresi, 4.
2. İnşirah Sûresi, 4.
3. Münazarat, s. 30.
4. Barla Lâhikası, s. 181.
Şaban Döğen, Yeni Asya, 21 Ağustos 1997.

--------------------------------------------------------------------------------